Yi-Gyeol, çıkmaz sokağın ötesinde bir Avrupa müzesi veya bir geek* tarafından dekore edilmiş bir ev olup olmadığını merak ederek geriye baktı.(Eksantrik kişiler)
−….!
Açıkçası, arkasında geçtiği bir duvar olması gerekiyordu, ama tek görebildiği uzakta uzanan bir koridordu. Hayal kırıklığına uğrayan Yi-Gyeol, mümkün olduğunca sakinliğini koruyarak kendini havada süzülürken hayal etti. Binadan dışarı çıkıp aşağıya bakarak durumu anlamaya çalışmak çok daha hızlı olurdu.
İstediği gibi koridorun tavanından yukarı tırmandı. Hemen çatıya ulaşamadı, ama geldiğinde geçtiği yer gibi birkaç süslü koridordan geçmesi gerekti.
“Burası bir apartman mı, yoksa villa mı?”
Aksi takdirde böyle koridorlar olmazdı. Ancak koridora açılan büyük kapılar göz önüne alındığında, bunların basit apartman kapıları olmadığı anlaşılıyordu.
Birkaç koridoru geçtikten sonra nihayet dışarı çıkabilen Yi-Gyeol, havada süzülürken şaşkınlık içinde donakaldı.
Hala aynı derin geceydi, ama manzara tamamen farklıydı.
−Olamaz…
Altında uzanan devasa kaleyi görünce kalbi neredeyse durdu.
Böyle bir şey daha önce hiç olmamıştı. Rüya görmediğini biliyordu, ama manzara ilk kez bu kadar tamamen değişmişti, bu yüzden ne yapacağını bilemedi.
Büyük kale, onu çevreleyen kale ve dış çevresi, sadece dünya tarihi kitaplarında veya resimlerde görülebilecek eski Avrupa evleriyle doluydu. Kaleyi merkez olarak çevreleyen özel evlerin çok dışında, yüksek bir duvar vardı ve üzerinde ağır metal zırhlar giymiş adamlar nöbet tutuyordu.
Nereye baksaydı garip geliyordu. Biraz daha yukarı tırmandı ve uzağa baktı, ama tek görebildiği birkaç toprak yol, orman ve tepelerdi.
– Kore’de böyle bir yer olamaz.
Yi-Gyeol’un evi ve şehir merkezi Seul’un ortasındaydı. Ölü bedeninden ayrıldığı söylense de, hala gerçeklikte dolaşıyordu, bu yüzden çıkmaz bir sokağı geçmek böyle saçma bir manzaraya çıkamazdı.
– Şu anda bedenimden çıkmış bir rüya mı görüyorum?
Böyle anlamsız düşüncelerle Yi-Gyeol yavaşça kaleye doğru indi. Ne olduğunu gerçekten bilmiyordu, ama ilk adımını attığı koridora geri dönmek aklına gelen ilk şeydi. Orada etrafına bakarsa bir şey bulabileceğini düşündü.
Ancak Yi-Gyeol kaleye girmeden hemen önce durdu. Yüksek kalenin penceresinin yanında siyah bir şeyin hareket ettiğini gördü. İlk bakışta göze çarpmıyordu, ama yaklaştıkça siyah giysili iki adam olduğunu fark etti. Maske takmış, ışığın ulaşamadığı pencere çerçevesinden sarkmış ve birbirleriyle göz teması kuruyorlardı.
– O adamlar…?
Yi-Gyeol onların tuhaf olduğunu düşündüğü anda, iki adam pencere çerçevesine ince bir şey koydu ve birkaç kez bir yandan diğer yana hareket etti. Kapalı pencere sessizce açıldığında, o sinir bozucu yavaş hareketin ne anlama geldiğini anladı.
İki adam gizlice kapının kilidini açıp içeri girdiler, sanki hırsızlar gibiydiler. Böyle bir kalenin bile soyulabileceğini düşünerek onları odaya kadar takip eden Yi-Gyeol, havanın birden soğuduğunu hissetti. Bunun nedeni odanın sıcaklığının düşük olması değildi, sessizce kaleye giren iki adamın iki keskin hançer çekmiş olmasıydı.
