Yeniden paylaştıklarımda bugün huzurlarınızda Gold Class Fighter. Yeri bende çok ayrı keyifli okumalar ♥️
.
.
.
Geçen yüzyılın 80’lerinin sonu ve 90’larının başı…Bu huzursuz ama masum bir zamandı.
Sert ve cesur insanların yaşadığı Jianghai şehrinde, neredeyse her ay ciddi yaralanmalara ve sokak kavgalarına yol açan olaylar oluyordu. Büyük ve küçük çaplı haydutlar, her biri bir bölgeye hakim olan kendi etki alanlarıyla şehrin dört bir yanına dağılmıştı.
Ünlü olmak isteyen on sekiz ve on dokuz yaşındaki çocuklar, bütün gün sokaklarda ve caddelerde dolaşıp, üzerlerine çatallı çelik borular, büyük bıçaklar, palalar ve karpuz bıçakları gizlerlerdi. Sadece ünlü bir haydut veya bir Jianghu patronu ile tanışmak ve ardından pervasızca diğerini bıçaklamak istemek için… Sonra bir gecede ünlü olacak, onbinlerce insanın hayran olduğu bir patron haline geleceklerdi.
Bu nedenle, o zamanlar Jianghai sokaklarında, her yerde sorun çıkaran, dikkatsizce kavga eden, bir anlaşmazlık olduğu anda şiddetle saldıran küçük çaplı haydut çeteleri sık sık görülebiliyordunuz; sokaklarda kibirli ve otoriterdiler, şehrin dört bir yanında kasılarak dolaşıyorlardı.
Bununla birlikte, bu küçük çaplı haydutlar çoğunlukla ortalıkta dolaşıyorlardı, çetelerinin tarafı bile yoktu. Onlar sadece bir grup aşırı hevesli, cahil gençtiler, yeteneklerinden çok sayılarıyla savaşıyorlardı. Kolay bir grupla karşılaşırlarsa, onları ölümüne zorlarlardı; gerçekten sert bir grupla karşılaşsalar ayakları zayıflar ve kolayca teslim olur, tek komutla dağılırlardı. Herhangi bir şeyin merkezi olmak şöyle dursun, savaşmaktan gerçekten bir şey elde edebilen çok az kişi vardı.
Gerçek Jianghu haydutları, bu tür insanlara karşı savaşmayı küçümserlerdi.
Elbette istisnalar da vardı.
Yang Lei bir istisnaydı.
“Yan Ziyi”; Yang Lei’yi ilk kez Soldiers Club,’daki Zheng Da Gece Kulübünde gördü.
Soldiers Club, o zamanlar Jianghai şehrinin kuzey kesiminde, içinde bir buz pateni pisti, video salonu, bilardo salonu ve sinema salonu bulunan merkezi eğlence alanıydı.
Zheng Da Gece Kulübü ise, Jianghai’de açılan ilk gece kulübüydü.
İşler hızla gelişiyordu ve burası daha çok Jianghai halkı için bir toplanma yeriydi. Birkaç gecede bir, neredeyse her zaman herkese açık bir dövüş olurdu. Zheng Da’nın açılmasından bu yana geçen altı ay içinde zaten bir ölüm vakası olmuştu ve ağır yaralanmalarla sonuçlanan şiddetli kavgaların sayısı artmıştı.
“Yan Ziyi” o zamanlar Jianghai’de en güçlü Jianghu patronuydu. Otuzlu yaşlarındaydı, çekici değildi ve 1980’lerin başında zaten ünlü bir Jianghai büyük haydutuydu. Sayısız şiddetli savaştan sonra Jianghu üzerinde statüsünü sağlamış ve daha sonra kardeşleri için dört yıl hapis yatmıştı. Dışarı çıktıktan sonra gücü gökler gibiydi, güpegündüz güneş gibi sınırsızdı.
Bu adam Yan Ziyi, şimdi Zhengda Gece Kulübünün ikinci katında oturuyor ve aşağı bakıyordu. Yan Ziyi oldukça iyi profilli bir insandı. Girişten üst kata çıkarken, tüm yol boyunca saygıyla ona “Yan Ge*” diye seslenen insanlar vardı.(Ge abi demek olsa da kan bağı olmayanlar arasında bir saygı eki olarak da kullanılır)
Ara sıra bazılarına gülümseyerek başını salladığında bu insanlar onur duyacaklardı. Yan Ziyi bugün eğlence için gelmişti, bu yüzden düşük bir profil tuttu*; Onu görmeyenler, tüm şehrin en büyük patronunun artık gece kulübünün ikinci katında olduğunu bile bilmiyordu.(düşük profil tutmak kendini belli etmemek, mütevazi takılmak)
Alt kattakiler doyasıya dans ederken, bir anda gürültü koparan insanlar oldu.
Karpuzu andıran şişman bir adam, genç ve güzel bir kızı çekiştiriyordu.
“Ne yapıyorsun?!” Kız sabırsızdı, onu başından savmaya çalışıyordu.
“Küçük kız kardeş, bu Ge seni bir gece atıştırması için dışarı çıkaracak!” Şişko Kış Kavunu şehvet düşkünüydü, yüzünde holiganlık* vardı.(holigan serseri diyebiliriz bizdeki anlamı)
Kız kızgındı, “Hasta mısın? Senin kim olduğunu tanıyan var mı?”
Şişko Kış Kavunu acımasızlaştı, “Seninle ilgilenmem senin için bir onurdur!”
