Tüm şamata sona erdiğinde saat gece yarısını çoktan geçmişti.
Sheng Mingyang ve Jiang Ou’nun neye başvurduklarını kim bilebilirdi ki, her halükarda Jiang Tian’ın kalmasını sağlamayı başarmışlardı. Sheng Wang yatak odasının kapısından dinledi, ancak yakaladığı her şey tutarsızdı . Yine de, daha önce tanık olduklarından bir çıkarım yaptı ve merhametli davrananın bir kez daha Jiang Ou olduğunu anladı. Jiang Ou o yalvaran ama temkinli bakışını takındığı sürece, Jiang Tian çok sert olmaya dayanamazdı.
Ayak sesleri yukarıdan bölük pörçük geliyordu, Sheng Wang hâlâ kapıya yaslanmıştı ki Sheng Mingyang’ın şöyle dediğini duydu: “Xiao-Tian, bu yatak odasında kalabilirsin.”
Sheng Wang’ın odasının karşısında bağımsız bir banyo ve çalışma odası vardı, babasının deyimiyle ‘bu yatak odası’ hemen yanındaydı. Ev pek yeni sayılmasa da bir noktada tamamen yenilenmişti ve iyi bir ses yalıtımına sahipti. Ne olursa olsun, odalar yan yana olduğu ve hatta bir duvarı paylaştıkları için birbirlerini az çok duyabiliyorlardı.
Sheng Wang özel alanının işgal edildiğini hissetti, kızgınlığına bir parça gariplik karıştı.
Telefonu aniden titredi. Sheng Wang kayıtsızca telefonunu karıştırdı; Arkadaşı hala iki kıdemlinin ilerleyişi hakkında onu bilgilendiriyordu.
Yengeç:
İyi haber, sonunda sorunun ilk bölümünü çözdüler. Hatta duvarın diğer tarafından onların coşkusunu hissetmeyi başardım, sonra yurtları devriye gezen öğretmenden uyarı aldık.
Yengeç: Hey, hala uyanık mısın?
Yengeç: ??
Sheng Wang telefonu dudaklarına yaklaştırdı: “Saat daha o kadar geç olmadı, hâlâ ayaktayım.”
Yengeç: Saat 12.30 oldu bile. Senden ne haber? İlerlemen nasıl?
Konserve: “Fırsat bulamadım.”
Yengeç: Ha? O zaman bunca zamandır ne yapıyordun?
Konserve: “Bir aile pembe dizisine tanıklık ediyordum.”
Ne de olsa arkadaşı onun önceki yurt oda arkadaşıydı, oldukça yakındılar ve evdeki durumunu az çok biliyordu. Bir zamanlar durmaksızın titreyen telefon bir süre sessiz kaldı. Çok sonra arkadaşı temkinli bir şekilde sordu: Şimdi durum nedir?
Sheng Wang sesli mesaj tuşunu basılı tuttu, birkaç saniye sonra bıraktı ve onun yerine yazmaya karar verdi.
Arkadaşı sessizlikle dolu bir sesli mesaj aldı. Yanıt olarak uzun bir soru işareti zinciri gönderdi.
Sheng Wang bir açıklama yapma zahmetine girmedi. Kapıya yaslandı ve t9 klavyesinde bir şeyler yazdı: Üvey annem olmak üzere olan bir kadın oğluyla birlikte taşındı, oğlu hemen yanımda yaşıyor, ben
Ben ne?
Bunu başkalarına söylemenin pek bir anlamı yoktu ve biraz da titizdi. Bunun en büyük nedeni, onun nazik imajına uymayan bir naziklik olmasıydı. Sheng Wang böyle düşünürken, önceden yazdığı kelimeleri sildi ve sesli mesaj gönderdi: “Önemli bir şey değil, sadece şu anda yan komşum olan bir torun* var ve nezaketen ona ge demek zorundayım.”(yaşça küçük birine torun demek biraz hakarettir)
Sözleri muğlaktı, arkadaşı bunun türünün tek örneği bir akraba olduğunu düşündü ve anında rahatladı.
Yengeç: O zaman onu çağırdın mı?
Konserve: “İmkansız, ben her zaman görgüden yoksun oldum.”
