Yang Lei, Er Hei’nin sözlerini düşünerek bardağındaki likörü salladı.
Yedi yıl.
Yedi yıl birçok şeyin değişmesi ve eskimesi için yeterliydi. Yedi yıl, tüm güçlü ve yoğun şeylerin sakinleşmesi ve dinmesi için yeterliydi.
Bir zamanlar bazı şeylerin, bir kez karar verildikten sonra ömür boyu geçerli olduğunu düşünürdü. Ne yaşanmış olursa olsun, test edilebilirlerdi. Ancak bu yaşta, bu dünyada sınanabilecek çok fazla şey olmadığını fark etti. Testin kendisi bir lükstü.
İnsan ancak genç, uçarı, kibirli ve cahilken bir ömrün hayalini düşünebilirdi. Şimdi Yang Lei geriye dönüp baktığına göre, ancak geçmişteki o genç yıllarında bir ömrün hayalini düşünmeye cesaret edebileceğini de hissetti.(bu yaşımda edindiğim aydınlanma)
Dört yıl önce, mutlu bir şekilde günleri sayıyordu ve Fang Yu’nun hapisten çıkacağı zamanı dört gözle bekliyordu. Fang Yu’yu bağlantıları aracılığıyla hapishanede özel olarak aramasını sağladığında, Fang Yu ona hapishanede haksızlığa uğramış birine yardım ettiği için bir grup kavgasında başı çektiğini ve sorun çıkardığını, sonuçlarının ciddi olduğunu söylemişti. Böylece bir yıl daha hapis cezasına çarptırıldı.
“Ne? Sen…” Yang Lei, başından aşağı bir leğen soğuk su dökülmüş gibi hissetti.
Kızgındı, endişeliydi ve şüpheciydi! Ama bu mesele gerçekten Fang Yu’nun tarzına benziyordu. Her yerde arkadaşlarına sadıktı!
“…Neden bu kadar aptaldın!! Sen…”
Yang Lei, Fang Yu’yu suçlamanın yardımcı olmayacağını biliyordu. “Biraz izin alıp birkaç gün sonra yanına geleceğim!”
Yang Lei, Fang Yu’nun cezasının uzatılmasına izin verebilir miydi?! Ancak Fang Yu ısrarla reddetti.
“Hayır, bu yıl hapiste kalmam gerekiyor. Aksi takdirde dışarı çıkarsam patron olacak yüzüm olmaz.”
Fang Yu’nun sesi çok sakindi ama tavrı çok sertti.
“Yüz mü? Yüzün için hapishanede mi kalacaksın? Sen aptal mısın?!”
“Hapishanede olmaya oldukça alışkınım. Burada herkes beni dinliyor. Dışarı çıkıp harika şeyler yaptıktan sonra buradaki insanları bir araya getirmeyi bile dört gözle bekliyorum. Ben böyle dışarı çıkarsam bu yıllarda boşuna adam toplamış olurum.”
Daha önce Yang Lei, Fang Yu’nun böyle bir hırsı olduğunu düşünmüyordu. Ayrıca Fang Yu’nun bunları düşüneceğini düşünmemişti. Belki de hapiste geçen yıllar, bir kişinin düşünce tarzını değiştirmişti. Yang Lei, bu tür bir Fang Yu’nun biraz yabancı olduğunu hissetti.
“Senin zaten eğitimin var ve izin istemen zor. Geri gelme. Geri gelsen bile, ben hapsolmak zorundayım. Ayrıca, mezuniyetine daha bir yıl var. Şimdi dışarı çıkarsam, zaten yalnız kalmak eğlenceli olmayacak. Hem üç yıldır buradayım. Bu bir yıl bir fark yaratmayacak.” dedi Fang Yu.
Sonunda Yang Lei artık ısrar etmedi.
Fang Yu’yu tanıyordu. Fang Yu bir şeye gerçekten karar verdiğinde değişmezdi, sert mizacını biliyordu. Geri dönüp birine cezasını indirmesi için yalvarsa bile, Fang Yu dışarı çıkmazdı. Fang Yu’nun yaptığı hatalardan dolayı onun başını belaya sokmak istemediğini bile biliyordu—Fang Yu böyle bir insandı işte!
Yang Lei nihayetinde Fang Yu’yu dinledi ve bir yıl daha bekledi.
O süre zarfında Fang Yu’ya o kadar çok inandı ki…Her sözüne inandı ve ona verdiği her sebebe inandı.
“O zaman birlikte dışarı çıkalım. Zamana göre, senden önce çıkacağım. Gelip seni alacağım o vakit!”
Bir yıl, diye düşündü Yang Lei. Dişlerini gıcırdatacaktı ve her şey bitecekti!
Telefonda Fang Yu bir an duraksadı ve “Tamam.” dedi. Bu kısa duraklama, o süre boyunca Yang Lei’nin dikkatini hiç çekmedi.
Yang Lei mezuniyet raporu tatbikatını bitirdi. Diplomasını alıp okuldan ayrıldığı gün az kalsın okuldan kaçıyordu. Yang Lei’nin aklında tek bir düşünce vardı: Fang Yu’yu görmek için Jianghai’ye dönmek…
Fang Yu, birkaç gün sonra hapisten çıkacaktı. Onu karşılamak için diplomasını getirmesi gerekiyordu. Onu görmek ve ona bir sürpriz yapmak istedi. Onu gördüğünde Fang Yu’nun ifadesini hayal etti. Ona sımsıkı sarılmak, ayrı ayrı sürüklenen bu bini aşkın gün ve geceyi nasıl geçtiğini anlatmak istiyordu…
Yang Lei okul kapısına geldiğinde, gardiyan onu durdurdu ve onun için bir telefon olduğunu söyledi.
