Switch Mode

Define The Relationship Bölüm 139

İlk Yıl

İlk Yıl

.
.
.

Ash Jones’un tüm iyi özellikleri annesinden gelmiştir. Duygusal açıdan pek istikrarlı olmayan bir ortamda büyümüş olmasına rağmen bu kadar başarılı olmasının sebebi muhtemelen iyi bir anneye sahip olmasıdır.

Ash, annesi her zaman yanında olduğu için ona minnettardı. Zor durumlarda bile annesi nazik ve güçlüydü. Aşka inanırdı ve onu elde etmenin ne kadar zor olduğunu söylerdi. Bu yüzden Ash da aşka inanıyordu. Çünkü annesinin çocukluğu boyunca ona gösterdiği sevgi bunun kanıtıydı.

Ash’ın hatırlayabildiği kadarıyla, babası annesini hiç mutlu etmemişti. Annesi, kız kardeşi Natalie doğduğunda durumun böyle olmadığını söylemişti, ama Ash’ın doğumuyla her şey değişmiş gibiydi. Bu anlaşılabilir bir durumdu, çünkü babası Ash’ın evlilik dışı bir ilişkiden doğduğunu düşünüyordu.

Anne babasının hayatının başlangıcı bir film gibiydi. Soylu bir ailenin tek kızı olan Sophia ve sıradan bir tasarımcı olan Shane birbirlerine aşık oldular. Doğal olarak, aileleri buna karşı çıktı. Ancak, tek kızlarının inatçılığını yenemeyen büyükanne ve büyükbabaları sonunda evliliklerine izin verdiler. Ve sekiz yıl boyunca mutlu oldular. İki yıllık mutlu evliliklerinin ardından, ilk kızları Natalie’yi dünyaya getirdiler.

Annesinin çocukluğundan beri yakın olduğu bir arkadaşı vardı. Cinsiyetleri ve kişilikleri farklı olsa da, herkes onların iyi bir çift olacağını söylüyordu, ama en azından annesi için onlar sadece arkadaştı. Adı Philip Gordon’du.

Marki unvanına sahip olan bu adam asil bir aileden geliyordu ve bu soyuna uygun olarak zarif bir kişiliğe sahipti. Nazik ve kibardı ve annesinin yanında her zaman sessiz kalırdı. Sevdiği kadın başka biriyle evlendiğinde ve hatta ondan sonra bile.

Gordon hiçbir zaman kötü bir şey yapmamış olsa da, Philip Gordon’un varlığı babası için her zaman hassas bir konu olmuştu. Eşinin sosyal statüsü sayesinde damat olan babası, evlendikten sonra soyadını almış ve düzenli olarak soylularla görüşmek zorunda kalmıştı. Philip Gordon’un gölgesi ise babasını her zaman takip etmişti.

Babası, annesinin Gordon Markisi ile olan arkadaşlığından son derece hoşnutsuz olduğu için, evlendikten sonra bile annesinden uzaklaştı. Buna rağmen, ikisini çevreleyen hikayeler bitmedi ve babası içten içe hastalandı.

O kadar derin bir hastalıktı ki, Ash bile Philip Gordon ve annesinin oğlu olduğundan şüphelenmeye başladı.

Çok yalvarmış ve ikna etmiş olmasına ve test sonuçları onun babasının oğlu olduğunu göstermiş olmasına rağmen, babasının şüpheleri devam etti. Annesi, tüm bu durumdan dolayı iki oğluna da kocasının soyadını almalarını sağladı.

Ama o hiçbir şeyden memnun değildi.

İçinde oluşan hak duygusu sonunda farklı bir yöne patladı. Babası, her zaman mutlu olması gereken karısını en sefil şekilde terk etti. Kamuoyunda ‘başka insanlar’ ile tanıştı.

Annesinin babasına aşık olmasının birçok nedeni olmalıydı, ama her halükarda o nadir bulunan, yakışıklı bir adamdı. Soylu ailelerle hiçbir bağı olmayan sıradan bir adamın bir partiye katıldığı gün, insanlar annesinin babasıyla evlenme nedenini onun yüzünden anladılar. O böyle bir adam olduğu için, bir ilişki yaşayacak birini bulması zor olmazdı.

Bu tür şeyler soylular arasında alışılmadık bir şey olmadığından, babanın ilişkisi büyük bir skandal haline gelmedi. Ancak, annesiyle ilgili dedikodular daha da arttı. İlgi, iki ucu keskin bir kılıç gibidir ve aşırıya kaçtığında zehre dönüşür. Annesi parlak bir insandı ve çok dikkat çekiyordu.