Yengeç: Hahaha o zaman kovala onu.
Konserve: “Kesinlikle istiyorum. Senin köpeğin yok mu? Sonra bana ödünç ver, köpeği o odaya getirip her yere işemesine izin vereceğim, bakalım kim orada kalabilecek.”
Yengeç: Lanet olsun, anlatmayı bırak, neredeyse kokusunu alabiliyorum.
Sheng Wang neşelendi. Onun sözlerinden keyif almıştı ama birden Jiang Tian’ın avlunun dışında tek başına dururken sokak lambasının gölgesini uzattığı halini hatırladı. Oldukça gururlu ama biraz da yalnız.
Genç usta ‘ofladı’ ve devam etti: “Her neyse, çok zahmetli… Benimle konuşmaya çalışmadığı ve ders çalışmamı etkilemediği sürece sorun yok. Gözden ırak olan gönülden de ırak olur. Şimdi sorularıma geri dönüyorum.”
Yengeç: Eh? Dur bakalım.
Yengeç: Soru sormaktan bahsetmişken birden aklıma geldi, eğer ona ge demen gerekiyorsa, o zaman yandaki torunun senden daha büyük olması gerekir, değil mi?
Yengeç: En az ikinci sınıftan itibaren, değil mi? Bu soruyu ona göstermeye ne dersin, eğer çözebilirse ne ala, çözemezse onu utandırabilirsin.
Bu düşünce tarzı gerçekten biraz cüretkardı, Sheng Wang ondan çok etkilendi ve hiç tereddüt etmeden cevap verdi: Beni utandırıyorsun. Ben çevrimdışı olacağım!
Son cümle biraz sertti, StarAniseCrab korktu ve beklendiği gibi sustu.
Baba Sheng Mingyang, Jiang Tian’ın kalacağı yeri ayarladıktan sonra, Sheng Wang’ın kapısının önünde durmadan önce ayak sesleri kısa bir süre tereddüt etti ve yumuşak bir sesle seslendi: “Oğlum?” Sesi yüksek değildi, insanları rahatsız etmekten korkuyormuş gibi kapıyı da çalmadı.
Sheng Wang aslında kapının hemen arkasında duruyordu, baba ve oğul sadece tek bir tahta ile ayrılmıştı. Her şeyi yüksek sesle ve net bir şekilde duyuyordu ama yine de cevap vermedi.
Sheng Mingyang bir kez daha seslendi. “Oğlum?”
Sheng Wang hala cevap vermedi.
Bir süre sonra, Sheng Mingyang’ın Jiang Ou’ya alçak sesle şöyle dediğini duydu: “Bir saatten fazla oldu, muhtemelen uyuyordur.”
“Gerçekten mi?” Jiang Ou biraz emin değildi.
“Öyle olmalı.” Sheng Mingyang duvar saatiyle zamanı hesapladı ve mırıldandı: “Neredeyse bir oldu, önce aşağı inelim.”
Kasıtlı olarak hafifletilmiş ayak sesleri odadan uzaklaştı ve merdivenlerden aşağı indi.
Sheng Wang belli belirsiz babasının şöyle dediğini duydu: “Yarın sabah uçağına yetişmem gerekiyor, biraz onunla ilgilenmeme yardım et.”
Sheng Wang masaya ancak merdivenlerdeki hareketlilik tamamen kaybolduktan sonra döndü. Masaya otururken kitabını bir kenara itti, ayakları sandalyenin kenarındaydı, sınav kağıdı kucağında yayılıyordu. On dakika boyunca kağıda baktı, kafası karmakarışıktı ve net bir düşünce silsilesi yoktu.
Başını kaldırdı, vücudunun üst kısmı hafifçe geriye yaslanmıştı.
Bu açıdan, yan odadaki pencerenin yarısını görebiliyordu. Özellikle bir masa lambasından gelen ışık perdelerin arasından cama yansıyordu. Bununla Jiang Tian’ın muhtemelen ev ödevini de aceleye getirdiği anlaşılıyordu.
