Tetikleyici İçerik: Şiddet, kan ve vahşet.
.
.
.
Qiao Xin bir karara vardı ve tüm insan gücünü bu işleme yatırdı. Liang Gua, bedelini ödedikleri küçük bir roldü. Bir tanıdık olarak, Er Hei’ye yaklaşabilir ve o hazırlıksızken hızla harekete geçebilirdi.
Yeterince yüksek bir fiyat için, kesinlikle cesur adamlar olurdu. Sadakatin ne önemi vardı? Arkadaşlığın değeri ne kadardı?
Sadece Liang Gua’nın kendisi de ağır bir bedel ödedi. Ama kimsenin ölmesi ya da yaşaması umurunda değildi.
Qiao Xin’in Jianghai’deki siteleri parçalamak için gönderdiği ana lider, Liu Pao lakaplı sağ koluydu. Bu kişi aynı zamanda eyalet başkentinde tanınmış bir savaşçıydı. Dövüşme yeteneğiyle ünlendi ve cinayet işleyip hapse girdi. İnanılmaz bir figürdü. O gece insanları getirdi ve Yang Lei ve Fang Yu ile savaşmak için Zheng Da Gece Kulübüne koştu. Ayrıca, ikinci gece Luo Jiu’nun mülklerini paramparça etti. Onları mahvettikten sonra bir saniye bile durmadı ve bir gecede eyalet başkentine döndü. Güçlü bir ejderha bile yerel bir yılanı yenemezdi. Liu Pao şiddetliydi ama aptal değildi.
Jianghai’ye kaç kişi getirirse getirsin, bilmediği bir zeminde savaştığını biliyordu. Bir yabancı ne kadar harika dövüşse de, kendi topraklarında olmanın avantajıyla karşılaştırılamazdı. Hua Mao ile karşılaşma savaşında, Liu Pao’nun asistanı Hua Mao tarafından neredeyse sakatlanıyordu. Liu Pao savaşmaya devam etmedi. Eyalet başkentine döndü ve Qiao Xin’in bir sonraki talimatını bekledi.
Qiao Xin de Luo Jiu’nun hareketini bekliyordu ama Luo Jiu hiçbir hareket yapmadı.
Sessizliğin ardından fırtına çıktı.
Er Hei uyandığında karısı Xiao Qin’i görmedi. İlk sözleri bir soruydu: “…Xiao Qin… o nasıl?”
“Xiao Qin iyi. Seni bekliyor,” dedi Lao Liang, Er Hei’ye gülümseyerek.
Yakındaki birkaç kişi sessizce orada durdu.
“…oğlum… iyi mi? …” Er Hei hala Xiao Qin’in karnındaki çocuğu düşünüyordu.
“…..”
Herkes sessizdi.
Lao Liang kasıtlı olarak rahat bir ton kullandı, “…Çocuğunu düşünüyorsan, bir an önce iyileşmelisin. Bir baba yatmaya devam ederse nasıl görünür?”
Er Hei gözle görülür bir şekilde rahat bir nefes aldı ve herkese zayıfça gülümsedi. Gülümsemesi güven verici ve tatmin ediciydi.(kahroldum)
Kalabalığın arkasında, Fang Yu arkasını döndü ve hastane odasından çıktı.
Yang Lei onu takip etti. Dışarıdaki bankta Fang Yu tek başına oturuyordu. Yang Lei omzunu tutarak yanına oturdu.
O gün Yang Lei, patronu Yan Ziyi’den bir telefon aldı.
“Ne?” Yang Lei endişeliydi, “Da Ge! Sen…”
Yan Ziyi’nin telefonu, Yang Lei’ye bu konuya karışmamasını söylemek içindi.
Yan Ziyi ve Qiao Xin’in iş anlaşmaları vardı. Qiao Xin, Yan Ziyi ve Luo Jiu’nun ortak olacağından korkuyordu. Olaydan sonra zaten Yan Ziyi’yi aramış ve ona haber vermişti.
