Kalbim, sanki orada saklanıp beni hazırlıksız yakalamaya çalışan huzursuz küçük bir insan varmış gibi, göğsümde acıyla gümbürdüyordu.
Açıkça doğru fırsatın geldiğini görünce üzerime atladı ve beni en çok canımı acıtan yere tekmelemek için hareket etti.
Tütün ve kolonya kokusu, her an hakim olmakla tehdit ederek, her yere nüfuz edici bir müstehcenlik oluşturmak için karışmıştı. Sheng Min Ou’ya benziyordu, tıpkı preslenmiş takım elbiselerin ve kibar tavırların altında vahşi, kötü niyetli bir canavarın ruhunun olması gibi.
“Sana yaklaşmak istemedim.” Elimde tuttuğum kese kağıdını uzatarak açıkladım ve devam ettim, “Bir müşteriye bir şey teslim etmek için buraya geldim.”
Uzattığım kese kağıdına bakmadı bile, gözlerindeki keskinlik bir nebze olsun yumuşamamıştı, “Öyle olsa iyi olur.”
Ah? Yani bu ses tonuna göre onu takip ettiğimden mi şüpheleniyor?
İçimden gülmek geldi ve sonra ağzımdan döküldü, “Bir şey olursa seninle bağlantı kurmamı söylemedin mi? Bana söylediklerini nasıl bu kadar çabuk unuttun?”
Ellerimi ceketimin ceplerine soktum ve sesimin keskinleştiğini hissetmeden edemedim, “Yoksa, başkalarının küçük erkek kardeşinin bir katil olduğunu bilmesinden korkuyor musun? Bu, kendin için yaptığın seçkin imajı etkileyecek mi?”
Sheng Min Ou, bana komik bulmadığı bir şakaymışım gibi bakarken, zorlukla gizlediği bir alayla sigarasını ısırdı.
“Lu Feng, zaten yirmi altı yaşındasın, artık on altı yaşında bir çocuk değilsin, o yüzden bu kadar olgunlaşmamış olmayı bırak.” Yanan sigara parçalarını yanındaki çöp kutusuna serpiştirdi ve devam etti, “Başkaları ilişkimizi bilse bile, sana o kişiyi öldürmeni söylemedim, peki bunun benimle ne ilgisi var? Ayrıca, biyolojik olarak gerçekten akraba değiliz.”
Ceplerime soktuğum yumruklarım yavaş yavaş daha da sıkılaştı. Hangi kelime ve cümlelerin kalbime bıçak saplayacağını gerçekten çok iyi biliyordu.
Belki de gerçekten dış dünyadan çok uzun süre ayrı kalmıştım, Sheng Min Ou’nun ne tür bir ‘canavar’ olduğunu ve başkalarını ne kadar kolay manipüle ettiğini ve onları serçe parmağına sardığını unutacak kadar uzun.
Gerçekten de, üzerinde boyalı bir deri bulunan bir canavardan başka bir şey değildi. İnsanların önünde parladı ve herkes tarafından beğenildi, ama bunların hepsi gerçekte normal bir insandan çok farklı olan gerçek onu örtmek ve örtbas etmek içindi.
Ona doğru bir adım daha yaklaştım ve mırıldanarak, “Kız arkadaşın senin ne kadar anormal olduğunu biliyor mu?” diye sordum.
Duvara yaslanma şeklinden dolayı, boylarımız arasındaki fark neredeyse yok denecek kadar azdı. Öyle ki eşit bir şekilde gözlerine bakabiliyordum. Neredeyse farkedilmeden öne doğru eğildim. Tek bir kasını hareket ettirmeden sadece bana baktı.
Elimi iki parmağı arasında tuttuğu sigarayı hızla kapatmadan önce ona gülümsedim. Yakıcı sıcaklık avucumu kavurdu ve ellerimden beynime bir ağrı saplandı. Ama önceden tahmin edince, acı kendimi hazırladığım kadar kötü değildi.
Kısa bir dayanılmaz acı anından sonra, artık sönmüş sigarayı tutuşumu gevşettim. Ona kendi elimde bıraktığım, kızgın ve ham görünen küçük kabarcıklı daireyi gösterdim.
“Hoşuna gitti mi?”
Sheng Min Ou’nun gözbebekleri, solmakta olan ışıkta hızla küçüldü ve kolumu kavradı ve beni zorla çekiştirdi, böylece şimdi onun önündeydim.
Gözbebeklerindeki zifiri karanlık bir uçurum gibiydi, o kadar karanlıktı ki sanki sonu yok gibiydi. Gerçekten öfkeli olduğunu anlayabiliyordum.
