Piyano Yarışması 2
.
.
.
Ne yazık ki, anılarında müziğe takıntılı olan erkek kardeşi artık yoktu. Son yaşamında, sevdiği genci ve ellerinin esnekliğini kaybettikten sonra, Xue Zi Xuan aniden müziğin artık onun için tek şey olmadığını keşfetmişti. Bu yüzden şu anda kızgın değildi. Kaşlarını bile çatmadı.
“İstiyorsan git. Ben sana eşlik edeceğim.”
Xue Zi Xuan endişelenmiş olsa bile, gencin herhangi bir isteğini reddedecek gücü kendinde bulamadı.
Xue Jing Yi kızgın ve inançsızdı. Davet mektubunu uzun süre elinde tuttu ve konuşamadı.
Zhou Yun Sheng çok mutluydu. Parmak uçlarında durdu ve Xue Zi Xuan’ı yanağından öptü, ancak genç adam başının arkasını tuttu ve onu tutkuyla öptü.
Xue Zi Xuan onun dediğini yaptı ve o gece yetişkinler kategorisinde jüri üyeliği yapması karşılığında bir davet mektubu aldı. Kendisi (müzikten) emekli olmuştu ve tüm performansları iptal edilmişti. Tüm süreç boyunca katılımını güvence altına almak bir yana, yarışmada yüzünü göstermesi organizatör için zaten bir onurdu.
Zhou Yun Sheng davet mektubuna tekrar tekrar baktı, “Bugünden itibaren ciddi bir şekilde piyano çalışacağım. Sen de bana eşlik et.”
“Elbette. Ancak seni uyarmalıyım, şu anki seviyenle yarışmanın sonuna kadar gelemeyeceğinden korkuyorum.”
Xue Zi Xuan, gencin her zaman bir numara olmak istediğini, ya yarışmayacağını ya da sonuna kadar savaşacağını biliyordu. Ancak şu anki haliyle birinciliği kazanma şansı gerçekten yoktu.
“Benim seviyemin nesi var? Her türlü zor sesi çalabilirim. Beni hafife alma!”
Zhou Yun Sheng gerçekten patladı.
Piyanonun kapağını açtı ve parmak becerilerini göstermeye başladı. Çift notalar, çift tremololar, oktavlar, atlama notaları, dokunma sesleri… piyanoda çalınabilecek ne varsa hepsini çaldı.
Parmakları siyah beyaz piyano tuşlarının üzerinde muhteşem açan çiçekler gibi dans ediyordu. O kadar hızlı hareket ediyordu ki, insan sadece artçı görüntüleri görebiliyordu. Ellerini açtı ve tizden pese doğru çaldı. Ellerini birleştirdi ve bastan tize doğru çaldı. Saçları dalgalanıyor, giderek daha da dağınık bir hal alıyordu, ta ki biraz deliye benzeyene kadar.
Şarkı sona erdi, hayır, aslında bu bir şarkı değil, tüm zor parmak egzersizlerini yeni birleştirmiş olan genç tarafından bestelenmiş akortsuz bir melodiydi.
Zhou Yun Sheng çenesini kaldırdı, omurgasını dikleştirdi ve kibirli gözlerle doğrudan genç adama baktı, sanki şöyle der gibiydi: Gördün mü seni ölümlü, işte benim gücüm bu.
Xue Zi Xuan boğazından yükselen kıkırdamayı güçlükle bastırdı. Şu anda çocuk gururla öten bir horoz gibiydi. Eğer ötüşünün yeterince yüksek olmadığını söylerseniz, kesinlikle kanatlarını çırpar ve sizi gagalardı.
Yetenekleri gerçekten de mükemmeldi. Aslında, en küçük mekanik parçaları bir araya getirerek sofistike enstrümanlara dönüştürebiliyor ve her türlü zor piyano müziğini icra edebiliyordu.
Ama sorun şuydu ki duyguları yoktu.
Parmak uçlarından akan notalar, bir icracının müzik anlayışından ziyade, bilgisayar tarafından sentezlenmiş ses gibiydi.
Xue Zi Xuan çocuğun bu hayattaki sorununun ne olduğunu bilmiyordu. Belki de onun piyanoya olan sevgisini söndürdüğü içindi. Belki de mekanik eğitimi onu daha katı ve sert yapmıştı. Ya da belki de kalbi hiç kimseye açılmamış ve bu dünyayı hiç kabul etmemişti, bu yüzden çalma tarzı buz gibi, kesin ve mekanikti. Kendini her şeyden soyutlamış gibi görünüyordu ve Xue ailesi ve kendisi de dahil olmak üzere dünyaya bir seyirci edasıyla bakıyordu.