Bu Şişko Kış Kavunu’nun takma adı “Kış Kavunu” idi. Şehrin batı kesiminde Liu Luoguo’nun astıydı. Görünüşü oldukça çirkindi ama kesinlikle acımasız bir insandı, dövüşmekte ustaydı; birçok kişiyi bıçaklamıştı ve kamu güvenlik bürosunda sabıka kaydı vardı.
“Seni pis kokulu haydut!” diye kız küfretti.
“Kime küfrediyorsun?” Bu kadar küçük kardeşin önünde Şişko Kış Kavunu egosunu bir kenara koyamadı.
“Hemen benimle gelmezsen eteğini yırtarım! Bana inanıyor musun, inanmıyor musun?” Şişko Kış Kavunu, üçgen gözleriyle şiddetle baktı ve başka bir kelime söylemeye korkan kızı şiddetle çekti: “Kıpırda hadi!”
Kızı sürükledi ve iki adım yürüdü. Önünde birileri vardı, geçmelerine izin vermiyordu.
“Yol açın!”
“Kız istekli değil, neden onu götürüyorsun?”
Şişko Kış Kavunu dondu; Birinin yolunu kapatmaya cüret edeceğini düşünmemişti. Diğerine iki kez yukarı ve aşağı baktı.
“Lanet olsun beni tanımıyor musun? Yolumu kapatmaya mı cüret ediyorsun?”
Şişko Kış Kavunu gerçekten oldukça şiddet yanlısıydı.
“Kapattım, ne olmuş yani?” Diğer kişi de oldukça mantıksızdı.
“Küçük çocuk, oldukça etkileyici olduğunu mu düşünüyorsun?”
“Etkileyici olmaya alışkınım, değiştirilemem.”
Şişko Kış Kavunu bu sözleri duyduğunda üzerine atladı.
O küçük sokak haydutlarından biri değildi. Vücudunda yedi veya sekiz irili ufaklı ciddi yarayla Liu Luoguo yönetimindeki en acımasız kişiydi. Bir iki kişiden öylece korkar mıydı? Şişko Kış Kavunu, doğrudan diğerinin yüzünü hedef alan bir yumrukla ona doğru geldi.
Şişman olmasına rağmen hareketleri çok hızlıydı, hiç de umursamaz değildi. Bu aynı zamanda ününün de sebebiydi. Alışılmış rutini, önce hızla kişinin burnuna yumruk atmaktı. Rakip burnunu tutarken saçlarından tutar ve acımasızca midesine diz çökerdi. Diğeri yine düşmezse çakısını çıkarıp kişiyi bıçaklayacaktı.
Normalde, ilk yumruğunu savuşturabilecek çok fazla insan yoktu ama şimdi Şişko Kış Kavunu boş havaya vurdu. Diğer çocuk ondan bile daha zekiydi ve hemen kaçtı. Bunun yerine Şişko Kış Kavunu’nun yumruğunu tuttu ve onu ileri doğru çekti. Şişko Kış Kavunu dengesini kaybetti. Midesi zaten birkaç kez acımasızca, sert ve doğru bir şekilde vurulmuştu. Keskin acıya katlandı ve göğsündeki bıçağa uzandı. Daha o çekemeden, ağzı bir şey tarafından sert bir şekilde tokatlandı. Yüzü kırık bir bira şişesinin yarısıyla dövülürken yalnızca keskin bir “patlama” sesi duydu!
Bu şişeyle dövülen Şişko Kış Kavunu’nun yüzü kanla kaplıydı ve çenesi kapanamayacak şekilde yerinden çıkmıştı. Şişko Kış Kavunu’nun küçük erkek kardeşleri de donmuştu; onun bir kavgada gerçekten kayıp yaşadığını hiç görmemişlerdi ve hepsi ileri atıldı. Diğer tarafta sadece on kişi vardı. İki taraf çatışmaya başladı.
Yan Ziyi yukarıda izliyordu. Şişko Kış Kavunu tarafındaki insanların hepsi Liu Luoguo’nun insanlarıydı ama diğer taraftaki o grup insan tamamen yabancıydı. Bir bakışta, bir patronları olmadığı söylenebilirdi. Onlar sadece sıradan sokak haydutlarıydı, ama yine de Yan Ziyi bu kadar yiğit dövüş becerilerine sahip küçük sokak haydutlarını ilk kez görüyordu.
Şişko Kış Kavunu’nun adamlarının hepsi silahlarını çıkarmıştı. Büyük bıçaklar da kullanan birçok insan vardı; büyük bıçaklar aslında o kadar öldürücü değildi ama bir dövüşte gerçekten korkutucuydu. Bıçak indirilirse, yirmi veya otuz santimetrelik kanlı bir yarık olur; bu da kuşatma için çok uygundu. Tipik olarak, bu bıçakları kullananlar Jianghu aracılarıydı.
Başlangıçta, Şişko Kış Kavununun adamları silahlarını bu sokak haydutlarını korkutmak için kullandı. Deneyimlerine göre, bu küçük çaplı haydutların hepsi sahte sertti ve gerçekte sert değillerdi; iki kez bıçaklandıkları sürece kaçacaklarına hiç şüphe yoktu.
Beklenmedik bir şekilde, bugün Şişko Kış Kavunu ve çetesi “diğer tip” ile tanışmıştı. Onların büyük bıçaklar kullandıklarını görünce karşı taraf korkmadı, yine de ileri atıldı. Özellikle başlangıçta Şişko Kış Kavununu yere seren, korkusuzca büyük bir bıçak kullanan ve ona saldıran bir kişinin uyluğuna saplayan o çocuk.