Yan Ziyi ve Qiao Xin arasında hiçbir dostluk olmamasına ve Luo Jiu ile olan ilişkisiyle kıyaslanamayacak olmasına rağmen, Luo Jiu kesinlikle başkalarının bu konuya karışmasına izin vermezdi. Mülke zarar verme meselesi de dahil olmak üzere, Luo Jiu çok fazla aşağılanmıştı. Luo Jiu gelecekte kendi başına halletmezse, çete işine devam edemeyecekti.
Yan Ziyi tarafsız pozisyonda durdu. Açıkça iki tarafı da tutması onun için iyi değildi. O eski bir Jianghu’luydu ve bu prensibi anlamıştı.
“Hemen geri dön. Karışma!” dedi Yan Ziyi.
“Çok geç! Zaten buradayım. İnsan getirmeyeceğim ve seni temsil etmeyeceğim. Kendim giderim!” dedi Yang Lei.
“Benim halkımdan biri olduğunu kim bilmez ki?” Yan Ziyi, Yang Lei’nin inatçılığının yeniden alevlendiğini biliyordu.
“Da Ge! Bu olanlardan sonra Fang Yu’yu umursamadan bırakabilir miyim? Yüzümü mü kapatmalıyım?”
Yang Lei’nin sesi yükseldi, “…Fang Yu’nun işi benim işim! Üzgünüm Da Ge! Beni durdurman gerekiyorsa, şimdi benden kurtulabilirsin!”
“Sen… Ah…” Yan Ziyi şaşırmadı. Yang Lei ve Fang Yu’nun ne kadar yakın olduğunu bilmez miydi? Yang Lei şu anda boş boş durabilseydi, başlangıçta bu çocuğu sevmezdi ve onu emri altına almazdı.
“…Daha fazla insan yanına al. Bildiğimi söyleme. Beni duyuyor musun?”
Yan Ziyi telefonu kapattı.
Yang Lei arkasını döndü. Fang Yu’nun arkasında durduğunun farkında değildi.
“Bu seni ilgilendirmez. Geri dön. Yan Ge’yi engelleme.” dedi Fang Yu.
“Ne demek beni ilgilendirmez?”
“Bu sefer farklı.”
Yang Lei gerçekten Fang Yu’nun gözlerinin farklı olduğunu hissetti. Onu tanıdığından beri, Fang Yu dövüşüyor olsa bile çoğunlukla tembeldi. Fang Yu’yu hiç bu kadar ciddi görmemişti.
Şu anda, Fang Yu’nun gözleri ağırdı. Çok ağır.
“Farklı derken neyi kastediyorsun? Nerede olursan ol ben orada olacağım!” dedi Yang Lei.
Fang Yu konuşmadı. Arkasında çok ses çıkaran birçok erkek kardeş vardı. Bu yaygarada Fang Yu, Yang Lei’ye baktı.
………
Liu Pao ve diğerleri eyalet başkentine döndükten sonra, bu geceki başarı onları hâlâ heyecanlandırıyordu. Bu insanlar, onlara güç ve aura verdiği için çeteleri en çok çöpe atmayı seviyorlardı. Luo Jiu kimdi? Ne kadar muhteşem olursa olsun, orası Jianghai’ydi. Eyalet başkentiyle kıyaslanabilir miydi?
Liu Pao, eyalet başkentinde yenilmez olduğunu düşünüyordu. Qiao Xin, onlara bu iki gün boyunca ortalıkta görünmemelerini söyleyerek ona zaten hatırlatmış olsa da, Liu Pao kendisinin eyalet başkentinde pislik olduğunu düşünmeye alışmıştı. Luo Jiu’nun eyalet başkentine gelip çılgınca hareket etmeye cesaret edeceğine hiç inanmamıştı. Gelse bile korkmuyordu.
