Switch Mode

Are You Addicted? Bölüm 39

Ne yazık ki o bir aptal

“Oğlum, sınıf arkadaşını dışarı çıkar.”

Babasının isteği üzerine Bai Luoyin, Gu Hai’yi hemen ön kapıya kadar geçirdi. Kapının dışına vardıklarında Gu Hai bisikletini ileri itti ve Bai Luoyin’e veda etti.

“Sorun değil, içeri dönebilirsin.”

Bai Luoyin yerinden kıpırdamadı, “Evin buradan ne kadar uzakta?”

Bunu duyan Gu Hai’nin göğsü hemen gerildi, “Neden? Hâlâ benimle dönüp evimde takılmak istiyor musun?”

“Hayır, sadece seninle eve kadar yürümek istiyorum.”

Normalde bu sözler Gu Hai’nin kalbini ısıtırdı ama bu o zamanlardan biri değildi.

“Ben bir erkeğim, neden benimle eve kadar yürümek istiyorsun? Çabuk, içeri gir. Dışarısı soğuk. Bisiklete biniyorum, eve gitmem on dakikadan az sürer.”

Bai Luoyin onu görmezden gelerek Gu Hai’nin önünden evin dışına doğru yürümeye devam etti. Sokak lambalarının altında elini Gu Hai’ye doğru sallayarak onu takip etmesini işaret etti.

“Hadi gidelim!”

Gu Hai beklenmedik bir şekilde onu takip etti.

Geniş caddede yürüdüler ve her iki yanlarındaki ağlayan söğütlerin küçük perdeler gibi sallanışını izlediler. Ağaçlar dökülüyor, sayısız narin, küçük yaprak düzensiz bir şekilde yere düşüyordu. İstemeden de olsa Pekin’e sonbahar gelmiş ve hoş bir serinlik yaymaya başlamıştı. Son derece sıcak geçen bir yazın ardından insanlar doğal olarak serin ve ferahlatıcı bir soluklanma özlemi duyarlardı. Sonbahar rüzgârı, her zaman tüm vücudu ürperten ilkbahar rüzgârının aksine sessiz ve yumuşaktı.

“Bu akşamki yemek nasıldı?”

Bai Luoyin’in sesinin yumuşak ve nazik yönünü duymak çok nadir rastlanan bir durumdu. Belki bu huzurlu gece onu etkilemişti, belki de kalbinin derinliklerinde suçluluk hissediyordu. Ne de olsa Gu Hai’nin evindeki ilk yemeğiydi ve yine de böylesine tatsız bir deneyim olmuştu.

“Çok lezzetliydi.”

Sessiz gecede, Gu Hai’nin derin sesi o kadar gerçekçiydi ki ondan şüphe etmek zordu.

“Benim büyükbabam ve büyükannem de hayattayken böyleydi. Büyükbabam senin büyükbabandan bile daha kötüydü. Temel olarak, yemek yer ve kusar, sonra tekrar yemek yerdi. Felç geçirdi ve çok uzun bir süre yataktan çıkamadı. Ben zaten bunların hepsine alışkınım…”

Gu Hai konuşurken bir yandan da kalbinde pişmanlık duyuyordu. Gerçekte, büyükbabası bir kahramandı – ailesine göz kulak olan bir kahraman. Gu Hai doğmadan önce, büyükbabası tehlikeli bir görevi yerine getirmiş ve hayatını cesurca ve şanlı bir şekilde feda etmişti. Sadece büyükbabasının ölümü sayesinde ailesi ve babasının neslindeki diğer tüm insanlar özel siyasi ayrıcalıklar elde edebilmişti. Aksi takdirde, Gu Hai’nin babası bugünkü konumuna sahip olamazdı.

Bai Luoyin tek kelime etmeden güldü.