Fizik dersinin tamamlanıp tamamlanmadığını merak etti…
Muhtemelen bitirmesi gerekiyordu, zaten gece kendi kendine çalışma sırasında alıştırma kağıtları yapıyordu, eğer hala buna takılırsa en iyi öğrenci adına hizmet etmiş olacaktı.
Ya o da son soruyu nasıl çözeceğini bilmiyorsa?
Ama o kişi tam puan almıştı.
Muhtemelen kafasının içinde bir Yengeç yaşıyordu ve durmadan onunla tartışıyordu.
Sınav kâğıdı ya da itibarı, ikisinden birini seçmek zorundaydı.
Sheng Wang’ın elindeki kalem birkaç tur döndü ve sonunda masaya vurdu: İtibarı seçiyorum.
Beş dakika sonra genç usta, ölümle tanışan yüzünü sürükledi ve onunkinin yanındaki kapının önünde durdu. İsteksizce kapıyı çalmadan önce elini üç kez kaldırdı.
“Kim o?” Jiang Tian’ın sesi kapının arkasından geliyordu, soğuktu.
Bu kişi, başka birinin çatısı altında yaşarken bile, dikkatli davranmaya ve sinmeye hiç niyetli değildi, bir “Kim o” bile o kadar büyük bir ciddiyetle soruldu ki, Sheng Wang neredeyse onun gücüyle odasına geri uçacaktı. Sol ayağını tekrar geri çekmeden önce kaydırdı ve kapı çerçevesine tutunarak stratejik olarak sağır davranmayı seçti.
Tek bir tepki bile duymayan Jiang Tian terliklerinin içinde ayaklarını sürüyerek ilerledi ve kapı kolu tıkladı ve kapı yarıya kadar açıldı.
Belli ki ziyaretçinin Sheng Wang olmasını beklemiyordu ve irkildi. Belki de içeri sürüklendiği için ona kin besliyordu, ifadesi dostça değildi, dişi ağrıyormuş ya da genel olarak bir ağrısı varmış gibi görünüyordu.
Sheng Wang söyledi. “Niye öyle bakıyorsun?”
“Çıkar ağzındaki baklayı.” Jiang Tian belli ki sohbet etmek istemiyordu.
Sheng Wang’ın ağzı açıldı, elini uzattı ve şöyle dedi: “Kalemimi geri ver.”
Jiang Tian iki saniye boyunca ifadesiz bir şekilde ona baktı ve odasına geri döndü.
Kapı boşalır boşalmaz Sheng Wang başını çevirdi ve kendi ağzına bir tokat attı.
Sen korkak mısın yakışıklı adam, korkak mısın diye soruyorum!
Sheng Wang içten içe kendisiyle alay ediyordu ama Jiang Tian kapıya geri döndüğü anda o tembel, aylak haline geri döndü.
Jiang Tian kalemi ona uzattı ve tekrar sordu: “Başka bir şey var mı?”
Sheng Wang söyledi. “Sadece bu.”
Jiang Tian başını salladı ve ikinci bir kelime etmeden kapısını kapattı.
“…..”
Sheng Wang birkaç saniye elindeki kaleme baktı ve yavaşça orta parmağını odanın kapısına doğru uzattı. Daha sonra fizik kâğıdıyla hesaplaşmaya devam etmek için odasına geri döndü.
Onun gibi sorunsuz bir öğrenci daha önce de hata yapmıştı ama bu ilk kez nasıl başlayacağını bile bilmiyordu. Bu tip öğrencilerin kötü bir alışkanlığı vardı, eğer kâğıdı mantıklı bir şekilde dolduramazlarsa uykuları kaçardı.
Birçok düşünce akımı arasında gidip geliyor, her seferinde bir yöntemin yarısına geldikten sonra onları geçiyordu. Yeterince pratik yapan insanların böyle içgüdüleri olurdu -doğru sonuca varamayabilirlerdi, ama sadece bir bakışla yanlış olanlar yeterince açıktı.
Sheng Wang hataların girdabına gömülmüştü. Yirmi dakika süren sıkıntıdan sonra nihayet kalemini bir kenara fırlattı.
Tüm dikkati küçük toplar, su damlacıkları ve viskozite üzerindeydi, ancak o zaman ayağa kalktı ve kapının dışında bir hareket duydu. Jiang Tian’ın odasından çıkıp çıkmadığını merak etti.