“Ah!” Sapladığı kişi çığlık attı. O çocuk büyük bir bıçak tutuyordu; kimse ona yaklaşamazdı. Pala tutan birkaç iri adamı geri çekilmeye zorladı ve kardeşini keserek başka bir adamı bıçakladı. Birini bıçaklamakla birini haklamak arasında temel bir fark vardı; birine saldırmak onları nadiren öldürür, ancak birini bıçaklamak ölümcül olabilirdi.
Bu çocuğun acımasız ve pervasız gücünü gören Şişko Kış Kavunu’nun adamlarının hepsi korkmuştu. Ne de olsa herhangi bir ölüme neden olmak istemiyorlardı.
Kavganın bir tarafı korkunca durum hemen değişirdi. Böylece Şişko Kış Kavununun adamları birbiri ardına kaçtı. O çocuk bir masaya atladı ve onları kovaladı, insanları hakladı arka arkaya birçok masanın üzerinden atladı. Şişko Kış Kavunu panik içinde kaçarken tek kelime etmeye bile cesaret edemedi.
Yan Ziyi, insanları haklamak için masaya atlayan çocuğa ilgiyle baktı.
Yan Ziyi astına sordu, “Kim bu çocuk?”
“Adı Yang Lei.”
“Ah, demek o Yang Lei.”
Yan Ziyi bile Yang Lei’yi duymuştu.
Yang Lei, genç haydutlar arasında en iyilerden biri olarak kabul edilirdi. Risk almaya cesaret eder; savaşmaya cesaret ederdi. Üstelik gücü kuvvetle karşılardı; rakip ne kadar acımasızsa, o kadar boyun eğmezdi.
Yang Lei, on sekiz ya da on dokuz yaşındaydı,i. Şimdiye dek herhangi bir patrona boyun eğmedi ve herhangi bir destek aramadı. Sadece kendi sıkı çalışmasına güvendi, doğru hareket etti. General’s Street bölgesinde ünlü bir haydut lideri olmuştu. Daha sonra, Jianghu halkıyla birkaç zorlu savaşa girdi ve itibarı arttı.
Yang Lei, çocukluğundan beri wuxia romanları okumayı severdi ve şövalyelikten derinden etkilenmişti, bu yüzden asla başkalarına zorbalık yapmazdı. O ünlü “üç şey” prensibine sahipti: kadınlara zorbalık etme, iyi insanlara zorbalık etme ve zayıflara zorbalık etme.
Birçok Jianghu aracısını gücendirmiş olmasına rağmen, Yang Lei mantıklıydı. Bu kavgaların nedeni, Yang Lei’nin lehineydi. O büyük Jianghu haydutlarının hepsi yüzlerine ve itibarlarına değer veren insanlardı. Kendi astları işlerinde dikkatsizdi, bu yüzden başkaları tarafından kesilmelerine şaşmamalı.
Jianghu’nun kuralı buydu, bu yüzden Yang Lei’ye gerçekten hiçbir şey yapmadılar. Yavaş yavaş Yang Lei’nin ünü yükseldi; Genç haydutlardan hiçbiri onun kim olduğunu bilmiyordu.
Doksanların başındaki o zamanlar, gelecek vaadeden çok az genç vardı; Yang Lei en iyilerinden biriydi. Yan Ziyi’nin bile onun adını duymuş olmasına şaşmamalı.
“Çocuğun becerileri fena değil!”
Yan Ziyi övgü dolu bir cümle söyledi. Ünlü Kış Kavunu’nu o perişan hale gelecek şekilde kesebilmek kolay değildi.
“Oldukça iyi.”
Yan Ziyi, Yang Lei’nin adaletsizliğe karşı davranışlarından da oldukça memnundu.
Daha sonraları, Yang Lei’nin nasıl Yan Ziyi’nin astı olduğuna dair birçok versiyon vardı… Hangi versiyon olursa olsun, her halükarda, Zheng Da Gece Kulübü meselesinden kısa bir süre sonra Yang Lei, Jianghai şehrinin bir numaralı patronu olan Yan Ziyi’yi takip etmeye başladı…
Şişko Kış Kavunu’nun, Yang Lei’ye olan kızgınlığı daha sonra yerini kararsızlığa bıraktı. Bu büyük kaybı yaşadıktan sonra dişlerini göstererek geri dönmeye cesaret edemediği söylendi çünkü patronu Liu Luoguo ne kadar güçlü olursa olsun, Yan Ziyi’nin otoritesini göz ardı edemezdi.
.
.
.
“Lei Ge, Dokuzuncu Şehir Lisesi’nde oldukça iyi bir okul çiçeği olduğunu duydum. Gidip bir bakalım mı?”(okul çiçeği çok güzel bir kız yani)
Konuşan Yang Lei’nin erkek kardeşi Li San’dı. Li San’ın küçük bir burnu ve küçük gözleri vardı. İlk bakışta bir dağ sıçanı gibi görünüyordu ama oldukça haklıydı.
“Nasıl, oldukça iyi mi?”
“Gerçekten uzun bacakları var ve beyaz tenli!”
(esmerim biçim biçim bu Çinliler beni öldürecek nedir yani bu beyaz tutkunuz karşim, gerçi bende beyaz tenliyim)
“Sen sadece şehvet düşkünüsün!”