Bunu fark eden Gu Hai, Bai Luoyin’e bakmak için başını yana eğdi. Çok geçmeden bakışlarını başka yöne çevirdi. Bai Luoyin’in ne düşündüğünü bilmiyordu. – Söz konusu çocuk önündeki yola bakıyordu. Sessiz olan Bai Luoyin’in gözleri çok büyüleyiciydi. Ona her baktığında tarif edilemez bir duyguya kapılması da cabasıydı. Sokak lambalarının ışığı Bai Luoyin’in yüzünün yarısına vuruyor, aydınlık ve karanlığın neredeyse çok güzel bir şekilde ortaya çıkmasını sağlıyordu. Gu Hai dalgın dalgın uzun süre Bai Luoyin’e baktı. Çok geçmeden kalbinde bir ürperti hissetti ve bu ürperti rahatça tüm vücuduna yayıldı.

Aşık olmuştu. Bunun cinsiyetle hiçbir ilgisi yoktu çünkü Bai Luoyin tek kelimeyle çok güzeldi. O kadar büyüleyiciydi ki Gu Hai aralarındaki farklılıkları ve anlayış eksikliğini unuttu.

“Adını yazmak için neden sanatsal bir üslup kullanıyorsun?”

Bu tek cümle Gu Hai’nin düşüncelerini böldü.

“Ah… kız arkadaşım bunu benim için tasarlayacak birini buldu ve beni bunu öğrenmeye zorladı. Sonra bu şekilde yazmak alışkanlık haline geldi, bu yüzden değiştirmek istesem bile yapamayacağım.”

Bai Luoyin hafifçe, “Bu kötü bir alışkanlık…” dedi.

Gu Hai saygıyla standart bir asker selamı verdi, “Öğretmen Bai’nin dersi doğru. Eve varır varmaz tavsiyelerine kulak vereceğim.”

Gülüşmeler ve konuşmalar arasında Gu Hai’nin evine giden yolu yarılamışlardı bile. Gu Hai, yaşam düzeninin Bai Luoyin’e ifşa edilmesine izin veremeyeceğini fark etti. Tek çaresi evinden mümkün olduğunca uzaklaşmaktı; aksi takdirde ifşa olacaktı.

“Ah…”

Bai Luoyin’in nefesini duyan Gu Hai başını çevirdi ve yanında büyük bir köpek olduğunu gördü. Bembeyaz tüyleri, güçlü bir fiziği ve yumuşak bir mizacı vardı. Bai Luoyin çömeldi ve köpeğin tüm vücudunu okşadı. Yüzü heyecanla parladığı için köpeği çok sevdiği belliydi.

“Bu Samoyed* gerçekten çok güzel.”

 

O cümlesini bitiremeden sahibi geri döndü.

Adam ve köpeği giderken Bai Luoyin ayağa kalktı. Onlar gittikten sonra da uzun süre özlemle arkalarından bakmaya devam etti.

Gu Hai sordu, “Köpekleri sever misin?”

Bai Luoyin güldü, “Köpeklerle çok iyi anlaşabilirim. En vahşi köpek bile beni gördüğünde bana ısınır.”

Gu Hai’nin göz kapakları seğirdi; Bai Luoyin’in konuşmasını dinledikçe kendini daha da huzursuz hissediyordu. Neden Bai Luoyin’in kullandığı kelimeler ona atıfta bulunuyormuş gibi görünüyordu?

“Eğer gerçekten beğendiysen, Ge’n senin için bir tane alabilir.”

Bunu duyan Bai Luoyin kayıtsızca karşılık verdi: “Sen çok fakirsin. Bunu karşılayabilir misin?”

“…..”

Gu Hai zihninde telaşlandı, “Samoyed’i unut. Tibet Mastifi bile olsa, senin için satın alabilirim…”

Bu tür bir hayat aslında çok can sıkıcıydı…

Bai Luoyin şüphelenmeye başladı, “Eviniz yakınlarda değil mi? Bu kadar uzun süre yürüdükten sonra bile neden evinize ulaşamadık?”

Gu Hai, Bai Luoyin’in omzunu sıvazladı, “Evime varmak daha uzun sürüyor çünkü hem yürüyorum hem de bisikleti itiyorum.  Onun yerine bisiklete binersem kısa sürede evde olurum. Sen geri dönmelisin.”

Bai Luoyin mutlu bir şekilde uzaklaştı.

Gu Hai, ancak Bai Luoyin’in çoktan gittiğinden emin olduktan sonra bisikletini sürmeye başladı.