Genç, çok yakınında oturuyordu ama kendini çok uzakta hissediyordu. Xue Zi Xuan elini kolayca uzatıp ona ulaşabilirdi ama ne olursa olsun onu sıkıca tutamıyor gibi görünüyordu. Bu tür düşünceler ortaya çıkar çıkmaz, Xue Zi Xuan artık bunu düşünmeye cesaret edemedi.
Çocuğa arkadan sarıldı. İnce boynunu nazikçe emip öperken, yumuşak bir şekilde övdü: “Xiao Yi’nin parmak becerileri dünyanın en iyisi.”
Bu yanlış bir ifade değildi. Temel egzersiz alıştırmalarını uyarlayabilir ve kendi fikirlerine göre yeni ve son derece zor bir parça olarak yeniden düzenleyebilirdi. Gencin parmak becerileri çoktan zirveye ulaşmıştı. Hatta Xue Zi Xuan’ın becerilerinden biraz daha iyiydi.
Ancak müziğindeki duygu eksikliği yine de bir eksiklikti. Xue Zi Xuan, kucağındaki bebeğin patlamaması için bunu nazikçe nasıl belirteceğini düşünüyordu.
Gencin önceki hayatında olduğu gibi büyük bir piyanist olup olamayacağı ya da piyano sesinin soğuk ve acımasız olup olmadığı umurunda değildi. Aşık olduğu şey gencin kendisiydi, ona iliştirilmiş parlayan hale değil. Çocuk müzik notalarını okuyamasa bile, ne olmuş yani? O kişi hâlâ kollarında olduğu sürece her şey yolundaydı.
Onlarca yıl bekledikten ve acı dolu anılarda tekrar tekrar boğulduktan sonra, kökenini aramak için sevgisi üzerinde titizlikle düşünmüştü. Sonunda gerçek aşkın ne olduğunu ve birini nasıl seveceğini anladı.
Önceki yaşamında bunu çok geç fark etmişti. Ama bu hayatında ne çok hızlı ne de çok yavaştı. Zamanlama tam olarak doğruydu.
Bunu düşünen Xue Zi Xuan yüzünü çocuğun boynunun kıvrımlarına gömdü ve yumuşak bir şekilde gülümsedi.
Zhou Yun Sheng doğal olarak kendi tekniğinin en mükemmel teknik olduğunu biliyordu. Ona bir cerrahi operasyon videosu verseniz, bir kez izlemesini sağlasanız ve hemen ardından ameliyathaneye itseniz, prosedürü mükemmel bir şekilde tekrarlayabilirdi. O kadar da zor olmayan piyano hakkında konuşmaya gerek yoktu.
“O zaman hâlâ yarışmanın sonuna kadar gidemeyeceğimi mi söylüyorsun?” Bu cümle üzerine kara kara düşünüyordu. Nasıl bir aşık daha yarışma başlamadan partnerinin hevesine saldırırdı?
Pei, pei, pei, saçma sapan bir sevgili, hayır, sadece bir yatak arkadaşı!
( 呸 pei – küçümseyerek tükürmek)
Kızarmış bir yüzle, sözlerinin sonunda kendini düzeltti.
Xue Zi Xuan somurtan gence baktı. Küçük yüzü öfkeyle kızarmıştı. Bu son derece sevimliydi. Onu birkaç kez öpmek için öne eğilmekten kendini alamadı.
Tam dolambaçlı bir şekilde açıklama yapacaktı ki, kapıdaki birinin alaycı sesini duydu.
“Çünkü senin piyanonun sesinde duygu yok. Kardeşimin o gün parmaklarını ezdiğinde ne dediğini hâlâ hatırlıyor musun? Piyanonun sesi ruhsuz bir yürüyen ölü gibi.”
Zhou Yun Sheng başını kaldırdı ve kapıda duran Xue Jing Yi’yi gördü. Gözlerinde kin dolu bir parıltı vardı. Huang Yi’nin anlamsız bir şekilde abisine sarıldığını görmeye dayanamıyordu. Yüzü sanki şöyle der gibiydi: Sevgini herkesin önünde göstermek istemiyor muydun? O halde, geçmişteki acı anılarını gündeme getirmekte ısrar ediyorum.
Zhou Yun Sheng kayıtsız kaldı. Gerçekten de kara kara düşünemezdi ama işi zorlaştırıp burnundan da getirmeyecekti.
Xue Zi Xuan hemen kollarını sıktı ve çocuğu göğsüne sıkıca sardı. Dudaklarını gencin kulağına bastırdı ve bir dizi özrü defalarca tekrarladı. Bu iki kelimenin “Özür dilerim” dışında başka ne söyleyeceğini bilmiyordu. Bu anı önceki yaşamından bile daha dayanılmazdı. En azından önceki hayatında genci hiç incitmemişti.
