Switch Mode

Old Injury Bölüm 56

-

Eğer Daha Sert Bir Kalbim Olsaydı, Daha Az Sorun Yaşardım.
.
.
.

Song Bai Lao uzun bir süre uçurumun kenarında durdu, güneş ışığı biraz altın kırmızısına dönene kadar. Baldırım biraz ağrıyordu ve isteksizce bakışlarını geri çekti.

“Hadi gidelim.” Villaya doğru yorgun bir adım attı.

Daha fazla konuşmadan arkasından gittim. Pek belli etmese de bana kızgın olduğunu biliyordum.

Hiçbir şey bırakmadığım için kızdığını düşünecek kadar duygusal olamazdım. Beni suçladı, çünkü tek kelime etmeden saksıdaki toprağı boşaltmıştım.

Batan güneşin altında gölgesi çok uzun çizilmişti. Aramızda iki metre mesafe bırakarak arka arkaya yürüdük. Ne zaman bir adım atsam, gölgesine basıyordum.

Gölgelerle oynanan bu tür oyunları sık sık oynarım. İletişim kurmaya gerek yok, cevap vermeye gerek yok, bir gün boyunca tek başıma oynayabilirim. Bazen Song Bai Lao uyuyakalırdı ve ben gizlice gölgesiyle oynardım.

Gölgesi ondan çok daha iyi ve ona dokunursam asla sinirlenmeyecek.

Malikâneye dönünce, Li Xun belgeleri almaya geldi ve Song Bai Lao onu çalışma odasına götürdü.

“Bay Song, Avukatımız Wu Ruan ailesi ile olan dava hakkında sizinle görüntülü bir görüşme yapmak istiyor…” Li Xun yürürken iş hakkında konuştu, hiç vakit kaybetmeden ikisi kısa süre sonra merdivenlerin köşesinde gözden kayboldu.

Konuşulacak çok fazla şey olabilir ve akşam yemeğine kadar kimse aşağı inmeyebilir.

Bir masa dolusu yemek karşısında iştahım yoktu, bu yüzden yarım kase yedikten sonra durdum. Başımı kaldırdı ve Song Mo’nun önündeki tabakta pirinç taneleri olduğunu gördüm. Yedikten sonra neredeyse ağlıyordu ve kaşığı tutan eli hala titriyordu.

İki gün önce elindeki alçı çıkarıldı ve rehabilitasyona devam ediyor. Fizyoterapist çocuğun acıdan korktuğunu ve yaralı eliyle bir şeyleri tutamayabileceğini söyledi. Mümkün olduğunca iki elini de kullanması için onu teşvik etmemizi istiyor.

Ancak Song Mo alışılmadık bir çocuk. Fizyoterapist ona sadece daha fazla egzersiz yaparak daha hızlı iyileşebileceğini söylediğinden beri, her zaman yaralı eliyle yemek yiyor. Bu bana doğal olarak Song Bai Lao’nun kırbaçlandığı zamanki görüntüsünü hatırlattı. Eskiden sadece görünüş olarak Song Bai Lao’ya benzediğini düşünürdüm, ama şimdi aniden biraz duygusal hissediyorum, sonuçta baba ve oğullar. Song Bai Lao bazı açılardan Luo Qinghe’ye benziyor ve Song Mo, Song Bai Lao’nun etkisinden tamamen kurtulamaz.

Bunlar “ebeveynlerdir”, sizin asıl öğretmenleriniz olurlar, size dünyaya karşı tutumunuzu öğretirler, üç görüşünüzü belirlerler ve karakterinizi etkilerler.

“Momo, elin titriyor, bir daha bu elini kullanma.” Kaşığı Song Mo’nun elinden çektim, diğer eline geçmesini istedim.

Song Mo bana masumca baktı: “Ama… doktor daha iyi ve hızlı olmak için daha fazla egzersiz yapmam gerektiğini söyledi.”