İki adam karanlık odada yatağın sol ve sağ tarafında durdu. Ve aralarındaki yatakta, uzun boylu biri yatmış uyuyordu. Üstü battaniyeyle örtülüydü ve yüzü gölgeyle kaplıydı, bu yüzden onu tanıyamadı, ama kesinlikle yetişkin bir erkek olduğu belliydi.
Yataktaki adama bakarak, ikisi ellerindeki hançerleri kaldırdı.
Aklından bir düşünce geçti. Adamlara yaklaşıp hançeri yakından incelediğinde, keskin bıçağına dokunmak bile derin bir kesik açabilir gibi görünüyordu. Böyle bir şeyle bıçaklanırsan, bıçağın saplandığı yere bağlı olarak, hayatta kalma şansın yoktu.
Yi-Gyeol başını çevirip yatakta uyuyan adama baktı. Karanlıkta onu net olarak göremiyordu ama kendisiyle yaşıt yabancı bir gençti.
−Uyan!
Yi-Gyeol farkında olmadan bağırdı. Yi-Gyeol’un sesini duymayan adamlar her an hançeri saplayacak gibi görünüyordu.
−Uyan dedim!
Yi-Gyeol sinirlenerek bir kez daha bağırdı, yataktaki genç adam merakla gözlerini açtı. Sonra, sol ve sağdaki adamlar hançeri saplamadan hemen önce, üst vücudunu havaya kaldırarak saldırıyı önledi. İki keskin hançer, genç adamın az önce yattığı yastığa derinlemesine saplandı.
İki maskeli adam paniklemişken, genç adam bacaklarını sallayarak bir adamı yere devirdi. Sonra yere düşen adamın elinden hançeri aldı ve diğer adamın sağ omzuna sapladı.
“Urgh!”
Hançer sağ omzuna derinlemesine saplanmış olmasına rağmen, adam sadece yüzünü buruşturup iniltiyi yuttu, ama çığlık atmadı. Bunun yerine, hançeri sağ elinden sol eline aldı ve genç adama doğru savurdu. Boynunu eğerek hançerden kıl payı kurtulan genç adam, adamın bileğini yakaladı ve dizini adamın dirseğine sertçe vurdu. Bir şeyin kırılma sesi ve adamın dirseğinin tersine katlanma sesi neredeyse aynı anda duyuldu.
Olayı izleyen Yi-Gyeol, ne yapacağını bilemeyecek kadar korkmuş ve gergindi. Öte yandan, adamın ensesine silahla vurarak onu alt eden genç adam, gergin veya sinirli olduğunu gösteren hiçbir belirti göstermiyordu. Sonuç olarak, Yi-Gyeol bu durumun hayal edebileceğinden daha farklı olamayacağını düşündü.
Bu sırada, genç adamın arkasında siyah bir gölge belirdi.
−Arkanda!
Duymayacağını bildiği halde bağırdı. Genç adama saldırmak üzere olan adam, çıkardığı başka bir hançeriyle onun boynuna nişan almıştı. Yi-Gyeol o kadar endişeli ve huzursuzdu ki yerinde duramıyordu.
Genç adam bir an için şaşırdı ve arkasına bakmadan eğilerek hançerden kaçtı. Sanki bu yetmezmiş gibi, hızla vücudunu çevirip adamın yüzüne oldukça yüksek bir sesle vurdu. Yere düşen adam hızla kalkmak üzereyken, genç adam boynuna ayağıyla vurarak onu bayılttı.
Her şey bir anda oldu.
Korkunç silahlarla donanmış iki adam, bir anda, az önce uyuyan genç adam tarafından yere serildi ve etkisiz hale getirildi. Ve onları bu hale getiren genç adam, sanki hiçbir şey olmamış gibi, hala sakin ve ifadesizdi.