Yang Lei, Li San’ı bir kez tekmeledi. Yang Lei’nin hala bir kız arkadaşı yoktu ama yüksek beklentileri vardı ve sıradan şeylerden hoşlanmıyordu.
“Gitmiyorum. Ben antrenman yapacağım!”
“Yine mi çalışıyorsun?” Li San’ın hâlâ yüksek sesle söylemeye cesaret edemediği sözleri vardı: “Yaptığın şeye pratik yapmak denmez, buna pamuk yolmak denir!”(pamuk yolmak derken gitarı tiz şekilde çalmasından bahsediyor)
O sırada Yang Lei, nedenini bilmeden gitara karşı büyülenmişti. O zamanın gençlerinin başka eğlence kaynakları yoktu. Hepsi gitar çalmayı ve bugün gösterişli denecek bir şekilde melankolik gibi davranmayı severdi. Yang Lei, neden bu melodiden büyülendiğini bilmiyordu. Komşu bir ağabeyden en eski moda ahşap gitarı ödünç aldı. Bütün gün, çok melankolik bir ifadeyle ileri geri tıngırdatmak için onu kullanırdı, ona bakmak insanın kalbini kırardı.
Yang Lei’nin gitarı ne kadar iyi çaldığını söylemeden önce, gitar çalarken görünüşü oldukça aldatıcıydı.
Bu yüzden, Yang Lei zaten bir takma ad aldı: “Genç Usta Yang.”
O zamanlar takma adın arkasındaki gerçeği pek kimse bilmiyordu ve yıllar sonra sokaklar yavaş yavaş onun kökenini anladı. O zamanlar insanlar bu takma adın Yang Lei’nin görünüşünden kaynaklandığını düşündüler.
Yang Lei uzun boyluydu, yaklaşık 180 santimetre boyunda ve yakışıklıydı. 2000’lerden sonra yükselen idollerin hepsinin çift cinsiyetli tarzları vardı. Tüm erkek idoller kadınsı görünüyordu, ancak o zamanlar yakışıklılık, küçük beyaz yüzlere karşı özel bir tiksinti ile zarafet ve sağlamlıkla ilgiliydi.
Yang Lei çok yakışıklıydı, keskin gözleri ve güçlü kaşları vardı, yüz hatları belirgindi ve gözleri parlak ve dinçti. Yang Lei’nin yakışıklılığı aynı zamanda güçlü ve sağlam, fazla yağdan yoksun olan iyi figüründen kaynaklanıyordu. Bu fitlik, uzun süredir devam eden mücadelenin bir sonucuydu. Yan Ziyi’nin sözlerine göre, onun iyi bir dövüşçü* olduğu bir bakışta anlaşılıyordu.(aslında savaşçı diyor çünkü patronların bu üst elemanları Altın Savaşçı ünvanını alıyorlar, kitabımızın ismi Altın Madalyalı Savaşçı tabi bu çince ismi)
Yani Yang Lei’nin bir gitar taşırken yakışıklı görünümü çok dokunaklıydı ve idol gibiydi, kızların kalbini hareket ettirebiliyordu. O sırada Ninth City Lisesi’nden bir kız Yang Lei’den büyülenmişti ve çok cesurdu, onu her yerde durdurup karşısına çıktı. Yang Lei kavga ederken hiç kimseden saklanmamıştı ama bu kızı görünce yoldan sapacaktı. Bu kızdan oldukça sıkılmıştı.
Bu yüzden Yang Lei, Ninth City Lisesini duyduğunda, neredeyse ölümüne üzüldü. Pamuk yolmak için sessiz bir yer bulurken Li San ve diğerlerinin kızlarla kendi başlarına buluşmaları için Ninth City Lisesine gitmelerine izin verdi.
Biri nefes nefese koşarak avlu girişinden içeri daldığında, uzun süredir gitarını çalamamıştı bile.
“Lei Ge! Biri beni dövdü!”
Yang Lei bu kişinin görünüşünü görünce sinirlendi, “Seni kim dövdü?”
Dayak yiyen Chuan-zi’ydi. Hâlâ açık kasık pantolon giydiklerinde, o zaten Yang Lei’nin erkek kardeşiydi. Yang Lei, Chuan-zi’nin kafasındaki sürekli kan damlayan büyük yarığı, yüzü kül ve kirle kaplı ve son derece acınası görünümünü görünce öfkeyle doldu.
“Bright Billboard’s Room çalışanları beni dövdü!”
“Hadi gidelim!”
Bright Billboard’s Room şehir merkezindeydi. O zamanlar çeteler bilardo salonu, eğlence salonu, tiyatro gibi çoğu yeri gözden kaçırıyordu. Ölçekleri nispeten büyüktü ve Bright Billboard’s Room şehirdeki en büyük ve en ünlü yerdi.
Yang Lei o sırada adamlarını topladı ve koşarak Bright Billboard’s Room’a gitti. İçeri girer girmez içeride oynayan birçok insan vardı. Agresif bir şekilde içeri giren insan grubunu görünce hepsi konuşmaya cesaret edemedi. Yang Lei kapının yanında duruyordu.
Sakince Chuan-zi’ye sordu. “Chuan-zi, burada seni kim dövdü?”
“Bu o!”
Chuan-zi, bilardo masasının arkasındaki birini işaret etti.