“Doktor adım adım ilerlemeni ve her gün yavaş yavaş yapmanı, yaralı elinle her şeyi bir anda yapmana izin vermemeni söyledi. ” İçimi çektim, “Ters etki yaratacaksın.”

Başını salladı, itaatkâr bir şekilde diğer eliyle kaşığı aldı: “O zaman değişeceğim anne, mutsuz olma, kız kardeşim de etkilenecek. Ben mutlu değilim.”

Ne zaman bilmiyorum, bir “kız kardeşe” hamile olduğuma karar verdi.

Başını komik bir şekilde okşadım: “Mutsuz değilim, sadece kendine zarar vermenden korkuyorum.”

Yemekten sonra Song Mo ile bir süre Kızma Birader oynadık ve iki çizgi film bölümü izledik. Jiu Teyze yorgun olduğumdan korkmuş olacak ki Song Mo’yu erkenden uyuması için ikna etmek zorunda kaldı.

Song Mo isteksizce giysilerimin bir köşesini tuttu ve iri gözlerle aşağıdan yukarıya doğru ürkekçe bana baktı. Ne demek istediğini anladım ve ona masal okumayı teklif ederek uyuyana kadar yanından ayrılacağıma söz verdim.

Birdenbire güldü ve cilveli bir şekilde “Annem en iyisi!” dedi.

Ayağında hala alçı vardı, bu yüzden kısa sürede kendi başına yürüyemedi. Onu odaya geri götürmek istedim ama Jiu Teyze bunu görünce hemen durdurdu.

“Geleceğim, ben de geleceğim, şimdi dikkatsiz olamazsınız.” Song Mo’yu kucağına aldı ve yatak odasına doğru yürüdü.

Onun güçlü figürüne baktığımda, kalbimde biraz karışıklık hissettim.

Bu bana yürüyen bir porselen bebek gibi davranmaktı. Bu kadar uzun bir hayat yaşadım ve hiç böyle muamele görmedim.

Song Mo ile birlikte büyük yumuşak yatakta uzanırken, yatağın yanındaki hikaye kitabını aldım, kitap ayracının olduğu sayfayı çevirdim ve yavaşça, “Akıllı olmak istiyorsan, bazen yalan söylemen gerekir…” dedim.

Küçük Prens’i kaç kez okuduğumu bilmiyorum ama Song Mo’nun bu kitaba karşı bir zaafı var. Kendi ifadesiyle, Song Bai Lao’nun “çocukken” ona okuduğu ilk hikaye kitabıymış ve bunu hep hatırlamış.

Bu arada, Song Bai Lao ile evlenmeden önceden beri benim küçük hayranımdı ve canlı yayın sırasında “Küçük Prens “i okuduğum videoyu da toplamıştı. O beş yaşında bir çocuk, nasıl oldu da yanlışlıkla benim canlı yayın odama girdi? Ondan sonra başkalarının canlı yayınlarını takip etmesini izlemedim, Amber’i sadece benim için indiriyor gibiydi.

“Momo, canlı yayınımı ilk kez nasıl izledin?”

Song Mo zaten biraz uykuluydu ve gözlerini açıp şaşkınlıkla, “Şurada… Gördüm,” dedi.

Bunu uzun süre düşündüm ve ne demek istediğini anlamadım, sorudan vazgeçmekten başka çarem yoktu.(babası izliyordur😌)

İki sayfa okuduktan sonra Song Mo tamamen uykuya daldı. Yorganı onun için dikkatlice örttüm ve sonra yatak odama geri döndüm.

Gecenin bir yarısı aniden uyandım, pencerenin dışında rüzgâr esiyor, ormandaki dalları ve yaprakları hışırdatıyordu, sanki bir sonraki an hepsi yıkılmak üzereydi. Saate baktım, saat sabahın ikisiydi, yatağın diğer tarafı hala boştu ve Song Bai Lao geri gelmemişti.