Ay ışığının yansımasıyla örtülü genç adam, göz kamaştırıcı görünümüyle Yi-Gyeol’ü şaşırttı. Çoğu Hollywood aktöründen çok daha yakışıklıydı ve kendine özgü özellikleri vardı. O kadar ki, ona bir kez bakmak bile insanların dikkatini çekip onu büyülemeye yetiyordu. Farkına bile varmadan, Yi-Gyeol genç adamın yüzünü dikkatle inceliyordu.
Sonra aniden, Yi-Gyeol biraz korkuya kapıldı.
O, ölümün eşiğinde olan genç bir adamdı, ama sanki bu normal bir şeymiş gibi, birine bıçak saplayıp kolunu kırmıştı. Gözünü bile kırpmadan, kendini savunmak için acımasızca davranması biraz korkutucuydu.
Bang, bang-!
“Prens! Neler oluyor?!”
Büyük kapıda şiddetli bir çarpma sesi duyuldu ve bir adamın yüksek sesi duyuldu. Adamın sözlerini dinleyen Yi-Gyeol, bu dili ilk kez duyuyordu, ama şaşırtıcı bir şekilde, hiç zorlanmadan anlayabiliyordu.
OOBE* [Out-Of-Body-Experience (Vücut Dışı Deneyim)] durumunda başka bir ülkenin dilini daha kolay anlayabileceğine ve harfleri de okuyabileceğine inanamıyordu. Nedenini bilmiyordu, ama bunun sadece belirsiz bir ruh hali içinde olduğu için olduğunu düşünüyordu. Çünkü gerçek hayatta, OOBE durumunda iken gördüğü ve duyduğu hiçbir dili anlayamıyordu.
“Dördüncü Prens!”
Dışarıdaki adam, Yi-Gyeol’ü biraz utandıran “Prens” unvanıyla birini çağırıyordu, ama muhtemelen önündeki genç adamı çağırıyordu. Bu unvanı duyduktan sonra, önündeki yakışıklı genç adama çok yakıştığını düşündü.
Prens olarak adlandırılan genç adam, dışarıdaki adama cevap vermeden odanın içinde yavaşça etrafına bakınıyordu. Ay ışığında, hiçbir duyguya kapılmayan derin, keskin gözleri parlıyordu.
Genç adam, kapının diğer tarafında bağıran adam onu üçüncü kez çağırdığında hareket etti. Sonra yatak başındaki şamdanın yanına yaklaştı ve adamın odaya girmesine izin verdi.
“Girin.”
Genç adamın alçak sesini duyar duymaz kapı açıldı. İçeriye kırmızı zırh giymiş iri yarı bir adam girdi. Kısa kahverengi saçları ve yüzüne bakıldığında korku veren bir havası vardı. Herkes onu yabancı bir ülkenin yeraltı dünyasında görebileceği bir adam olarak görürdü. Her hareketinde, giydiği ağır metal zırhtan bir dizi tıkırtı sesi duyuluyordu.
“İyi misiniz…! Hayır, yine bu piçler…”
Yerde yatan iki adamı gören adam, yüzünde bıkkın bir ifade belirdi. Bu sırada genç adam, odanın içini aydınlatmak için şamdanı yakarak mumları yaktı.
“Onları sürükleyin ve bu sefer bunun arkasında kim var öğrenin.”
“Emredersiniz, Majesteleri.”
Zırhlı adam genç adama nazikçe eğildi, sonra yere yığılmış iki adamın sırtlarından tuttu. Her iki eliyle birer kişiyi tutup hiç zorlanmadan sürükleyebilen bir adam, kesinlikle sıradan bir güce sahip olmayan biriydi.
Kapı kapanana kadar sahneyi izleyen Yi-Gyeol, gözlerini çevirdi ve aniden şaşırdı. Odayı aydınlatan şamdanın yanında duran genç adam, kollarını kavuşturmuş bir şekilde sanki bir şey arıyormuş gibi etrafına bakınıyordu ve tesadüfen gözleri Yi-Gyeol’un gözleriyle buluştu. Işığın altında ortaya çıkan genç adamın mor saçları, açık yeşil gözleri kadar dikkat çekiciydi.
.
.
.
Sürekleyici gibi görünüyor, sevdimmm