“Ah, ben de senin başka bir şey yapacağını sanmıştım. Ne yani, böyle davranarak bunu bana karşı kullanabileceğini mi düşündün?”
Soğuk bir şekilde gülümsedi ve bembeyaz dişlerini ortaya çıkardı. “Seni bu dünyadan silebileceğimi ve kimsenin farkına varmayacağını söylediğimde, bana inan.”
Kısa bir an için, boyalı derinin altında saklanan ve kurtulmak üzere olan canavarı tekrar görebileceğimi düşündüm. Dişlerini gıcırdattı, tek bir ısırıkla atardamarımı parçalayacak gibiydi. Acıyı hafifletmek için keskin bir nefes alırken ve yanıt olarak hafifçe mücadele etmeye başladığımda, kavradığı kolum şimdi ıstırap verici bir acı içindeydi.
“Başladığın şey bu değil miydi?”
Dediğimde şu anda nasıl hala alay edebildiğim konusunda kendimden biraz etkilenmiştim, ama hemen yenilgiyi kabul ettim, “Ge, bunu yapma, gerçekten acıyor.”
Elimi bırakıp beni ittiğinde gözlerinde bir tiksinti parıltısı belirdi.
“Ne dediğimi unutma,” diye uyardı, zar zor kırışmış takım elbisesini düzelterek. Göğüs cebinden cep mendilini çıkardı ve sanki dayanılmaz derecede kirli bir çöple temas etmiş gibi her parmağını titizlikle sildi. “Bana yaklaşma.”
Ağrıyan kolumu ovuşturdum. Teslim olduğumu ve artık hiçbir tehdit unsuru taşımadığımı belirten bir yenilgi işareti yaptım.
“Tamam anladım.”
Sheng Min Ou, otelin girişine gitmek için ayrılırken yanımdan geçmeden önce el değmemiş cep mendilini güçlü bir şekilde çöp kutusuna attı.
Kovamdaki telefon çalmaya başlayana kadar bir süre yerimde dikilip o cep mendiline uzun süre baktım. Müşteri zaten lobideydi ve beni bulamayınca ve mesajlarıma cevap vermediğim için sadece numaramı arayabildi.
Tekrar otele koştum ve müşteriyle buluştum, rahatsızlıktan dolayı birkaç kez özür diledim ve ürünü incelemesi için oturmasına izin verdim.
“Gerçekten iyi bir saat,” dedi, kutusundan çıkarıp hevesle bileğine takarken.
Müşteri kırk yaşlarındaydı ve başının her tarafına şekil verip jöle sürmüş olmasına rağmen, seyrelen saçlarını hâlâ gizleyemiyordu. Özel olarak dikildiği belli olan metalik gri bir takım elbise giymişti. Kravatı kusursuz bir şekilde düzdü. Sheng Min Ou gibi o da burada devam eden ziyafete davet edilmiş gibi görünüyordu.
“Bu gece bir tür etkinlik mi olacak?” diye sordum.
Müşteri saati her açıdan inceledi ve gelişigüzel bir şekilde yanıt verdi: “Ah, bu şirketimizin yıllık genel toplantısı. İş gezisi dedim ama gerçekten yan şube temsilcisi olarak ziyafete katılmak için buradayım. Aceleyle ayrıldığımdan, genellikle taktığım saati getirmeyi unuttum. Bu yüzden sadece etkinlikte takmak için yeni bir saat bakabildim. Kollarını indirdi, “Tam o sırada seni danışman Sheng Min Ou ile konuşurken gördüm, ben de yıllık toplantıya katılmak için burada olduğunu düşündüm.”
Sesi dengeli ve ölçülüydü ama Sheng Min Ou ile olan ilişkimi tartmaya çalıştığını anlayabiliyordum.
“Danışman mı?”
“Hukuk danışmanı, Mei Teng İlaç’ın Baş hukuk danışmanı.”
Başımı salladım, sonra saatle birlikte gelen kutuyu kapatıp getirdiğim kese kağıdına koydum.
“Saati takabilirim, sen de o kutuyu şimdi atabilirsin.” Kordonunu düzeltti ve ardından anlamlı bir şekilde devam etti, “Danışman Sheng şu anda CEO’nun gözdesi, gelecekte kesinlikle ideal damadı olacak. Birçok insan, onunla tanışmanın bir yolu olmadan kendilerini ona tanıtmaya çalışıyor. Eğer onunla yakınsan, lütfen ona adımı söyleyip benim için iyi şeyler söyleyerek bir iyilik yap.”