“Soyadının Fang olduğunu söylüyor!”
Yang Lei şaşırdı ve şaşkına döndü.
Valizini bıraktı ve telefona cevap vermek için koştu…
.
.
.
“Asker olduktan sonra, son birkaç yıldır kardeşlerle iletişim kurmadın. Herkes senin vicdanın yok dedi. Geniş ve kolay yolu seçtin ve eski kardeşlerini hatırlamadın.”
Er Hei’nin sesi hala dumanın içinde gevezelik ediyordu.
“…O zamanlar ortalığı karıştırdığımızı bir düşün. O kadar harikaydı ki… Hâlâ hatırlıyor musun? Yu Ge ile bir kez Chuan-zi, Li San ve diğerlerini getirdin ve Wu Kun ve diğerleriyle Soldiers Club’da dövüştük. Haha, kaçana kadar Wu Kun ile savaştık! O salaklar parlak kırmızıydı! Kardeşleri güldürdü! Haha! …”
Er Hei dünkü olaylardan bahsediyor gibiydi. Güldü ve gülmesini durduramadı.
“…Çok hızlı geçti zaman.”
Er Hei’nin gülümsemesi soldu. Yüzü artık yedi yıl önceki o genç yüzü değildi.
“…Artık çetede değilim ve param var. Neden bilmiyorum ama şimdi hep geçmişi düşünüyorum,” dedi Er Hei, yeniden içerken.
Bir noktada Er Hei sarhoş olmuştu.
“…Gerçekten pişmanım…” Zaten sarhoştu ve sesi ağlamaklıydı.
“…Eğer o zamanlar ben olmasaydım… Sonra bu olanlar olmayacaktı…!!”
Alkolün etkisiyle Er Hei çoktan ağlıyordu.
“…Bu yıllar… Tek bir güzel günüm olmadı…!! …”
Artık tamamen sarhoştu. Masaya uzandı, hıçkıra hıçkıra ağladı…
Yang Lei, Er Hei’nin ağlama sesini dinledi ve sessizce sigarasını içti.
Geçmişteki kardeşlerini düşündü. 1995’teki darbeden sonra, Jianghai’de pek fazla insan kalmamıştı. Li San ve Chuan-zi, Jianghai’de değildi. O yıllarda kardeşlerin, hatta Ding Wen’in bile kendi çıkış yolu vardı.
Yang Lei o zamanlar şehirden ayrıldığında, Ding Wen’le konuştu. Ding Wen her şeyi bildiğinden, ondan Fang Yu’ya bakmasına yardım etmesini istedi. Bir şey olursa, elinden gelse onunla ilgilenirdi. Ama şu anda Ding Wen bile Jianghai’de değildi. Aniden iş değiştirip başka bir yerdeki bir şirkete geçtiği ve taşındığı söylendi.(???)
Yan Ziyi’nin işi zaten çok büyüktü. Sadece Jianghai’de değil, aynı zamanda çeşitli yerlerde genişleyen emlak, inşaat malzemeleri, dekorasyon ve yemek hizmetlerini içeriyordu. Şu anda, “Yilian Group” eyalette önemli bir özel girişimdi ve hatta ulusal çapta ün kazandı.
Yan Ziyi, Jianghai’de kariyer değiştiren en başarılı çete patronuydu. Zaten bir çete patronu olmaktan derinden sorumlu kimse yoktu. Bu noktada, ülke çapında ünlü bir girişimciydi.
Yang Lei, Yan Ziyi’yi görmeye gitmişti. Yang Lei’yi işini erken değiştirmesi ve onunla tekrar çalışması için davet etti.
Yang Lei gülümsedi.
“Da Ge, şu anda liderliğin altında hangi yetenekten yoksunsun? Hâlâ bana ihtiyacın var mı ki?”
“Sen farklısın. Gelmeye istekli olduğun sürece, Da Ge’n senin için sonsuza kadar burada bir yer tutacaktır.”
Yan Ziyi, Yang Lei’ye samimiyetle davrandı.
“Teşekkürler Da Ge. Ama gelecekte, muhtemelen Jianghai’de olmayacağım.”
“Sen de mi gidiyorsun?”
Yan Ziyi için diğer insanların ayrıldığını anlamak kolaydı, ancak seçkin bir aileden gelen ve bir memurun oğlu olan Yang Lei’nin aile geçmişiyle, Jianghai’de nasıl bir geleceği olmazdı?
“Bu formayı giydikten sonra, onu bu kadar çabuk çıkarmaya niyetim yok. Orduda bir nakil emriyle her an ayrılabilirim.”
“Jianghai’nin nesi var? Gitmek konusunda isteksiz olmanı sağlayacak hiçbir şey yok mu burada?”
Yang Lei cevap vermedi.
“Herkes gidiyor.” Yan Ziyi içini çekti, “Sen ve Fang Yu, tek birinizi bile tutamadım.”
Fang Yu’dan bahseden Yan Ziyi, Luo Jiu’yu düşündü. Geçmişi hatırlamayalı çok uzun zaman olmuştu ve içini çekti.
“O sırada Fang Yu’dan kalmasını istedim ama o kalmadı. Çok içti ve sadece bir cümle söyledi. Jianghai’de çok fazla geçmiş olay var ve bunları düşündüğünde üzülecekmiş…”
.
.
.
(〒﹏〒)