O kişi on sekiz on dokuz yaşlarında, tombul ve oldukça sevimliydi. Zaten dikkatli bir şekilde işaret çubuğunu elinde sıkıca tutuyordu ve Yang Lei’ye biraz gergin bir şekilde bakıyordu.
Yolda Chuan-zi, Yang Lei’ye tüm hikayeyi çoktan anlatmıştı.
Chuan-zi tek başına oynamaya gitmişti. Bilardo salonunda onunla oynayacak birini buldu. Oynarken ikisi de biraz sinirlendi. İkisi de kaybetmeye dayanamayan genç adamlardı. Tartışmaya başladıklarında küfürler savuran ikili, ardından kavga etmeye başladı. Chuan-zi ilk hamleyi yaptı ama onun becerisi diğerininki kadar iyi değildi. Diğer kişi Chuan-zi’nin yüzüne bir bilardo topu vurdu ve kafa derisine bir sopa sapladı. Aslında, yarası ciddi değildi, sadece biraz korkutucu görünen kanlıydı. Chuan-zi, Yang Lei’nin mantıklı bir şekilde savaştığını biliyordu, bu yüzden ilk adımı attığını kabul etmedi. Bunun yerine dayağı abartıp süsledi.
Yang Lei, kendi kardeşlerinin başkaları tarafından zorbalık görmesine neredeyse dayanamıyordu. Tombul çocuğa doğru yürüdü. Ona bakarak, “Kardeşimi döven sen miydin?” dedi.
Tombul çocuk, Yang Lei’nin bakışını görünce korkmuştu. Ama yine de cesareti vardı ve pes etmedi, “Ya onu dövmüşsem?”
“Pardon?” dedi Yang Lei.
“Sen de kimsin, sen XX misin?” dedi Tombul çocuk, “Bana ilk saldıran oydu!” (xx bir çeşit küfür o.ç , piç gibi anlamı var)
Belki Yang Lei onunla gerçekten makul bir şekilde konuşabilirdi, ama bu tombul çocuğun arkasında desteği varmış gibi görünüyordu. Kasıtlı olarak kışkırtıcıydı ve bu XX küfür özellikle tatsızdı, en kirli müstehcenlikti.
Yang Lei, çocuk “XX” demeyi bitirmeden önce bir hamle yaptı.
Yang Lei’nin nasıl dövüştüğü önemsizdi. Önemli olan, tombul çocuğun kısa süre sonra yerde kıvrılmış haldeyken başını tutmasıydı, sadece dayak yiyebilirdi. Başka kimse kavgaya katılmadı. Yang Lei onunla tek başına ilgilendi. Yang Lei onu defalarca tekmeledi. Ne zaman tekme atsa, tombul çocuk sefil bir şekilde uluyordu. Onun ulumaları bilardo salonundaki herkesin yaklaşmaya cesaret edemeyip uzaklaşmasına neden oldu. Dinlemek bile tüylerini diken diken etti.
Tombul çocuk dövülürken yine de bağırmayı, ulumayı unutmadı. “Benimle dövüşmeye cüret ediyorsun! …Kuzenimin kim olduğunu biliyor musun?!…”
“Kuzeninin kim olduğu kimin umurunda!”
Yang Lei daha da acımasızca tekme attı. En çok, başkalarını yenemedikleri zaman, “Benim XX’imin kim olduğunu biliyor musun?” şeklindeki cümleler çok korkakçaydı.
Bilardo salonundaki masaları izleyen insanlar yardıma koştu, ama görünüşe göre çok fazla işçi yoktu. Belki de diğerleri bazı işleri halletmek için dışarı çıkmışlardı. Dövüşçülerin sayısı eşit değildi ve hepsiyle Yang Lei’nin adamları ilgilendi ve bilardo salonunu kaos içinde bıraktı. Yang Lei bunun yeterli olduğunu gördü; durmaya hazırlanırken kanlı suratlı tombul çocuğun kapıya doğru “Ge!” diye bağırdığını duydu.
Yang Lei arkasını döndü.
Rüzgarın sesiyle döndüğü an, kafasına bir tuğla çarptı.
Yang Lei, birisinin ona arkadan yaklaştığının farkında bile değildi.
Alnından aşağı taze kan akarak görüşünü bulanıklaştırdı. Kan sayesinde Yang Lei bir kişi gördü. Uzun, zayıf ve lekesiz bir adam ifadesizce ikinci bir tuğlayı Yang Lei’nin yüzüne çarptı.
Uzun zaman sonra Yang Lei, zihninde en derin izlenimi bırakan şeyin diğer kişinin beyaz gömleği olduğunu hatırlayacaktı.
Beyaz gömlek göz kamaştırıcıydı, kar kadar beyazdı ve tertemizdi. Çok az savaşçı bu kadar temiz giyinirdi. Çıplak omuzlu değillerse, kolsuz gömlekler veya bol pantolonlar giyerlerdi. Beyaz gömleği kanla, Yang Lei’nin kanıyla hızla kırmızıya boyandı.
Yang Lei silah getirmediğine pişman oldu. Rakibi de bıçak kullanmadı, bu yüzden ikisi de silahsız dövüştü. Yang Lei yakın mesafe dövüşü öğrenmişti ve tek başına dövüşmekte kesinlikle iyiydi.