Bu müşteri, yüz bin liralıksaati karşılayabilen ve sanki market alışverişi yapıyormuş gibi satın alabilen türden bir insandı. Ama şimdi benden onun hakkında bir şeyler söylemem için yardım etmemi mi istiyordu? Açıkçası benim hakkımda çok fazla şey düşünüyordu.
Onu gerçekten Sheng Min Ou’ya tavsiye etseydim, Sheng Min Ou’nun adını tereddüt etmeden kara listeye alacağını garantilemiş olurdum.
Ancak yine de hoşça “Tabii ki, fırsatım olursa kesinlikle yaparım.” diye cevap verdim.
Sheng Min Ou daha önce benim hakkımda konuştu ama bir konuda yanılıyordu. Olgunlaşmamış değildim ve yetişkinlerin dünyasına gelince, onu çok iyi biliyordum. “Lütfen gelecekte işimizi desteklemeye devam edin.”
Müşteri vedalaştıktan sonra ayrılmadan önce gülümseyip omuzlarımı okşadı.
Kese kağıdını tuttum ve onu atmak için bir yer arayarak otelden çıktım. Her nasılsa Sheng Min Ou’nun daha önce sigarasının tozunu attığı yere geri döndüm Beyaz mermer kül tablasında kalpsizce terk edilmiş acınası görünen beyaz cep mendili vardı.
“Sheng Min Ou’yu takip ettiğin için kötü şansın,” dedim kese kağıdını çöp kutusuna tıkmadan önce, sonra da ayrılırken ellerimi ceplerime soktum.
Birdenbire kalbimdeki hayal kırıklığı hızla artmaya başladığında yüz metreden fazla yürümemiştim. Kalbimde ısrarlı bir ses vardı, geri dön, geri dön, geri dön diyordu….
Siktir!
İçimden bir küfür savurup pes ederken bir adım daha atamadım ve arkamı dönüp yürümeye başladım. Hızla adımlarımı takip ederek otele geri döndüm ve çöp kutusuna bırakılan ipek cep mendilini alıp cebime tıkıştırdım ve ardından bir hırsız hızıyla geri çekildim.
Sheng Min Ou’nun sırrını bilmem bir kazaydı.
Ya da belki de söylemeliyim ki, o zamanlar özenle işlenmiş derisinin altında ne tür bir ruhun saklı olduğunu bilmiyordum, sadece… sanki biraz tuhafmış gibi hissetmiştim.
Lise giriş sınavlarıyla karşı karşıya kaldığımda çok stres altındaydım ve annem inatla ne yapabileceğimi kontrol ediyordu. Yemek yemek ve uyumak dışında dinlenmeme izin verilmezdi.
Stres ve baskı altında evden kaçtım ama gidecek hiçbir yerim yoktu, bu yüzden sadece Sheng Min Ou’yu bulabildim. Okuluna vardığımda, çoktan yurttan taşındığını ve kampüs dışında kendi başına yaşadığını öğrendim.
Sınıf arkadaşı bana öğleden sonra hala dersleri olduğunu söyledi, bu yüzden onu aramak için sınıfına gitmeliydim.
Sınıfı buldum ama Sheng Min Ou’yu hiç görmedim. Hissettiğim endişeyi görmezden gelerek sadece koridor duvarlarına yaslanıp onu bekleyebilirdim.
Yaklaşık on beş dakika bekledikten sonra, Sheng Min Ou koridorun diğer tarafından döndü. Arkasında, boyu biraz daha kısa olan, gözlüklü bir genç adam vardı. İfadesi, neredeyse abartılı göründüğünü düşündüğüm noktaya kadar tutkulu ve neşeliydi ve sürekli konuşuyordu.
Sheng Min Ou’nun ifadesi soğuk ve ciddiydi, kaşları çoktan çatılmıştı. Elinde iki kitap vardı ve büyük adımlarla yürüyordu. Bakışları, sanki diğer kişinin ne dediğini tamamen duyamıyormuş gibi sabitti. Diğer kişi onun hızına ayak uydurabilmek için çok çabalasa da, sanki hiç durmaya niyeti yok gibiydi.
Sonra kafasını kaldırdı ve beni gördü.
Hemen olduğu yerde durdu, kaşlarını daha da çattı, ancak uzun bir duraksamanın ardından bana doğru yürümeye başladı.
“Ne oldu?” Lafı fazla uzatmadan sordu.
Bakışlarım bir sağa bir sola kaydı, çünkü bizi izleyen üçüncü bir kişi vardı, evden kaçtığımı itiraf edemeyecek kadar utanmıştım.
“Ben… Ben sadece seni görmek istedim.”