Bugünlerde yatakta yatarken, çok fazla ev ödevi yaptım, hamilelik sırasında bazen tepkimin mantıksız olduğunu biliyorum ve tıpkı şimdi olduğu gibi geliyor…

Birden midem bulandı ve neredeyse bir saniye içinde kusmak için güçlü bir dürtü duydum, hemen banyoya koştum ve tuvalete tükürdüm, hepsi acı suydu.

Kustuktan sonra ağzımı suyla çalkaladım, zonklayan karnımı ovdum ve aşağı inip bir bardak sıcak su doldurmayı planladım.

Birinci kattaki kütüphanenin önünden geçerken birden içeriden gelen cam kırılma sesini duydum. Adımlarımı durdurdum, kapının aralığından sızan ışığa baktım ve kapıyı tereddütle iterek içeri girdim.

Güçlü bir alkol kokusu vardı, kaşlarımı çattım ve Song Bai Lao’yu sıcak sarı okuma lambasının altında buldum.

Kanepede sessizce oturuyordu, yalnız ve mutsuzdu, kucağında bir kitap vardı ve ona bakıyordu.

Yaklaştığımda bunun Song Xiao’nun fotoğraf albümü olduğunu ve içindeki mektubun çıkarılarak sehpanın üzerine konulduğunu fark ettim.

Vicdan azabıyla başımı çevirdiğimde yerde, sehpa ile kanepenin arasında kırık bir şarap şişesi buldum. İçki halıyı boyuyor ve güçlü alkol kokusunun kaynağı oluyordu.

Song Bai Lao yavaşça başını kaldırdı, benim olduğumu gördü ve gülümsedi: “Buradasın…”

Bazı insanların yüzü çok fazla içtikten sonra giderek daha kırmızı olurken, diğerlerininki sadece solgunlaşır, Song Bai Lao ikincisidir.

Solgun yüzünü ve popülaritesinin azaldığını gördüm, ses tonu olağanüstü özensizdi ve çok içmiş olması gerektiğini anladım.

Song Bai Lao dizinin üzerindeki ciltli kitabı bana doğru kaldırdı ve sehpanın üzerindeki kitabı işaret etti: “Bu annem tarafından basılmış bir fotoğraf kitabı, bunlar çocukken ona yazdığım mektuplar. Onu çok özlüyorum ama ne yapacağımı bilmiyorum. Onu nasıl affedebilirim… Affetmek bazen zordur…”

Sarhoş olduğu belliydi ve konuşması biraz yersizdi.

“Uyumaya devam et, geç oldu.” dedim.

Song Bai Lao başını salladı ve aniden beklentiyle bana, “Ning Yu, benden nefret mi ediyorsun?” diye sordu.

Bir süre nutkum tutuldu ve bu soruya çok hazırlıksız yakalandım. Beni yanlış anladığında elbette şikayet ederdim, hatta buna içerlerdim. Ama şimdi, ondan ne için “nefret” edeceğim?

Uzun zaman cevap vermedim ve nasıl cevap vereceğimi de bilmiyorum.

“Benden nefret etmiyorsun.” Gözlerimin içine baktı ve sarhoşluktan ıslanmış kara gözleri yavaş yavaş karardı, “Beni sevmiyorsun, benden nefret etmiyorsun, bana karşı hiçbir şey hissetmiyorsun. Başka erkeklerden hoşlanabilirsin ama benden hoşlanmıyorsun çünkü çok fazla yanlış şey yaptım, çünkü buna değmem, artık beni affedemezsin… Değil mi?”

Gerçekten sarhoş olup olmadığından emin değildim, şu anda ayık olduğundan daha mantıklıydı.

“Sarhoşsun sen.” Onu yukarı çekmek istedim ama elimi tuttu ve beni kucağına sürükledi.

Bunun üzerine fotoğraf kitabı halının üzerinde donuk bir ses çıkararak düştü.