İki tuğlanın çarpması kanını harekete geçirmişti ve rakibinin saçını tutmak için elini uzattı. Sonra diğer kişinin dizine tekme atmak niyetiyle bacağını kaldırdı. Sayısız dövüşte, sadece birkaç kişinin bu hamlesi bu hamleye karşı koyabilirdi. İnsanları dışarı çıkarabilecek bir hareketti. Rakibi kesinlikle bir tekmeden dizinin üstüne düşer, ayağa bile kalkamazdı. Ama şu anda, görüşünü bulanıklaştıran kanın isabetsizliğinden mi, yoksa rakibinin çok mu hızlı olduğundan emin değildi.
Yang Lei, rakibini yakalayamadı. Bunun yerine, rakibi iki elini de yakaladı ve acımasızca Yang Lei’nin karnına diz çöktü.
Midesine dayanan tek dizi Yang Lei’nin başının dönmesine ve görüşünün bulanıklaşmasına neden oldu.
Art arda birkaç acımasız darbe geldi ve her biri hedefe isabet etti. Diz çökmenin bir tekniği vardı. Amatörler güçlü bir şekilde diz çökebilirdi ama sadece diz çöken kişinin eti acırdı;
Aslında çok fazla yaralanma olmazdı.
Oysa gerçek uzmanlar birisine diz çöktüğünde, acımasızca ve doğru bir şekilde iç organlara diz çökerlerdi. Güçlerini iyi kontrol edemezlerse iç organları delebilir, kanamaya veya ölüme neden olabilirlerdi.
Yang Lei bir uzmandı. Rakibinin en ufak bir hata yapmadan ve en ufak bir tereddüt etmeden tamamen iç organlarına nişan aldığından emindi. Dedikleri gibi, hareket ettiğiniz sürece birinin uzman olup olmadığını bileceksinizdir. Yang Lei diz çöktüğü anda, bunların kesinlikle sıradan bir haydutun hareketleri olmadığını anladı.
Bu sırada birçok kişi içeri dalmıştı. Ana bilardo salonu çalışanlarının hepsi bu beyaz gömlekli adamla geri dönmüştü. Şimdi güçlü bir şekilde yenilenler Yang Lei’nin adamlarıydı.
Beyaz gömlekli adam Yang Lei’yi bir kenara fırlattı ve birkaç kişi ellerinde büyük bıçaklarla Yang Lei’nin vücudunu kesmek için yaklaştı. Ama Yang Lei bir erkekti; bir kez bile merhamet dilemedi. Biri onu her kestiğinde, her şeye katlandı,”Amcanı sikeyim!”
Yang Lei’nin erkek kardeşleri, Yang Lei’nin başkalarıyla uğraştığını görmeye alışmışlardı, ancak Yang Lei’nin bir kavgada bu kadar kötü bir şekilde dövüldüğünü hiç görmemişlerdi. Her biri sadıktı. Kimse kaçıp Yang Lei’yi terk etmedi. Bilardo salonunun içinde mahsur kaldılar ve dört bir yandan kuşatıldılar. Yang Lei kesilirken yüksek sesle bağırdı, “Kardeşinle ben tek başıma savaştım! Kardeşlerime vurma!”
Beyaz gömlekli adam durmaları için bağırdı, “Yeterli!”
“Cesareti olduğu kesin.”
Beyaz gömlekli adam Yang Lei’ye baktı. Yang Lei’nin sırtına birkaç büyük kanlı yara açılmıştı. Başından ve yüzünden kan damlıyordu ve görünüşü çok ürkütücüydü.
Yang Lei, başı ve yüzü kanla dolu halde ayağa kalktı, ancak bakışları hâlâ boyun eğmezdi ve sözsüz bir şekilde beyaz gömlekli adama bakıyordu.
“Çık.” dedi beyaz gömlekli adam.
“Kuzen! Onun bu şekilde gitmesine izin mi veriyorsun?” Tombul çocuk hâlâ sakinleşmemişti.
“Bırakın gitsinler!”
Onlarca insan, Yang Lei’nin adamlarına yol açarak dağıldı.
Bu, çeteye girdiğinden beri Yang Lei’nin en kötü yenilgisiydi. Jianghu aracılarıyla pek çok darbe almış, pek çok sert darbeyle karşılaşmıştı ama hiç bu kadar büyük bir yenilgi yaşamamıştı.
Yang Lei bu kadar büyük bir kayıp yaşadıktan sonra öfkesini bastırıp sessiz mi kalacaktı?
Tabii ki değil! İntikam istiyordu.
.
.
.
Birkaç gün hastanede yatınca patronu Yan Ziyi, Yang Lei’yi ciddi şekilde azarladı.
“Neyin önemli olduğunu bilmiyorsun!”
Yan Ziyi, Yang Lei’nin düşüncesizliğinden çok rahatsız olmuştu.
“Harekete geçmeden önce Bright Billboard’s Room’un kime ait olduğunu biliyor muydun? Onları dikkatsizce kışkırtmaya ben bile cesaret edemem!”
Aslında Yang Lei biliyordu. Çetede bilmeyen yoktu. Bright Billboard’s Room, Luo Jiu’ya aitti. Luo Jiu, Yan Ziyi kadar ünlü bir Jianghu patronuydu.
Sokaklarda Luo Jiu’ya “Jiu Ge” deniyordu. 1980’lerde, birinin canına kıymaktan Fujian ve Guangdong’a kaçmıştı. Daha sonra geri döndü ve hapsedildi. Hapishanedeyken ömür boyu yoldaş olacağı bir grup kardeş buldu. Her biri onun için ölmeye hazırdı.