Gözlüklü adam Sheng Min Ou’ya kim olduğumu sormak için çok yumuşak bir ses kullanmadan önce gözlerini kıstı ve bir saniyeliğine beni ölçtü.
“Şu anda derse giriyor olmalısın.” Sheng Min Ou, sorulan soruyu duymazdan geldi ve yalanımı kolaylıkla ifşa etti.
Dudağımı ısırdım ve başımı eğdim, daha fazla konuşmadım.
Sinirlenmiş gibi dilini şaklattığını duydum ve onun da beni istenmeyen bulduğunu varsaydığım için kalbimde bir hüzün sancısı hissettim. Tam gitmeyi planlıyordum ki, “Beni dışarıda bekle.” dediğini duydum.
Duygularım her yerdeydi, sadece bir dakika önce moralim bozukken şimdi çok mutluydum. Bunun dersi bitene kadar onu beklememi istediği anlamına geldiğini biliyordum, bu yüzden başımı kaldırdım ve elimde olmadan aptalca bir gülümseme attım ve kabul ettiğim gibi başımı salladım.
“Tamam, seni dışarıda bekleyeceğim, hiçbir yere gitmeyeceğim.”
Sheng Min Ou sınıfa girmek için yanımdan geçti ama arkasındaki genç adam bana bakmaya devam etti.
“Sen kimsin? Sheng Min Ou ile ilişkin nedir?”
Ani bir düşmanlık havasıyla karşı karşıya kalan sadece insanlar değil, dünyadaki canlı organizmaların çoğu, çatışmacı bir atmosferi hissedebilir ve anlayabilir. Dahası, bana karşı saldırganlığı düpedüz temelsizdi ve inanılmayacak kadar kabaydı.
Sheng Min Ou’nun itaatkâr küçük kardeşi olma imajımı korumam gerekiyordu ama yabancıların önünde sivri uçlarımı saklamakta zorlanıyordum.
Ondan hoşlanmadığımı ifade etmekten zerre kadar geri durmadığım için yüz ifadem karardı.
“Seni ilgilendirmez.”
O anda, benim ve Qi Yang’ın kaçınılmaz sonu mühürlenmişti.(öldürdüğü çocuk )
Eskiden ‘düşman olmak kaderinde var’ kinayesinden son derece zevk alırdım. Hem kendim hem de Qi Yang karakter olsaydık, o zaman kesinlikle bir karakterin ‘Sonunda sadece birisi hayatta kalacaktı! ”
Ayağımın altındaki mermer parlak bir şekilde temizlenene kadar neredeyse bir saat boyunca sınıfın dışında Sheng Min Ou’yu beklediğimi hatırlıyorum, sonra insan kalabalığının arasında ortaya çıktı.
“Hadi gidelim. Dışarıda bir oda kiraladım, seni bir süre oraya götürebilirim, sonra annem seni almaya gelir.”
Evini ziyaret etmeme izin verdiğini duymak beni çok mutlu etti ama annemi beni almaya çağırdığını anladığımda yüz ifadem yine buruştu.
“Yapamaz mıyım… bir süre senin evinde kalamaz mıyım?”
Kitaplarını kollarının altına sıkıştırıp öne doğru yürürken ifadesi hiç değişmemişti. Bana müzakereye yer bırakmayan tek bir kelime bıraktı, “Hayır.”
Mantıksız olmanın ve utanmazca davranmanın sadece annem üzerinde işe yaradığını ve onun üzerinde tamamen etkisiz olduğunu fark ederek hafifçe somurttum.
Okuldan ayrılmak üzere hareket ederken, ensemde hayalet bir karıncalanma hissi hissettiğimde Sheng Min Ou’yu takip ediyordum. Avucumu bastırdım ve ovuşturdum, sonra arkamızdaki insanları taramak için döndüm.
Ders bittikten sonra kampüsten ayrılmak için hareket eden insan okyanusunda, bana sessizce bakan kişiyi bir bakışta fark edebildim. Veya belki de Sheng Min Ou’ya bakıyordu.
Bakışları beni çok rahatsız etti. Önseziyle uğursuz ama şüphesiz tutkuluydu ve ağzına kadar nefretle doluydu.
Tüylerimin diken diken olmasına aldırış etmeden iki elimi de boynumun arkasına koydum ve bir küfür mırıldandım, “Psikopat.”
Sheng Min Ou’nun peşinden giderken onu şimdi ve gelecekte aklımdan çıkarmamaya karar verdim.
Ona Psikopat dediğimde bu sadece kayıtsız bir sözdü, ama kim bilebilirdi, Qi Yang gerçekten deliydi.
.
.
.
Ne olaylar dönüyor çok merak ediyorum, mendiliyle elini sildiği sahne