O anda, Yi-Gyeol genç adamın kendisini tamamen görmüş olabileceği düşüncesiyle büyülenmişti. Hiç tereddüt etmeden ona yaklaşmaya çalıştı, ama aniden genç adamın gözleri başka bir yöne çevrildi. Genç adamın gözlerinde kendi yansımasını göremediğini fark eden Yi-Gyeol, zayıf bir ses çıkardı.
−Beklediğim gibi, beni göremiyor.
Acı bir şekilde mırıldanarak geri adım attığında, genç adamın gözleri ona döndü.
“Kim o? Çık ortaya.”
Gözleri o kadar keskin ki, onu göremeyen Yi-Gyeol bile gergin hissetti.
Genç adamın sorusu üzerine Yi-Gyeol, genç adamın kendisiyle değil de başka biriyle konuşuyormuş gibi etrafına bakındı. Odada başka biri olup olmadığını gerçekten bilmek istediği için genç adamın yerine odanın her yerine bakındı. Yatağın altına baktı ama altına kimsenin giremeyeceği kadar dar bir yer vardı, çekmeceli dolapların, masaların ve kanepelerin altında da kimse yoktu. Kimsenin saklanabileceği başka bir yer yoktu.
Odada, bu yerin sahibi olan genç adam ve kendisi, bir ruh, başka kimse yoktu.
−Ama burada başka kimse yok.
Şüpheyle konuşur konuşmaz, genç adam eğilip yere düşen hançeri aldı. Keskin bıçağa baktı ve her an sallayabilmek için sıkıca tuttu. Pürüzsüz bıçağın yansıttığı soğuk yüz, herkesi korkutacak kadar ürkütücüydü. Gergin bir şekilde silueti izleyen Yi-Gyeol, vücudunda tüyleri diken diken olduğunu hissetti, oysa vücudunda tüy bile yoktu.
“Az önce konuşan, kim olduğunu soruyorum.”
−Ne…?
Yi-Gyeol, genç adamın soğuk sözlerine oldukça şaşırdı. Kimse tarafından görülemiyor ve duyulamayan kendisine atıfta bulunuyor gibiydi.
−Ben mi? Ama duymaman gerekirdi…
Şimdiye kadar kimse onun sesini duymamıştı.
Ancak genç adam, Yi-Gyeol’un şaşkın sesini duydu ve dinledi.
“Sesin bu kadar net çıkarken duymayacağımı mı sandın?”
Genç adam başını eğerek sordu. Güzel açık yeşil gözlerinde hiçbir görüntü yansımamasına rağmen, Yi-Gyeol’un varlığından açıkça haberdardı.
Odanın havası donmuş gibiydi. Yi-Gyeol da neler olduğunu bilmek istediği için hiçbir şey söyleyemedi. Bu adam gerçekten sesini duymuş muydu? Ama bunca zamandır kimse ondan bahsetmemişti.
“Kim olduğunu sordum.”
Genç adam soğuk bir sesle konuştu. Sesi o kadar alçak ve soğuktu ki, karşısına çıkmış olsaydı, önce onu bıçaklayıp elindeki hançeriyle sorardı. Önceki adamlar gibi, Yi-Gyeol de hançerle acı içinde bıçaklanıp kolu kıralabilirdi.
Ancak, Yi-Gyeol’un sesi bu garip genç adam tarafından duyulabilmesi gibi gizemli bir durum nedeniyle, önceki tüm olayları unuttu.
Başının tepesine kadar kontrol edemediği, ezici bir şey hissetti.
OOBE fenomeni sayesinde, ruh haliyle bir yerden bir yere dolaştı ve karşılaştığı insanlara çeşitli sözler söyledi, ama hiçbiri sesini duyamadı. Ayrıca, bedeni olmadığı için bunu “ses” olarak tanımlamak belirsizdi ve gerçekte, sanki yüksek sesle konuşuyormuş gibi hayal ediyordu. Kişi ruh hali içindeyken zihninde düşünmekle, aynı durumda sözcükleri ağzıyla söylemek arasında pek bir fark yoktur. Ses telleriyle söylenmediği için kimse duyamaz.
Ancak, karşısındaki genç adam sözlerine açıkça yanıt verdi ve dilini anladı. Ruh hali içindeyken tüm ülkelerin dillerini anlayabiliyordu, bu yüzden denedi, ama adamın onu anlamasına hayret etti.
Yi-Gyeol uzun zamandır hissetmediği bir heyecan duydu. Vücudu olmadığı için atmaması gereken kalbi, bir kez yüksek sesle attı.
−Sesim… Gerçekten duyabiliyor musun…?
“….”
Genç adam ifadesiz bir yüzle cevap vermedi. Sonra, endişelenme sırası Yi-Gyeol’a geldi.
−Beni duyabiliyor musun? Lütfen cevap ver. Sözlerimi duyabiliyor musun?
Genç adam, Yi-Gyeol’un çaresiz sözlerine kısaca “Evet.” diye cevap verdi. Sonra aniden, genç adamın kulaklarından heyecan verici bir ses geçti.
−Haa…. Neler oluyor, bu da ne böyle….
Yi-Gyeol hoş bir şokun içine düştü ve kolayca çıkamadı.
Hâlâ heyecanlı sesi dinleyen genç adam, her an sallayabilmek için kaldırdığı hançeri indirdi. Herhangi bir hareket belirtisi yakalamak için dikkatle etrafı bir kez daha gözleriyle taradı.
