Shijiu, Wu Ruo’ya rapor verdi.
“Liu Xiaoru, Yamen’e (feodal Çin’deki hükümet dairesi) erken haber verdi ve memurların ceplerini parayla doldurdu. Sonra da onları eve getirdi.
Orijinal planı, kardeşleri Wang Ting’e fiziksel olarak zarar verdikten sonra ele geçirmekti. Ama adamı öldürdükleri ortaya çıktı. Kardeşler şimdi hapse atılıyor. Gardiyanlara Chen Xi’er tarafından rüşvet verildiğinden, kardeşlere kesinlikle “iyi” bakılacaktır. Kısa bir süre önce birbirlerinin karısıyla yattıklarını öğrendikleri için neredeyse ölümüne savaştılar. Aileleri de zor zamanlar geçiriyor. Wang Ting’in ailesi evlerine geliyor ve her gün sorun çıkarıyor. Erkek ve kız kardeşlerinin nişanları, erkek kardeşler yüzünden iptal edildi. Ve Wu Da’nın kız kardeşi bu yüzden neredeyse intihar edecekti. Komşuları sanki canavarmış gibi onlardan uzak duruyorlar. Şimdi Liu Xiaoru, Chen Xi’er ve aileleri, başka bir şehirde yeni bir yaşam için Gaoling Şehrinden ayrılacaklar.”
Wu Ruo bunun bir gün olacağını tahmin etmişti. Bu nedenle, zor zamanlar geçirdiklerini bildiği sürece hayatlarının ayrıntılarını pek umursamadı.
“Wu Da ve Wu Xiao kim?” diye sordu, tüm olanları dinleyen Hei Xuantang.
Shijiu yanıtladı, “Bir zamanlar leydimizin uşağıydılar. Ama leydiye ihanet ettiler, rüşvet alıp leydinin zorbalığa uğramasına izin verdiler.”
“Nasıl cürret ederler? Onları bu kadar kolay bırakamayız. Hei Xuantang öfkeyle devam etti, “Yengemin intikamını almak için hapishaneye gizlice girip öldürmesi için birini göndereceğim.”
“Onları öldürmek çok kolay değil mi?” Wu Ruo alay etti, “Ölselerdi hiçbir şey bilmeyeceklerdi. Ama şimdi her gün ölüm korkusu içinde yaşıyorlar. Onları böyle güzel günlerin tadını çıkarmaya bıraksak iyi olur.”
Hei Xuantang başını salladı ve Wu Ruo’nun omzunu okşadı, “Yardıma ihtiyacın olursa bize haber ver. Ağabeyim sana yardımcı olmak için elinden geleni yapacaktır. Yapmayacak mısın, Xuanyi?”
Hei Xuanyi hafifçe yukarı baktı ve parmak uçlarını salladı. Wu Ruo’nun omzuna dayadığı eline bir çubuk fırlatıldı.
“Ah! Yaralıandım!” Hei Xuantang elini geri çekti ve elinin arkasında bir çürük olduğu için ağladı, “Hei Xuanyi, kıskanmak çok kolay değil mi? İkimiz de erkeğiz. Elimi omzuna koymamın ne önemi var?”
Wu Ruo, “…..”
Hei Xuanyi, “…..”
O anda Hei Xin aceleyle içeri girdi, “Lordum, leydim, küçük efendi kayıp.”
Hei Xuanyi kaşlarını çattı, “Ne?”
Hei Xuantang endişeyle ayağa kalktı, “Yeğenim kayıp mı? Bu nasıl mümkün olabilir? Kaçırıldı mı?”
Wu Ruo da endişeyle ayağa kalktı, “Ya da belki kendisi eğlenmek için dışarı çıkmıştır?”
Hei Xin olumlu bir tavırla söyledi, “Günlük cübbesi hâlâ yatağın üzerinde ama o ve yorganı kayıp. Ve Cuckoo yatağın yanında baygındı. Belli ki birileri tarafından götürüldü.”
“Kim olabilir?”
Wu ailesi, Wu Ruo’nun ilk tahminiydi, ancak kısa sürede bu fikri reddetti çünkü Wu Ailesi, ondan oldukça nefret etseler de bir çocuğu bu iş için seçmezlerdi. Soylu insanlar olduklarını iddia ediyorlardı. Bir çocuğu alıp götürmek için Hei malikanesine gizlice girmeleri pek olası değildi.
Wu Ruo “Düşmanınız olabilir mi?” diye Hei Xuanyi’ye sordu.
“İmkansız!” Hei Xuanyi ve Hei Xuantang aynı anda söylediler.
Wu Ruo, “…..”
“Burada düşmanımız yok.” diye Hei Xuantang açıkladı.