Bu ilgi çığ gibi büyüdü ve annesini kapladı, bu yüzden annesi bir daha sosyal etkinliklere katılmadı.

Ash’ın soylulardan bu kadar uzak bir hayat sürmesinin nedeni bu olabilir.

Ash’ın iyi bir şekilde büyümesi, annesinin bağlılığı sayesinde oldu. Büyükbabası ve büyükannesi tek torunlarını çok seviyorlardı ve Ash sevgi dolu bir ortamda büyüdü. Büyüdükçe, hiç tanımadığı babası hakkında daha fazla şey öğrendi, ancak ona karşı hisleri o kadar güçlü değildi.
Anlayamadığı tek şey, annesinin neden boşanmadığıydı.

Bu karmaşık bir sorundu. Ayrılalı ve görüşmeyi bırakalı yıllar olmuştu, ama adamla boşanmamıştı. Annesi uzun süre beklemekten yorulup boşanmak istediğinde bile, adam onu dinlemedi. Büyükbabasının ve büyükannesinin iknaları da işe yaramadı. Adam para istemiyordu, sadece annesini geçindirmek istiyordu.

Annesi, sevdiği ama sevemediği bir adamın yanında giderek zayıflıyordu. Aşk ne garip bir şeydi ve rasyonel olarak anlaması imkansız bir durum olmasına rağmen, annesi adamı suçlamıyordu. Ama bu hikayeyi Ash’a hep anlatırdı.

“Eğer sevdiğin birini bulursan, Bombom, bencil olma.”

Bu sadece babasına yönelik bir hikaye değildi.

Aşk, kendi isteklerini başkalarına dayatmamaktır. Annen bunu çok geç fark etti.

Muhtemelen bu onun vasiyetiydi. Annesi ona bunu anlattığı günün ertesi günü, bir kazada öldü. Ash’ın resim yapmayı öğrenmek istediğini söyleyince, sanat malzemeleri almaya gitmişlerdi.

Sophia, yüzü ve yeteneği ile kocası Shane’e benzeyen Ash’ı gördü. Oğlunun isteğini arzulayan bir ifadeyle dinledi. Uzun zamandır ilk kez dışarı çıktıkları için şapkası rüzgarda uçuşuyordu. El ele tutuşarak Londra’nın merkezindeki çiçekçiye vardılar. Ve sonra, tamamen tesadüfen, tamamen tesadüfen, Philip Gordon’la karşılaştılar.

Ondan sonra, hafızası bulanıklaştı. Bir zamanlar huzurlu olan Londra şehri, çok kısa bir sürede kaosun sahnesine dönüştü. Daha sonra haberlerde, bunun önceden planlanmış bir terörist saldırı olduğu söylendi. Her yerde intihar bombaları patladı.

Metrolar ve otobüsler rastgele bombalandı. Yoldan geçen yayalar, yüksek sesle patlayan bombaların etkisiyle havaya uçtu. Alevler, siyah ve keskin kokulu duman ve sivri parçalar her yere yayıldı.

Annesine selam veren Philip, ilk hareket eden kişi oldu. Adam kendini tehdit altında hisseder hissetmez, hemen önündeki çocuğun kollarına sarıldı. Annesi ise oğlunu tutan Philip’i düşen enkazdan uzaklaştırdı. İkisi patlamanın ulaşamayacağı bir binaya itilirken, annesi birinin adını haykırdı. Philip ve Ash bunu açıkça duydu.

Annesi, ölmeden kısa bir süre önce Ash’ı çağırmıştı.

Ancak babası durumu böyle görmemişti. Olayları öğrendiğinde, annesinin Philip Gordon’un yerine ölmeyi seçtiğine inanmıştı. Bu ihanet bir takıntı haline geldi ve babası, eşinin tüm eşyalarını kendine aldı. Annesinin cenazesini bile aldı.

Annesinin ölümünden sonra, adam zehirli birine dönüştü ve nüfuzunu genişletti. Asil kanı olmayan bir kişi, asil dünyasına herkesten daha fazla girmek istiyordu. Sonunda, çok hor gördüğü ve nefret ettiği Philip Gordon’un nüfuzunu kullanmaya kadar gitti.

Babası, Philip Gordon’un Ash ve Sophia’ya olan suçluluk duygusunu ve sevgisini siyasi bir evlilik aracı olarak kullandı. Tanıştığı soylular aracılığıyla Marki Frost ile bir bağlantı kurdu ve Ash’a nasıl saçma bir şart koştu? Düpedüz şantaj.