Genç adam, Sethian Wren Kinelly, çocukluğundan beri sayısız suikast tehdidiyle karşı karşıya kalmıştı. Sonuç olarak, çoğu şövalye ve generali alt edebilecek yeteneğe sahip olmakla kalmamış, aynı zamanda son derece keskin bir algıya da sahipti. Sesin net bir şekilde duyulabileceği bir mesafede olsaydı, rakibinin varlığını fark etmemesi imkansızdı.
−Daha önce kimse beni duymamıştı… Nasıl…
Sethian’ın kafasında mırıldanan bir ses duyuldu. Şimdi fark etti, sanki şekli olmayan birinin sesi kulaklarında değil, doğrudan kafasının içinde duyuluyordu.
“Hiçbir aracı olmadan kafadan kafaya konuşmayı sağlayan bir büyü duymamıştım.”
Sihirli Kule’nin yeni bir büyü icat etmiş olabileceğini düşündü, ama hemen kendi sorusuna cevap verdi:
Muhtemelen yoktur. Geçmişte, Sihirli Kule’deki büyücüler, sayısız türde sihir geliştirecek kadar son derece enerjik oldukları söylenirdi, ama şimdi çoğu, günlük yaşamlarında kendilerine yardımcı olacak küçük sihirleri bile kullanamıyordu. Mevcut sihirleri korumak ve atalarının araştırma verilerini analiz etmekle meşgul olan büyücüler, yeni sihirler geliştirecek zaman bulamıyorlardı.
Üstelik, böyle bir büyü yaratmış olsalardı, araştırma sonuçlarına göre cömert bir bütçe verilmesini isteyecekleri için şimdiye kadar sakin kalamazlardı.
“O zaman bu ses de ne?”
Görünüşe göre genç bir adamdı ve Seth’in sesini duyabilmesine oldukça şaşırmıştı. Daha doğrusu, ses şaşkınlıktan çok heyecanlanmış gibiydi.
– Daha önce kimse sesimi duymamıştı.
“Sesin çok net, daha önce kimsenin duymamış olması daha da şaşırtıcı.”
Şu anda bile, sanki ağzını kafasına yaklaştırarak konuşuyormuş gibi geliyordu.
Seth, elindeki hançeri havaya fırlatıp ne olacağını görmek için defalarca düşündü.
Aslında, pencereden giren adamların varlığını uykusunda hissetmişti. Sessizce uyanmış, uyuyormuş gibi davranmış ve her zamanki gibi saldırganları hazırlıksız yakalamaya çalışmıştı. Ancak, birdenbire duyduğu garip ses yüzünden neredeyse gözlerini açıyordu. Ses ikinci kez duyulduğunda, Seth o sesin diğer adamlar tarafından duyulmadığını anladı.
“Kule’deki o yaşlı adamların yeni bir büyü yapıp sessiz kalmaları imkansız, ve yapsalar bile İmparatorluk Kalesi’nin içinde kullanamazlar.”
Normalde, her ülkenin kalelerinde büyüyü etkisiz hale getirebilen bariyerler vardır. Şu anda, kuleye gitmedikçe büyü görmek neredeyse imkansızdır, ancak eskiden, savaşta bir gereklilik olarak kullanılacak kadar altın bir çağ vardı. Ülkeler, büyünün neden olduğu hasarı önlemek için büyük miktarda para harcadılar ve İmparatorluk Sarayları ile büyük şehirlere büyüden etkilenmeyen bariyerler kurdular. Sonuç olarak, büyünün doğal olarak işlediği yerler çok azaldı. Hemen ardından, doğal olarak, kule ve büyü bir anda çöküşe geçti.
Böyle bir durumda, az önce duyduğu sesin büyünün etkisi altında olabileceği ihtimalini dışlamak zorundaydı.
O zaman burada neler oluyordu? Saklanacak yer yok ve bu sihir bile değildi. Üstelik ses kulaklarından değil, kafasının içinden geliyor. Boş bir hipotezdi, ama aklına uyan tek bir şey vardı.
“Sen hayalet misin?”
Sakin bir şekilde sorduğunda, o ana kadar heyecanla mırıldanan ses kesildi. Bir süre tereddüt ettikten sonra, ses bir cevap vermedi.
−Hayalet değil… Ben kayıp bir ruhum diyebilirsin.
Seth durakladı ve kaşlarını çattı. Onu uyandırıp kurtarmaya çalışan sesin bir hayaletten geldiğine inanamıyordu.
“Bir hayaletle konuşacağımı hiç düşünmemiştim.”
−Ben de Bay Prens ile konuşacağımı hiç beklemiyordum.
Diğerinin hoş sesi kafasında yankılandı.
Seth, İmparatorluk Kütüphanesi’ndeki Ruh Büyüsü Kitabı’nın bazı bölümlerini hatırladı. Kitapta, genellikle hayalet olarak adlandırılan insanın ruhu hakkında bilgiler ve bununla ilgili büyü araştırmaları da vardı.
Dürüst olmak gerekirse, oldukça şaşırtıcıydı. Kitaba göre, büyü yardımı olmadan bir ruhla iletişim kurabileceğiniz çok az vaka vardır.
Her gün özgürce yaşayan Seth, Yi-Gyeol’un varlığına karşı güçlü bir ilgi duydu.
.
.
.
Bu kitapta ukemizin gerçek hayatındaki travmaları dışında endişe duyacağımız çift ilişkileri yok. Yazar ukesini derinden seven ve bağlı bir semeyle karşımızda keyfini çıkarın elbette Seth çok vahşi biri ve zor başka karakterler de karşımıza çıkacak 🫰