Hei Xuanyi, çocuğu aramak için Hei Xin ve diğerlerini gönderdi.
Wu Ruo koridordan dışarı fırladı, “Genelde gittiği yerleri kontrol edeceğim. Belki bir kereliğine bize nerede olduğunu söylemeyi unuttu.”
“Bugünlerde onu götürdüğüm yerlere gideceğim.”
Hei Xuantang da Wu Ruo’nun ardından salondan ayrıldı.
Wu Ruo, Hei Malikanesi’nden çıktı ve her zamanki arabasına bindi. Perdeyi açarken iki çocuk gördü. Biri arayacakları Eggie, diğeri ise aylardır görmediği canavar ırkından Jixi’ydi.
Wu Ruo, bu kadar uzun bir süre sonra onu tekrar görmeyi beklemiyordu.
Çocuğu bulduğuna dair herkese hızlı bir şekilde mesaj gönderdi ve ardından Shiyuan’a bir tur için sokakta araba sürmesini söyledi. Arabada otururken sessizce iki çocuğun nasıl garip bir şekilde durduklarını gözlemledi.
Jixi orada bağdaş kurup oturuyordu.
Çıplak serseri Eggie, Jixi’nin omzuna oturmuştu, bacaklarını Jixi’nin boynuna dolamış ve kaçacağından korkuyormuş gibi örgüsünü sıkıcı tutmuştu.
Eggie’yi vücudundan çıkarmak için Jixi’nin çok çaba sarf etmesi gerekti. Soğuk bir sesle, “Daha önce hiç kimse boynumu kelepçelemedi. Sen ilk olansın.” dedi.
Çocuğu Wu Ruo’ya attı.
Eggie kıkırdadı ve dönüp doğrudan Jixi’nin yüzüne işedi.
Wu Ruo, Eggie’yi durduramayacak kadar şok olmuştu.
Jixi çok öfkeliydi ve Eggie’yi kucağına alıp şaplak attı. Eggie’nin poposunu kırmızıya çevirmek için sadece birkaç tokat yetti. Belli ki Jixi çok fazla güç kullanmıştı.
“Baba yardım et.” Eggie, gözlerinde yaşlarla yardım için ağladı.
Wu Ruo çocuğu o kadar çok seviyordu ki onu hiç dövmemişti. Onu geri tuttu ve üşütürse diye battaniyeye sardı,
“O sadece bir çocuk. Seni rahatsız etse de, onu affetsen?”
Jixi mendilini çıkardı ve yüzündeki idrarı sildi ve soğuk bir şekilde, “Sırf çocuk olduğu için, onu bıraktım,” dedi.
Wu Ruo da Eggie’nin hayatını bağışlamasının bir başka nedeniydi, aksi takdirde bu dünyada kaybolmasına çoktan izin verirdi.
Eggie’ye bakan Wu Ruo asık yüzle, “Birine işemek doğru değil.” dedi, “Anlıyor musun?”
Eggie, üzgün bir ifadeyle açıkladı. “Artık mesanemi tutamıyorum.”
“……”
Wu Ruo ona hiç inanmadı, “Neden kendi başına kaçtın? Kaybolduğunu öğrendiğimizde babanla ben ne kadar endişelendik biliyor musun?”
Çocuk kaybolunca, sadece iki ay içinde çocuğa ne kadar güçlü bir şekilde bağlandığını fark etmişti. Çocuğun kaybolduğu söylendiğinde neredeyse aklını kaybedecekti.
“Sadece onunla oynamak istedim.” dedi Eggie.
Yetişkinlerle çok vakit geçirdiği için sonunda başka bir çocuk gördü, tabii ki gitmesine izin vermeyip peşine takıldı.
Jixi çocuğa baktı ve sonra Wu Ruo’ya açıkladı, “Seni görmeye gidecektim ama yanlış bir odaya girdim ve çocuğa takıldım. Fazla dikkat çekmemek için onu dışarı çıkardım.”
Wu Ruo, Jixi’ye çocuğu işaret ederek sordu. “Onun kim olduğunu biliyor musun?”
Jixi homurdandı. “Bunu neden bilmeliyim?”
“Bana verdiğin beyaz yumurtadaki çocuk.” dedi Wu Ruo.
Eggie’ye nasıl doğduğunu zaten açıkladığı için, onun önünde konuşabilirdi.
“Beyaz yumurta mı?” Jixi’nin bir an için kafası karıştı ve merakla sordu, “Yumurta senin değil mi? Neden sana verdiğimi söyledin?”
“Uyanmadan önce yumurtayı hiç görmemiştim. Bu yüzden hala bana verdiğin düşüncesine sahibim.”
Jixi yine homurdandı.