Bana sıkıca sarıldı ve başını boynumun yanına gömdü: “Özür dilesem bile beni affetmeyeceksin…”

Sıcak nefesini tenime üfledi, titremekten kendimi alamadım. Ağır alkol kokusunun altında gizlenmiş, vücudundaki feromon nefesi burnuma girdi ve midemdeki rahatsızlığı başarıyla yatıştırdı. Bir iksir gibi, kontrolsüzce ona doğru daha fazla eğilmemi sağladı.

“Söylemezsen nasıl bilebilirsin ki?” Gözlerimi kapattım.

Boyun çukuruna basılan dudak bir yay oluşturuyor gibi görünüyor: “İstemiyorum.” Alçak bir sesle, “O zaman gerçekten… hiçbir şeyim kalmaz.” dedi.

Gözlerimi açtım ve uzun süre afalladım. Kalbim sebepsiz yere aniden ve şiddetle acıdı.

“Hepiniz beni bırakıp gideceksiniz… Bir tek ben varım…” dedi sertçe ve sesi yavaş yavaş iç çekişinde kayboldu.

Bana sarılan bedeni biraz daha ağırlaştı. Uzun bir süre cevap vermediğini görünce elimde olmadan onu ittim.

“…Song Bai Lao?”

Bana cevap veren şey kulaklarımdaki derin nefes alma sesiydi.

Gerçekten bana böyle sarılarak mı uyudu?

Güldüm ve bağlarından kurtulup kanepeye uzanmasına yardım ettim. Uyuyan bir güzel gibi hiç tepki vermedi, sürekli onunla oynamama izin verdi.

Üstünü örtmek için bir battaniye getirdim ve yerdeki kırık şarap şişelerini ve fotoğraf albümlerini temizledim. Tüm bunları yaptıktan sonra ağrıyan belimi ovdum ve kanepede uyuyan, hiçbir şeyden haberi olmayan Alfa’ya baktım.

Sıcak sarı zemin lambası karşıdaki kitaplığa gölgelerimizi düşürdü. Başparmağım işaret parmağımı kavradı, bir daire oluşturdu, kitaplıktaki kalkık buruna gitti ve parmak uçlarımı oynattım.

Belli ki hiçbir şey oynanmamıştı ama yine de yüksek sesle güldüm. Ancak Song Bai Lao’nun huzur içinde uyuduğunu görmek için geri döndüğümde, gülümsemem yavaş yavaş azaldı ve sonunda sadece hafif bir tat kaldı.

Bu kez elimi uzattım ve parmak uçlarım doğrudan yanağına düşerek yüzünün yan tarafını dikkatlice kapattı.

“Hayır.”

Birbiri ardına çınlayan yağmur sesleri kütüphaneyi daha da tenha hale getirdi.

Kalkıp yatak odasına dönmeden önce yarım saat daha oturdum.
.
.
.

Bai Lao’nun ukemizi ne kadar sevdiğini iliklerimde hissetmek istiyorum ve bence yazar ayrıntılarda bunu bize ima ediyor gelecek bölümlerde daha iyi anlayacağız.

Bu kitabın ingilizce kaynağı çeviri değil MTL, bilmem fark ettiniz mi gerçi ben baya edit yapıyorum her bölümü ama yazarın dili çok hoş ve anlam bütünlüğü korunuyor.

MTL demek ne demek derseniz çinceden direk makine çevirisi yapıp İngilizceye çevirmişler üzerinde yazım imla noktalama vs oynanmamış Allah’tan tarihi bir kitap değil bir sürü deyim atasözü vs yok.

Ama bence çevirim fena değil canlarım ne diyorsunuz🫰

Yorum

4.7 3 Oylar
Article Rating
Subscribe
Bildir
guest
0 Yorum
En Yeniler
Eskiler Beğenilenler
Satır İçi Geri Bildirimler
Tüm yorumları görüntüle

Ayarlar

Karanlık Modda Çalışmaz
Sıfırla
0
Düşüncelerinizi duymak isterim, lütfen yorum yapın🫶x