Babasının koyduğu şartların hepsi annesiyle ilgiliydi. Eğer gerçekten evlenirlerse, Ash ve büyükbasının çok istediği annesinin naaşını ve babasının adına kayıtlı eski evini onlara verecekti.

Bu koşullar altında tanıştıkları için Ash, Karlyle Frost’u sevebileceğini hiç düşünmemişti. Onu bu kadar seveceğini hiç tahmin etmemişti. Çünkü Ash’ın yaşadığı aşk, tıpkı annesininki gibi, belirli özel anlarda ortaya çıkmıştı.

Böyle zoraki bir tanışmadan birini sevebileceğini hiç düşünmemişti…

“Ash.”

Ash, adını çağıran sese doğru bakarken bakışlarını başka yöne çevirdi. Kusursuz bir takım elbise giymiş bir adam vardı. Sadece bakışıyla bile mükemmel görünen bu adam, çok geçmeden eski kocası olacaktı.

Ash gözlerini kırpıştırdı ve Karlyle’e baktı. Oturma odasına giren ışık Karlyle’i kapladı. Gümüş renginde parıldıyordu ve Karlyle’nin parlak saçlarına yayılıyor, güneşin beyaz ışığıyla karışıyordu.

Karlyle’i parkta onu beklerken gördüğü andan itibaren, alnı ve burnu bir heykel gibi düzgün, mükemmel çizilmiş koyu kaşları ve ortamdaki ışığa göre rengi değişen güzel gri gözleri ile Ash, eski zevklerini unutabileceğini hissetti ve bu kişiye çekildi.

Karlyle, Ash’ın tanıdığı türden bir insan değildi. Ash, insanların kusurlarını ve bunların yarattığı sürtüşmeleri severdi. Ama Karlyle kusursuzdu, tıpkı görünüşü gibi. Onun o kadar mükemmel olduğunu düşündüğü anlar olmuştu ki, onun insan olmadığını bile düşünmüştü.

Evet, şu anki durumla aynı. Ash, her gün gördüğü kocasına cevap bile vermeden bakakaldı. Soğuk ve ifadesiz yüzünün arkasında ne düşündüğünü merak ediyordu.

“Bana kızgın mısın? Boşanmak istemediğimi söylediğimde beni dinlemediğin için bana kızgın mısın?”

Her ne olursa olsun, Ash, Karlyle’in ona karşı bir şeyler hissetmesini umuyordu. O kayıtsız yüzünün ifade ettiği gibi, hiçbir şey hissetmemesi gibi değil.

“Ash, iyi misin?”

Ağır düşüncelere dalmış olan Ash, Karlyle tarafından sudan çıkarıldı. Yaklaştı ve baktı. İlk bakışta birbirlerine benziyorlardı, ama yakından bakıldığında Karlyle ondan daha kısaydı. Bu, Ash’ın Karlyle’de sevdiği özelliklerden biriydi.

Bakışlarında hissedilen hafif iniş çıkışlar o kadar sevimliydi ki  Ash derin bir nefes aldı. Kendi kararı olmasına rağmen boşanacağına inanamıyordu. Önceki gün söylediği sözleri o anda geri almak istiyordu.

“Ah, özür dilerim.”

Ama Karlyle’in sırtını dönmüş halde oturduğu boş oturma odasına bakarken ağzını açamadı. Kararını vermiş birini sarsamazdı. Ash utanarak gülümsedi ve saçlarını geriye attı. Ash’ın eşyaları hala oradaydı, ama ev garip bir şekilde boş görünüyordu.

“Biraz yorgunum.”

Boşanma konusunu açtığından beri bir dakika bile uyuyamadığını söylemek vicdanını sızlattı. Karlyle, bu sözleri üzerine Ash’a sakince baktı. Aralarında sessizlik çöktü. Karlyle çok konuşan bir adam değildi ve genellikle ona fısıldayan taraftı.

Bu yüzden mi bunu yapamayız?

.
.
.

Yazar Ash’ın kimin oğlu olduğunu böylece daha net söylemiş oldu geçmişte ve şimdi yaşananlar babasının takıntısından başka bir şey değildi, keşke annesi bu evrende de ölmeseydi 🤧

Yorum

0 0 Oylar
Article Rating
Subscribe
Bildir
guest
2 Yorum
En Yeniler
Eskiler Beğenilenler
Satır İçi Geri Bildirimler
Tüm yorumları görüntüle
ckmacinc
ckmacinc
3 gün önce

babası manyakmış tam. ne iğrenç bir insan

Ayarlar

Karanlık Modda Çalışmaz
Sıfırla
2
0
Düşüncelerinizi duymak isterim, lütfen yorum yapın🫶x