“Beni sebepsiz yere ölümlüler dünyasına çağırdın ve sana bir yumurta vermemi mi bekliyordun? Sence bu mantıklı mı?”
Wu Ruo, “……”
Doğru bir noktaya parmak basmıştı.
“Yani gerçekten yumurtayı bacaklarımın arasından mı aldın?”
Jixi bir süre ona baktı ve “Çağrıldığımda zaten senin yanındaydı”
dedi.
Wu Ruo rahatlamıştı. İyi ki onu yumurtlamamıştı.
O halde yumurta nereden gelmişti?
“Benimle görüşmek istediğin özel bir konu var mı?”
Jixi, Wu Ruo’ya uzun bir süre garip bir şekilde baktı, hiçbir şey söylemedi.
Wu Ruo’nun da kafası karışmıştı. Ama bir şey hatırladı. Son yaşamında, Jixi bir keresinde ona bir başkasıyla girdiği kavgayı kaybettiğini söylemişti, bu yüzden vücudu altı yaşında bir çocuk boyutuna kadar küçülmüştü. Ama aslında, Wu Ruo’dan çok daha yaşlıydı. Ayrıca Jixi’yi insan dünyasına çağıran o değildi. Jixi, Wu Ruo’nun burnunu sokmasını istemediği için neden geldiğini ona hiç söylememişti.
“Baba, onu bizimle kalması için davet edebilir miyim?” dedi Eggie.
Jixi hemen talep etti. “Sadece lezzetli yemeklerin varsa gelirim.”
“Bizde var.” dedi Eggie.
Wu Ruo, “……”
Onlarla kalmak her şeyden önce Jixi’nin planı olmalıydı.
“Önce ailene sorman gerekmez mi?” diye Jixi alay etti.
Wu Ruo merak etti. “Kime?”
“Hei Malikanesi’nin efendisine.”
“Sorun yok. Babam tamam derse, babam kesinlikle kabul eder.” dedi Eggie memnuniyetle.
Wu Ruo küçük yüzünü hafifçe sıktı. Şimdi düşününce, Hei Xuanyi onu asla bir şey istediğinde geri çevirmemişti.
“Dışarıda bir sorun çıkardın mı?” diye Jixi’ye sordu.
Jixi hakkında bildiklerine göre, Jixi gerçekten bir başkasının evinde kalmak için kendini alçaltmazdı ya da burada olmasının bilinmeyen bir başka nedeni vardı.
“Sorun mu? Nasıl sorun çıkarabilirim ki?” Jixi öfkeyle sordu, ancak cevap vermeden önce soru karşısında biraz donup kalmıştı.
Wu Ruo, o bahsetmek istemediği için daha fazlasını sormadı.
Konağa geldiler ve salona girdiklerinde Hei Xuanyi, Jixi’ye sert bir bakış attı.
“Ha?!” Hei Xuantang, Jixi’ye yaklaştı ve “Sen canavar klanındansın.” dedi.
“Evet, canavar klanındanım. Ne olmuş?” Jixi, ona saldırmayacağından emin olmak için konuşurken Hei Xuanyi’den yana tereddütle baktı.
Wu Ruo, “Xuanyi, o bir süre burada kalacak.” dedi.
Bardağı masaya bırakırken Hei Xuanyi sakince sordu, “Geçen seferki canavar mı?”
“Evet.”
“Sana yumurtayı o mu verdi?”
Hei Xuantang sordu. “Yumurta? Ne yumurtası?”
Wu Ruo ve Hei Xuanyi onu görmezden geldi.
“Hayır. Geldiğinde yumurtanın zaten yanımda olduğunu söyledi.”
Hei Xuanyi, cevabı önceden tahmin etmiş gibi sakinliğini korudu. “Canavar klanından olduğun öğrenilmemeli.” diye Jixi’yi uyardı.
Bir canavarı içeri almayı umursamazdı ama evin dışındaki herkes aynı şekilde hoşgörülü düşünmezdi.
İnsanlar iblislere, canavarlara ve elflere karşı iticiydi. İnsanlar onu bilseydi, Wu ailesinin başı belaya girerdi.
“Anlaştık.”
Jixi yüzünü insan yüzüne çevirdi. Ondan daha güçlü biri dışında, artık kimse gerçekte kim olduğunu söyleyemezdi. (Şekil değiştiriyor kolayca)
Hei Xuanyi, Hei Xin’e onu misafir odasına götürmesini söyledi.
“Adım Jixi.” diye belirtti Jixi ayrılmadan önce.
.
.
.
Canlarım canavar klanı ve iblis klanı aynı klanlar kitabı çevirdikten sonra bazı yerlerde Moonster bazı yerlerde Demon diye geçiyor ama temelde aynılar bilin tamam mı😚