Ders çalışmaktan kafayı yedikten sonra gezintiye mi çıkmıştı?
Sheng Wang bir an tereddüt etti ve bir kez daha kapı kolunu tutmaya gitti.
Kapıyı açar açmaz nemli hava üzerine fışkırdı. Sheng Wang, Jiang Tian’ın az önce odasının karşısındaki banyodan çıktığını fark etmeden önce kısa süreliğine kendinden geçti. Büyük boy gri bir kısa kollu tişört giymişti, yarı kurumuş siyah saçları arkaya doğru düzgünce taranmıştı. Yeni duş aldığı her halinden belliydi.
Havluyu eline aldı, kulaklarındaki sudan kurtulmak için başını salladı, sonra Sheng Wang’a doğru baktı ve sordu: “Hâlâ bir şeye ihtiyacın var mı?”
Sheng Wang topuklarının üzerinde döndü ve doğruca merdivenlere yöneldi: “Ben su almaya iniyorum, sen git duş al.”
Bir şişe buzlu su çıkardı, kapağını çevirerek açtı, içilemeyeceğini anladı ve ancak kuyruğunu bacaklarının arasına sıkıştırarak yukarı çıkıp odasına geri dönebildi.
Sheng Wang şişeyi alnına bastırdı ve bir süre masanın üzerine yığıldı, neredeyse uyku bastırana kadar, sonra nihayet kendini ikna etmeyi başardı-Yakın gelecekte kesinlikle aynı evi paylaşacaklardı, bu garipliği sonsuza kadar sürdüremezlerdi, onlar için bir çıkış yolu olmalıydı.
Bu fizik sorusu o çıkış yolu olabilirdi.
Sheng Wang üçüncü kez ayağa kalktı ve bu sefer kararlı bir şekilde kağıdı eline aldı. Ya büyük oynayacak ya da odaya dönecekti.
Sonunda zihinsel olarak hazırdı ve yanındaki kapıyı çalmak üzereydi. Ancak kapı açıldığı anda Jiang Tian çoktan yanındaki duvara yaslanmıştı. Sol eli gönülsüzce saçlarını havluyla kurulamakla meşguldü, sağ eli ise telefonunu tutuyordu, her zamanki gibi poker suratıyla ekranını kaydırırken gözleri kısılmıştı.
Sheng Wang irkildi.”Neden kapımdasın?”
“Ağaç kütüğünün yanında tavşanı bekliyorum.” (Seni sıkıştırmak için fırsat bekliyorum diyor😅)
Sheng Wang: “…….”
Eğer onun da pek mutlu görünmediği gerçeği olmasaydı, ShengWang onun şaka yaptığından şüphelenirdi.
Jiang Tian telefonu cebine geri koydu ve sordu: “Zaten birkaç kez girip çıktın, tam olarak ne istiyorsun?”
Sheng Wang elindeki test kağıdını hemen arkasına sakladı ve uzun bir süre geçmesine rağmen tek bir kelime bile söylemeyi başaramadı. Sonunda şöyle dedi: “Bu seni ilgilendirir mi?” dedi ve kapıyı kapattı.
Bir adamın itibarı gökyüzünden daha büyüktür.
Sheng Wang ilk kez bu ifadeyi derinden hissetti. Sonunda bu sorudan vazgeçti ve hayal kırıklığı içinde yatağa yığıldı. Uyumadan hemen önce, kapısını kapattığı anda Jiang Tian’ın parmaklarına kısa bir bakış atmış gibi göründüğünü hatırlamadan edemedi. Kâğıdını görüp görmediğini bilmiyordu.
Sheng Wang sabah saat 6.10’da ruhunu yoklayan çalar saat tarafından uyandırıldı. Kendini güçlükle dışarı attı.
Odasında kendi banyosu vardı ve Jiang Tian ile yer kavgası yapmak için karşı tarafa gitmesine gerek yoktu. Bu nedenle yıkanmak ve giyinmek için fazla zaman harcamadı. Ancak sonunda her şeyi toparlayıp çantasını alarak aşağı indiğinde en geç uyanan kişinin kendisi olduğunu fark etti.