Luo Jiu hapisten çıktıktan sonra sokaklardakiler ona hem saygı duydu hem de ondan korktu çünkü Luo Jiu, Yan Ziyi gibi yumuşak başlı değildi. Harekete geçerse kesinlikle başkalarına zarar verecek gaddar bir insandı ama Luo Jiu aynı zamanda çok ahlaklı bir insandı. Hafif hareketler yapmazdı. O ve Yan Ziyi, Jianghai’ye hakim olan büyük haydutların liderleriydi. Jianghai’de onları tanımayan kimse yoktu, onları kışkırtmaya cüret eden kimse yoktu. Şu anda işi Yan Ziyi’ninki kadar büyük değildi ama itibarı eşitti. Yan Ziyi ile her zaman bir bağ paylaşmıştı,
Yang Lei’nin Bright Billboard’s Room’daki dövüşü, açıldığından beri belki de ilk kez alt sıralardan genç erkeklerin kavga çıkarmaya cesaret ettiği maçtı. Güçlülere karşı bir mücadele seçen Yang Lei, istemeden ünlü oldu.
“İlk sinsice saldıran oydu, yoksa kazanamazdı!”
Yang Lei meydan okudu. Beyaz gömlekli adamın attığı iki tuğlasını düşününce canı sıkıldı.
“Yalnız savaşsa bile senden korkmaz o!”
Yan Ziyi, gençlerin dar görüşlü olmasından rahatsızdı.
“Savaşabilecek tek kişinin sen olduğunu mu sanıyorsun? Kiminle savaştığını biliyor musun?”
“Aptal bir lavuk?”
“O kişi Fang Yu!”
“……”
Yang Lei konuşmadı.
Biraz ortalığı karıştıran Jianghai’nin tüm haydutları, Fang You’nun Luo Jiu’nun bir numaralı savaşçısı, altın sınıfı bir savaşçı olduğunu bilirdi.
Kendi patronu Yan Ziyi ve Luo Jiu’nun adını duymamış haydutlar kesinlikle sağırdı. Fang Yu’nun adını duymamış haydutların ise en az bir kulağı sağırdı.
Son zamanlarda çeteye giren haydutlar, Fang Yu’nun ne kadar iyi dövüşebileceğini bilmiyorlardı, çünkü artık Fang Yu sık sık becerilerini göstermiyordu. Biraz daha deneyimli haydutlar Fang Yu hakkında konuştuklarında söyleyecek çok şeyleri vardı: plastik fabrikası kanlı savaşı, Tiran Nan’a karşı düello, deniz ürünleri otelinin şiddetli bir şekilde parçalanması… Hepsi büyük Jianghu olaylarıydı.
Jianghai çetesindekiler, bu olayları en ince ayrıntısına kadar bilmekten memnundu. Bu büyük olayları bizzat deneyimleyenler, sadece seyirci olarak bile, istisnai bir avantaja sahipti. Jianghu’nun küçük kardeşleri tarafından saygıyla “Da Ge” olarak adlandırılacaklardı. Ve bu olayların baş kahramanı Fang Yu, doğal olarak herkes tarafından biliniyordu.
Elbette Yang Lei de onu biliyordu ama Fang Yu’nun en azından otuzlu yaşlarında daha yaşlı bir adam olduğunu düşünüyordu. Beyaz gömlekli adamı asla efsanevi altın sınıfı savaşçıyla bir tutmamıştı.
Yang Lei’nin aldığı şok küçük değildi çünkü Fang Yu ondan sadece birkaç yaş büyük görünüyordu!
Ama Yang Lei yenilgiyi kabul edecek biri miydi? Kesinlikle hayır.
Sıradan insanlar Fang Yu’ya karşı kaybederse, bu kaybetmek sayılmazdı; utanç verici olmazdı. Yang Lei için böyle değildi. Rakibinin kim olduğu umurunda değildi. Kaybetmek kaybetmekti ve o sadece sonucu önemsiyordu.
Birkaç erkek kardeşi farklı derecelerde bıçak yaraları almıştı. Bu intikam sadece kendisi için değildi; aynı zamanda kardeşleri içindi. Böylece Yang Lei, hem Yan Ziyi’den hem de kardeşlerinden saklanarak hastaneden taburcu edildikten sonra, Fang Yu’yu tek başına bulmaya gitti.
Bunu diğer kardeşlerine söylerse gitmesine kesinlikle engel olacaklarını biliyordu.
Yang Lei çok uzun kollu giysiler giyiyordu. Kolların içinde, elinde gizli üçgen bir süngü ve cebinde büyük bir bıçak vardı.
Fang Yu’nun evinin girişini sordu ve sokağın girişinde pusuya yattı.
Yang Lei çok sabırlıydı. Bright Billboard’s Room’da çok fazla insan olduğunu biliyordu, bu yüzden Fang Yu’ya yaklaşamayacaktı. Burada Fang Yu ile tek başına, gerçekten savaşmak istiyordu.
Fang Yu motosikletle tek başına döndüğünde gece saat sekiz ya da dokuza kadar bekledi. Yang Lei ona sabit bir şekilde baktı. Fang Yu, sanki bu onun alamet-i farikasıymış gibi hâlâ beyaz bir gömlek giyiyordu.
Yang Lei süngüyü elinde sıktı, gözleri soğuk ve sakindi.
Yan Ziyi bir keresinde onun acımasız piç bakışlarının doğuştan bir savaşçıya ait olduğunu söylemişti.