Daha erken uyanabilseydi ne kadar iyi olurdu? Zaman geri sarılabilseydi…
Karmakarışık düşüncelerini bastırarak soğuk bir sesle şöyle dedi: “Xue Jing Yi, konuşman bittiyse defol git.”
Ona karşı toleransı gittikçe azalıyordu. Öyle bir noktaya gelmişti ki, onu görmezden bile gelemiyordu. Onun sonsuza dek ortadan kaybolmasını diledi.
Xue Jing Yi dudağını ısırdı ve mağdur olduğunu söyledi: “Bu sözleri ben söylemedim. Kardeşim, bunları sen kendin söyledin.”
Xue Zi Xuan’ın simsiyah gözlerinden güçlü bir düşmanlık aktı. Farkında değildi ama Xue Jing Yi’ye yönelttiği bakışlar bir akrabanın değil, bir düşmanın bakışlarıydı.
Onun nefret dolu bakışları karşısında Xue Jing Yi’nin kalbi acı içinde kıvrandı.
Yavaşça piyanoya doğru yürüdü ve alaycı bir kahkaha attı: “Neden gideyim ki? Abi, unutma, bu piyano bana ait. Onu bana onuncu yaş günümde verdin. Bak, burada İngilizce adım yazıyor. Joy.”
Mor boyalı tırnağıyla piyanonun kapağına vurdu.
“Onu bana sen verdin, yani o benim. Onu istediğim gibi kullanma hakkına sahibim, öyle değil mi kardeşim? Onu geri almak istiyor olamazsın, değil mi?”
Xue Jing Yi çıldırmış gibi hissetti. Bir yandan acındırmak için abisinin kollarına atılmak isterken, diğer yandan da abisinin kollarındaki genci küçük parçalara ayırmak istiyordu. Sonunda nefret galip geldi ve sert sözler söylemeye devam etti.
Zhou Yun Sheng sanki kirli bir şeye dokunmuş gibi parmak uçlarını klavyeden çekti. Parmaklarını birkaç kez kağıt havluyla sildi.
Bugünlerde onunla tek bir kelime bile konuşmaya zahmet edemiyordu. Ne de olsa onunla olan tüm samimiyet gösterilerini çoktan bir kenara bırakmıştı, bu yüzden boş sözler söylemeye gerek yoktu.
“Onu sana ben verdim, yani doğal olarak senin.”
Xue Zi Xuan’ın da Xue Jing Yi ile tartışmaya niyeti yoktu. Genç adamı yarı kucaklayarak piyano odasından ayrıldı. Kendi kendine şu andan itibaren muhtemelen o piyanoya bir daha asla dokunmayacağını düşündü, çünkü günahkâr bir isimle kazınmıştı.
İkili ayrıldıktan sonra Xue Jing Yi yavaşça piyanonun kapağına uzandı ve iç karartıcı bir feryat kopardı. Kardeşini daha da uzağa itmek istemiyordu ama içindeki kıskanç şeytanı da kontrol edemiyordu.
……….
Xue Zi Xuan hızlı hareket etti. Aynı gün bir piyano satın aldı ve Xue malikânesine göndertti. Dahası, Xue Rui’nin çalışma odasını bir piyano odasına dönüştürdü.
Zhou Yun Sheng, genç adamın yere çömelip piyanoyu kendi kendine akort ettiğini gördü ve gerçekten ne diyeceğini bilemedi. Aslında, yarışmaya katıldıktan sonra piyanoya bir daha asla dokunmayı düşünmemişti. Onu satın almanın ne faydası vardı ki?
Ancak piyanonun kapağında yaldızlı kaligrafik yazı tipiyle basılmış “Huang Yi” kelimelerine dokundu ve aptalca gülümsedi.
Gururla çenesini kaldırdı, “Bu piyano Xue Jing Yi’nin piyanosundan daha kaliteli, değil mi?”
Xue Zi Xuan durup ona baktı ve yine horoz ötüşü ifadesi takındığını gördü. Gülümsemekten kendini alamadı. Bu çok şirindi. Xiao Yi’nin bu kadar sevimli olduğunu hiç bilmiyordu.
Aletlerini yere bıraktı ve başıyla onayladı: “Elbette, kesinlikle onunkinden daha iyi.”
Zhou Yun Sheng’in dudaklarının kenarları yukarı kalktı ve bir tüy kadar hafif bir şekilde homurdandı, “Bu doğru.”
.
.
.
Ya çok tatlısınnnnnn