Bir zamanlar kalktığında evdeki tek hareketli canlılar kendisi ve temizlikçi kadındı.
Nüfusun aniden artmasına biraz alışkın değildi, yüzündeki sabah öfkesi büyük harflerle yazılmış kocaman bir “şaşkın” kelimesiydi. Kendine ancak Jiang Ou elinde bir kâseyle mutfaktan çıktığında gelebildi.
Jiang Tian şu anda girişte ayakkabılarını değiştiriyordu. Görünüşe göre, muhtemelen gereksiz etkileşimleri en aza indirmek ve böylece Sheng Wang’la birlikte okula gitmek zorunda kalmamak için bir tavuktan daha erken kalkmıştı.
Aslında Sheng Wang bunu kendisi de düşünmüş, dişlerini fırçalarken okula giriş saatlerini nasıl düzenleyebileceğini tasarlamıştı. Ancak karşısındaki kişi tam olarak bunu yapınca biraz sinirlendi. 16 yıldır Jianghu’daydı, sık sık taşındığı için derin bağlantılar kuramamış olsa da genel olarak insanlarla her zaman iyi bir ilişkisi olmuştu.
Jiang Tian ondan bu kadar tiksinen ilk kişiydi.
Kendinden geçtiği sırada, Jiang Tian’ın ayakkabı dolabının üzerine bıraktığı telefon birkaç kez üst üste titredi, doğruldu, telefonu aldı ve baktı.
O anda yüzündeki ifade hafifçe değişti, hem sert hem de biraz tereddütlüydü.
Ardından, parmakları hızla ekrana dokundu, diğer ayakkabısını giydi ve başını bile kaldırmadan şöyle dedi “Ji Huanyu bana para havale etti, ben de şimdi sana havale ettim.”
Sheng Wang, Jiang Tian’ın sözlerinin annesini hedef aldığını anlamadan önce şaşkındı.
Jiang Ou’nun Sheng Wang için yulaf lapası toplayan eli durdu, başını kaldırıp duvar saatine baktı ve şaşkınlıkla sordu: “Bugün günlerden ne? Sana saat altı artıda mı para aktardı?”
Jiang Tian’ın hareketi durakladı, Sheng Wang kaşlarının çatıldığını gördü, sanki bu konuya son derece karşıydı.
“Hayır, sadece söylüyordum.”
Jiang Ou oğlunun hoşnutsuzluğunu hissetti ve hemen konuyu değiştirdi: “Şimdi okula mı gidiyorsun? Xiao-Wang’ı beklemiyor musun?”
“Mm, üzerimde bir şey var.” Jiang Tian dişlerinin arasından yalan söyledi ve arkasına bile bakmadan oradan ayrıldı.
Sheng Wang yeni uyandığı için hâlâ düşük kan şekerinin etkisi altındaydı, tepkileri biraz yavaştı. Beyni hâlâ “Ji Huanyu” kısmına takılıp kalmıştı. Bu ismin bir şekilde tanıdık geldiğini düşündü, sanki daha önce bir yerden duymuş gibiydi.
Ancak refleks olarak kâseyi eline aldığında ve ilk lokmada dili yandığında aniden hatırladı. Sheng Mingyang çok uzun zaman önce Jiang Ou’nun eski kocasının adının Ji Huanyu olduğunu söylemişti.
O….Jiang Tian’ın babası değil miydi?
Sheng Mingyang’a göre, Jiang Ou eski kocasından boşandığında her şey çok barışçıldı, özellikle şiddetli çatışmalar yaşanmadı, utanç verici ileri geri konuşmalar da olmadı. Oğulları küçük yaşına rağmen, erken gelişmiş denecek kadar olgundu, onları durdurmaya çalışmadı bile.
Ve böylece 13 yıl boyunca birlikte yaşayan insanlar kendi yollarına gittiler. Ji Huanyu bir iş girişimi için arkadaşıyla birlikte yurtdışına gitti, Jiang Oura oğlunu büyüttü ve hayatları artık kesişmedi.