Bai Luoyin belirsiz bir yere kadar yürüdü, arkasını döndü ve ne yaptığını görmek için Gu Hai’ye bir göz attı.  Gu Hai’nin geri döndüğünü ve onların geçtiği yoldan geri gittiğini gördü.

Beklendiği gibi…

Araştırmak için Bai Luoyin sessizce onun arkasından gitti.

Aslında Bai Luoyin, Gu Hai’yi evine bırakmak istediğini söylediğinde bu sadece bir kamuflajdı; asıl amacı Gu Hai’nin evinin tam olarak nerede olduğunu bulmaktı, neden Bai Luoyin bundan her bahsettiğinde hep bu kadar ketum davranıyordu. Ancak yarım saat geçmesine rağmen Gu Hai henüz evine varmamıştı, bu yüzden Bai Luoyin Gu Hai’nin gitmesine izin verdi ve ardından takip yöntemini kullandı.

Gu Hai bisikletini sürüyordu ama bir tuhaflık olduğunu hissetti, arkasındaki ayak sesleri yumuşak olsa da bir tuhaflık olduğunun farkındaydı. Arkasına bakmasına bile gerek yoktu, sadece ayak seslerini dinleyerek bu kişinin boyunu, kilosunu ve genel görünümünü belirleyebilirdi.

Bai Luoyin’in onu buraya kadar takip etmiş olması mümkündü.

Bu çocuk çok sinsi.

Gu Hai gözlerini kıstı, bisiklete binme hareketi hâlâ rahattı ve ritmi hâlâ netti, hareketlerinde hiçbir gerginlik ve çekingenlik belirtisi yoktu.

Kısa süre sonra Gu Hai rastgele bir evin önüne geldi.

Tek katlı evlerin hepsi birbirinin aynıydı ve küçük bir avluları vardı.

Gu Hai zor bir durumdaydı, geçtiği gerçek kiralık eve öylece geri dönemezdi. Bai Luoyin evinin aslında kiralık olduğunu kesinlikle öğrenecek ve daha önce söylediği tüm o sözler yalan olacaktı. Bai Luoyin’in kalbinde kapladığı küçük yeri korumak için risk almaya karar verdi.

Yanında yaşayan insanlar yalnız yaşıyordu, yaşlı ve evli bir çifttiler. Bu saate kadar çoktan uyumuş olmaları gerektiğini düşünen Gu Hai, beladan uzak durmak için önce onların evine gitmeye karar verdi. Daha sonra duvara tırmanarak bu evin yanındaki eve, yani kendi evine gidebilirdi.

Hadi yapalım şunu, Gu Hai kilidi hızla açıp bisikletini sakince itti. Sonra içeri girdi ve kapıyı kapattı, sonunda rahat bir nefes alabildi.

Aradaki mesafe çok uzaktı ve Gu Hai, Bai Luoyin’in çoktan eve dönüp dönmediğini bilmiyordu.

Yine de dışarı çıkmaya niyeti yoktu, duvar yüksek değildi, bu yüzden bisikletini hemen yan taraftaki avluya attı ve sonra düzgünce üzerinden atladı.

Sonunda felaketten kurtulmuştu.

…..

Pazar sabahı Gu Hai bisikletini dışarı itti. Ancak, bisikletinin ön tekerleği daha kapı aralığını geçemeden, arka tekerleği aniden iki büyük tur geri dönmüştü.

Ne olmuştu?

Gu Hai, Bai Luoyin’i komşusunun evinin önünde, dimdik ayakta, özellikle de onun dışarı çıkmasını beklerken görünce şaşırdı.

Ne yapmalıyım?

Tekrar dışarı çıkmak için duvara tırmanmam mı gerekiyor?

Gu Hai yanındaki avluya bakmak için duvara tırmandı. Yaşlı adam avluda bahçesini suluyordu. Onu nasıl geçebilirim?

Gu Hai’nin alnı terliyordu.

Sonunda aklına tuhaf bir numara geldi. Bisikletini yan bahçeye fırlattı.

Bang!

Yüksek bir ses çıkardı.