Hâlâ kibirli olan Liu Pao, o gece eyalet başkentindeki kahramanlar için Yuehai Restoranında büyük bir ziyafet düzenledi. Mücadeleye katılan herkesi kutlama ziyafetinde yemek yemeye davet etti. Yemekten önce para gönderdi. Bu insanlar sadakat için savaşmadılar. Bir çeteyi çökertmeye gittiklerinde ücreti almaları gerekiyordu ve parayı hemen istediler. Qiao Xin’in çeteleri gerçekten gelişmişti. Piyasa ekonomisi saflarına ilerlemede başı çektiler.
O gece Yuehai Restaurant pırıl pırıldı ve konuklarla doluydu. Dışarıdan tavandan tabana devasa şeffaf cama bakıldığında, müreffeh bir manzaraydı. Liu Pao ve diğerleri neşeyle sarhoş olurken, Yuehai Restaurant’ın girişinde bir konvoy durdu.(geldiler yigitlerim)
Araçtakilerin yere indiği andan itibaren bölgede 1990’ların en sarsıcı seri çatışması patlak verdi.
Kan bir nehir gibi aktı.
Fang Yu, Yuehai Restoranına eli boş girdi.
Vücudundaki tek şey beline bağlı bir zincirdi. Köpekleri bağlamak için kullanılan çok yaygın bir demir zincirdi.
Fang Yu barı geçerken yol boyunca bir kumaş şeridi çıkardı, bardan birkaç kutu bira aldı ve elinde taşıdı.
Liu Pao’nun masasında oturan insanlar hâlâ yemek yiyor ve içiyorlardı. Liu Pao’nun sırtı kapıya dönüktü. Her yere tükürük saçarak konuşuyordu.
Masadaki biri başını kaldırdı ve sakince yürüyen Fang Yu’yu gördü. Fang Yu’yu tanımıyordu ama insan içgüdüsü tehlikeye karşı en bilinçaltı tepkiyi verir.
O kişi aceleyle bağırdı, “Pao Ge!”
Liu Pao arkasını döndüğünde, aniden boynuna bir demir zincir bağlandı. Liu Pao’nun devasa bedeninin tamamı iki veya üç metre yukarı ve dışarı sürüklendi. Liu Pao, boğulmaktan morarmış bir yüzle kollarındaki silahı çıkaramadan, rüzgarın şiddetli sesiyle kontrollü bir çelik borudan daha az güçlü olmayan Shu Ting konserve birasıyla dolu ağır bir paket aniden yüzüne çarptı.
Liu Pao sesle birlikte düştü. O ve masa birkaç yüksek sesle yere devrildi.
Yere düşen Liu Pao’nun yüzü kan içindeydi. Tüm burun köprüsü ve elmacık kemikleri paramparça olmuş, son derece korkunç görünüyordu.
Liu Pao’nun suç ortaklarının hepsi şaşkına dönmüştü. Liu Pao’nun birkaç saniye içinde yere serildiğini kimse görmemişti. Tepki veremeden Lao Liang, Hua Mao ve arkalarındaki elli altmış kişi, geniş ve parlak palalarla koştu. Bu insanlar tam silahlarını çıkarırken kar benzeri bıçaklarla yüzlerini ve vücutlarını kestiler. Yere yığılmadan önce silahlarını çekmeye vakti olmayanlar bile vardı…
Liu Pao mücadele etti ve emekleyerek yukarı çıkmak istedi. Fang Yu ayağını kaldırdı ve bir tekmeyle bileğini kırdı. Zinciri Liu Pao’nun boğazına doğru çekti. Bir kan akışı fışkırdı. Liu Pao boğuk bir sesle çığlık attı…
Birisi bıçağını kaldırdı ve arkadan Fang Yu’ya koştu. Oracıkta adam köşeli çelikle parçalandı. Hiç inlemeden yere düştü. Yang Lei vücudunu tekmeleyerek yoldan çekti. İki çelik boru aynı anda ona çarptı. Yang Lei’nin kolları kişiyi yakaladı ve öne doğru sürükledi. Her ayağına diz kapağından bir tekme onu topallattı. Çelik boruyu sıkıştırarak kafalarına yatay olarak vurdu. İki kişinin kafaları patladı…
Fang Yu’nun sol kolu hâlâ gazlı bezle bağlıydı. Yanındaki Yang Lei’ye baktı. Fang Yu’nun yan tarafındaki girişten birkaç metre uzakta, Yang Lei’nin vücudunun üst kısmı zaten kanla kaplıydı.