Sheng Wang durumun tam olarak nasıl olduğunu bilmiyordu ama en azından şimdilik Ji Huanyu oğluna düzenli aralıklarla para göndermeyi unutmamıştı ve Jiang Ou da herhangi bir kızgınlık ya da şikayet göstermemişti. Bu zaten kötü bir durumun en iyisiydi. Yine de Jiang Tian’ın tepkisine bakılırsa babasını pek sevmiyor gibiydi? Hatta ondan biraz nefret mi ediyordu?
Sonuçta bunun Sheng Wang’la hiçbir ilgisi yoktu. Bunu sadece belli belirsiz düşündü ve sonra aklının bir köşesine bıraktı.
Jiang Ou’nun kendisine yakınlaşma girişimini kabul etmeye hiç niyeti yoktu ama yine de size gülümseyen birine vurmak gibi bir şey yapamazdı. Bu nedenle, o kahvaltının üstesinden gelmek özellikle zordu ve sanki son yemeğini yiyormuş gibi katlandı.
Sonunda yulaf lapasını güçlükle mideye indirdi ve başını kaldırmadan veda ettikten sonra oradan ayrıldı.
Şoför Xiao-Chen tesadüfen Sheng Mingyang’ı havaalanına gönderdikten sonra geldi ve tam zamanında Sheng Wang’ı almayı başardı. Ön koltuktan şaşkınlıkla sordu: “Sheng-ge seni ve Xiao-Jiang’ı okula getirmemi söyledi, nerede o?”
“Çoktan gitti.” Sheng Wang gözlerini devirdi ve ısrar etti: “Hadi gidelim amca, hala kurtarmam gereken bir soru var.”
Fuzhong’da ikinci sınıflar için dersler sabah 7’de başlardı, ancak çoğu öğrenci sınıfa yirmi dakika önce gelir, ödevlerini aceleye getirmek zorunda olanlar acele eder, cevaplarını birbirleriyle kontrol ederdi.
Sheng Wang daha önceki okullarında ders zili çaldığında hep tam zamanında sınıfa girerdi, bugün ilk kez bu kadar hevesliydi.
Sınıf bir pazar yeri kadar gürültülüydü, tek bir kişi bile yerinde düzgün durmuyordu, eğer öndeki kişi başını arkadaki kişiyle birleştirmemişse, daha da uzakta bir yardımcı bulmak için masaların üzerinden geçiyorlardı. Hatta su ziyafetinin tadını çıkarır gibi her yere yayılan daha da asi olanlar vardı. (Su ziyafeti derken öğrencilerin sıralar arasında cevapları karşılaştırmak için mekik dokumalarını kast ediyor)
Önündeki kişi, Gao Tianyang, su ziyafetinin bir üyesiydi. O anda, sınıfın diğer tarafındaki grubun yanına kadar kaçmıştı. Sheng Wang’ın arkasındakine gelince… unutun gitsin.
Kısacası, birlikte toplanacağı kimse yoktu.
Tam kâğıdı tutup üzülürken, Jiang Tian’ın arkasındaki sandalyeden aniden bir ses geldi ve uzun boylu bir figür ayağa kalktı. Yanından geçerken parmakları Sheng Wang’ın masasına bir ‘du’ sesiyle vurdu.
Ne?
Sheng Wang şaşkındı ama Jiang Tian adımlarını durdurmadı bile ve ön kapıdan çıkıp doğruca ofise gitti.
Sonunda koridorda gözden kaybolana kadar, masasının üzerinde avuç içi büyüklüğünde bir post-it olduğunu fark etti. Üzerinde bir sürü formül ve adım yazılıydı.
Sheng Wang dün gece birkaç saatini soruyu çözmek için harcamıştı, o anda bunların fizik sınavındaki son soruyu çözmek için gerekli adımlar olduğunu anladı.
Ancak, bunun dışında, yazının altında da tek bir satır vardı; el yazısı ince ama düzensizdi: Bir dahaki sefere lütfen kendi işine bak ve koca ağzını açma.
.
.
.
Beklemiyordum 🥹
Bunlar nasıl düzgünce konuşmaya başlayacak acaba 🤔
Ne güzel seviyorsun be çocuk (TT)