Bahçesini sulayan yaşlı adam irkildi, başını çevirdiğinde duvarının tepesinde genç bir adamın durduğunu gördü, altında bir bisiklet vardı.

“Dede, bisikletim senin evinde düştü, gelip alabilir miyim?”

“Bisikletin buraya nasıl düşebilir? Duvarın üzerinde mi sürüyordun?”

Gu Hai bunu pek umursamadı çünkü adam hala dışarıda duruyordu, deliymiş gibi davranmak zorundaydı.

“Pekala, onu alıp duvarın üzerinden atacağım!”

Büyükbaba dengesiz bir şekilde yürüdü, yüzü endişeli bir ifadeye büründü.

“Neden onu oraya atıyorsun? Doğrudan kapımdan çıkıp gidebilirsin.”

Gu Hai yaşlı adama hayranlık dolu gözlerle ve karşılıklı anlayışla baktı.

Ardından, Gu Hai soğukkanlılıkla bisikletini itti ve ön kapıdan dışarı çıktı.

Büyükbaba sadece Gu Hai’nin arkasında durdu, endişeliydi.

“Ne kadar yakışıklı bir delikanlı! Ne yazık ki aptalın teki!”

……

Zhou Sihu saatine bakıyordu, okulun başlamasına on dakika vardı.

Li Shuo yanında oturmuş bilgisayarıyla oynuyordu.

Zhou Sihu henüz tam olarak uyanmamıştı, durmadan esniyordu. Güzel geçen hafta sonu mahvolmuştu, Jin Lulu’ya katlanmak zorundaydı, Gu Hai’ye ulaşamıyordu ve Jin Lulu ikisine de eziyet etmeye devam ediyordu. Gecenin geç saatlerine kadar bu genç bayanı Tian Jin’e geri götürmeyi başaramadılar.

Her ikisi de okula gitmek için uyanmadan önce bir süre otelde uyumuştu.

Li Shuo yanındaki adamın esnediğini duyunca Zhou Sihu’ya baktı ve sormadan edemedi: “Arabayı sen kullanabilir misin? Eğer kullanamıyorsan, benimle değiş tokuş yap.”

“Neredeyse vardık, şimdi değiştirmenin ne anlamı var?”

Li Shuo kıs kıs güldü, sonra gözleri aniden yanındaki yan yola sabitlendi.

“Bekle, biraz yavaşla!”

Zhou Sihu onu duymazdan geldi, “Biraz daha yavaş gidersek geç kalacağız.”

“Sorun o değil…” Li Shuo boynunu camdan dışarı uzatmaya devam etti ve neredeyse gözbebekleri dışarı fırlayana kadar arkalarından baktı, “Neden arkamızdaki bisikleti süren kişinin Da Hai’ye benzediğini hissediyorum?!”

Zhou Sihu da dikiz aynasından arkaya baktı.

“Haklısın, gerçekten ona benziyor.”

Li Shuo gözlerini kırpıştırdı, “Bence gerçekten o!”

“Ne diyorsun sen?” Zhou Sihu hızını arttırdı ve soğuk bir ifadeyle konuştu, “Şu zavallı görünüşe bak, gerçekten Da Hai olabilir mi? Ayrıca, Da Hai’nin kendine ait birkaç arabası var, neden bisiklete binsin ki? Doğru düşünmek için kendi ayağını kullan, Da Hai gerçekten bu kadar utanç verici görünebilir mi?”

Li Shuo bunu düşündü ve mantıklı olduğunu fark etti. İç çekmekten kendini alamadı.

“Da Hai nereye kayboldu…”

.
.
.
Onu bulmaya geldiler🥹

Ve bu bölüm Gu Hai nihayet aşık olduğunu kabul etti🫰

Yorum

5 2 Oylar
Article Rating
Subscribe
Bildir
guest
0 Yorum
En Yeniler
Eskiler Beğenilenler
Satır İçi Geri Bildirimler
Tüm yorumları görüntüle
0
Düşüncelerinizi duymak isterim, lütfen yorum yapın🫶x

Ayarlar

Karanlık Modda Çalışmaz
Sıfırla