“Başkasının!”
Yang Lei, Fang Yu’ya bir cümle verdi. Aniden Fang Yu’ya doğru saplanmaya hazır bıçağı kaptı ve diğer tarafın kürek kemiklerine o kadar derin sapladı ki görünürde sap yoktu…
Fang Yu, onlara doğru koşan birini yakaladı. Onu hazırlıksız bir şekilde geri fırlattı ve arkalarındaki Lao Liang kalabalığının arasına savruldu. Kalabalık bir anda yükseldi, palalar aşağı yukarı uçuşuyordu…
O gece, Yuehai Restaurant’ın dışındaki sokaklarda parlak ışıklı şeffaf camdan bu kavgayı gören tüm insanlar şaşkına döndü. Cesurca görenlerin ifadesine göre, içerideki bir sıra kişi cama bastırılarak acımasızca dövüldü. Arkalarında durmadan büyük bıçaklar kaldırıldı. Yerden tavana cam pencereye sıçrayan kan akışı birbiri ardınaydı. Camın arkasından bile çığlıkları duyabiliyorlardı. Bu korkunç ve kanlı sahne, çete gücünün kol gezdiği eyalet başkentinde de görülmemişti. Kesilenlerin, eyalet başkentine hakim olan Qiao Xin’in astları olduğundan bahsetmiyorum bile!
Bu sahne 1-2 sene sonra olsa izleyenlerin aklına mutlaka bir şarkı gelirdi. Bundan kısa bir süre sonra, tüm ülkede popüler olan “Young and Dangerous”un tema şarkısı “Invincible”.
Adalet denilen nedir? Kim yenilmez?
Yine de doğru ve yanlış, iyi ve kötüyü belirlemek zordur.
Gökleri ve yeri belirlemeye hakkı olan, tabii ki şahitlik edebilir.
Hangi geçmişe sahip olurlarsa olsunlar…
Belki bir kez harekete geçtiklerinde, dünyayı kontrol edebilirler.
Sadece ağızlarını açsalar bile, hava titriyor
Hak eski de olsa göklerde ve yerde vardır.
Hangi mazeret olursa olsun…
Yang Lei ve Fang Yu farklıydı. Fang Yu bıçak getirmedi. Mevcut nesneleri kullandı. Elindeki her şey bir silahtı. Bu şekildeki avantaj, kontrollü aletler kullanmamasıydı. Polise yakalansa darp mertebesine bile varmazdı. Yang Lei bunu umursamadı. Soğuk çelik silah uzmanıydı. Büyük bıçaklar, ordu hançerleri ve kazıyıcılar kullandı. Bu soğuk çelik silahlar kullanıldığında kesinlikle kan çekerdi. Bir hamle yaptığında kesinlikle insanlara zarar verirdi.
Bazıları, o gün içeriye baktıklarında, elinde büyük bir bıçak tutan genç bir adamın insanlarla dövüştüğünü gördüklerini söylediler. Sadece izlemek bile hepsinin titremesine neden oldu. Vücudu kana bulanmıştı ama kanın hiçbiri kendisine ait değildi.
Bazıları içeride bıçaksız ve sadece demir zincir taşıyan birinin olduğunu söylediler. Bıçaklarla saldıran diğer insanlardan bile daha korkunçtu. Zincir, dışarıya doğru sıçrayan bir kan izi bıraktı. Daha sonra zincir artık siyah değil, parlak kırmızıydı…
Bu iki kişinin geçtiği yerler ise tam bir kan yoluydu. İkisine yaklaşan insanlar ya çığlık atarak yere düşmüşler ya da beş adım ötelerine kanları sıçramıştı.
.
.
.
Aslanlarım benim be Allah’ım düştüm düştüm kaldırın beni of çok iyiydiler. 🤤🤤🤤