Ancak Fang Yu, Yang Lei durduğunda saklandığı yere gitmemişti. Fang Yu, kavun tohumları satan yaşlı bir bayanla konuşuyordu.
“Kavun tohumları ne kadar?”
“Jin başına elli sent.”
Yaşlı kadının saçları bembeyazdı. Yıpranmış ve zayıftı, sonbahar rüzgarında yerde kıvrılmış oturuyordu. Zayıf bir şekilde konuşan Fang Yu’ya baktı.
Fang Yu, yaşlı kadına on on dolarlık banknot verdi, yani toplamda yüz.
“Hepsini alacağım.”
Fang Yu, yaşlı kadının yerden kalan birkaç plastik torba kavun çekirdeğini aldı.
Fang Yu yaşlı kadına, “Eve geri dön.” dedi.
“Genç adam, sana bozuk para vereceğim.”
“Gerek yok.”
Fang Yu ayrılırken yaşlı kadın konuştu, “Sen Yu-zi misin?”
“…..”
“Yu-zi, Da Hu’m ne zaman eve gelecek? O iyi bir çocuk, karakola gitmeden önce beni aradı. Birkaç gün içinde çıkacağını, yeni yılı benimle kutlamak için döneceğini söyledi.”
Yaşlı kadının yüzü hasretle doluydu.
“Diğerleri geri gelemeyeceğini söyledi, ama bu nasıl olabilir? Da Hu iyi bir çocuk. Zaten üç yıl oldu, öyleyse neden ondan haber almadım? Yu-zi, o çocuğa bir mesaj götürür müsün? Neden hala dönmedi… Annesi onu özlüyor…”
Yaşlı kadın serin gece sonbahar rüzgarında konuşmaya devam etti.
Fang Yu, sessizce dinleyerek önünde durmaya devam etti.
Yang Lei oradan ayrıldı.
O gece, Fang Yu paçayı sıyırdı…
Yang Lei, Fang Yu’da biraz insanlık olduğunu gördü ve yaşlı kadının önünde kavga çıkarmak istemedi.
Fang Yu’dan intikam almayı ise asla unutmadı tabi.
Birkaç gün sonra sokaklarda Fang Yu ile karşılaştı.
Sadece Fang Yu ile karşılaşmadı, birçok vatandaş da onunla karşılaştı veya daha doğrusu birçok vatandaş Fang Yu’yu izliyordu.
Kimse yaklaşmaya cesaret edemiyordu.
Fang Yu yine birini dövüyordu.
Tüm süreç çok hızlıydı; Yang Lei tüm sürece tanık oldu.
Fang Yu’nun dövdüğü kişinin adı Gun-zi idi, Xi Şehrinden ünlü bir haydut.
O sırada Gun-zi, birkaç arkadaşıyla birlikte sokaklarda kollarını birbirlerinin omuzlarına atmış yürüyordu. Yang Lei, Fang Yu’yu gördüğünde, Fang Yu tek kelime etmeden Gun-zi’ye doğru yürüyordu.
Fang Yu, bir bakkalın önünden geçtiğinde, patronun tezgahta bıraktığı bir kül tablasını aldı.
Fang Yu çok kibarca konuştu, “Patron, ödünç almama izin ver.”
Patronun tepki vermesini beklemeden Fang Yu çoktan yürümüştü.
Çetede uzun yıllara dayanan içgüdüsü, Gun-zi’yi sezgisel olarak tehlikenin hızla yaklaştığını hissettirdi. Yukarı baktığında, Fang Yu’nun yüzünü gördü.
Gun-zi’nin daha sonra olayı anlattığına göre, o sırada Fang Yu’nun onu arayıp aramadığını veya neden aradığını bilmiyordu. Fang Yu’nun yüzüne bir göz attı ve içgüdüsel olarak kaçmak istedi.
Bu, tehlikeye karşı uyarıda bulunan hayvani bir içgüdüydü.
Böylece Gun-zi hemen döndü ve koştu.
Gun-zi iki adım koşmuştu ki yakasının arkası biri tarafından yakalandı.
Fang Yu kül tablasını kavradı ve Gun-zi’nin başının ve boyun ekleminin arkasına ağır bir şekilde vurdu. Sonra ayağını kaldırdı ve acımasızca Gun-zi’nin ayak bileğine tekme attı. Gun-zi hemen yere düştü.
Gun-zi yere düştükten sonra Fang Yu ileri gitti ve omzuna bastı, eğildi ve iki “pa pa” sesiyle Gun-zi’nin her iki omuz eklemini yerinden çıkardı. Gun-zi yere yığıldı ve hemen karşılık verme yeteneğini kaybetti! (ben şok)
İzleyenlerin hepsi şaşkına dönmüştü. Gun-zi’nin arkadaşlarının hepsi şok oldu. Kimse yaklaşmaya cesaret edemedi.
Fang Yu, Gun-zi’ye sordu, “Kim olduğumu biliyor musun?”
“Fang… Fang Yu.” Gun-zi iyi konuşamıyordu bile.
“Seni neden dövdüğümü biliyor musun?”
Gun-zi doğruyu söyledi. “….
Bilmiyorum.”
“Dün gece kimi yendiğini hatırlıyor musun?”
Gun-zi, sokakta kavun tohumları satan yaşlı bir kadını hatırladı. Dün şarap içip dışarı çıktığında, yaşlı kadın tereddütle onu rahatsız etti ve kavun çekirdeği almak isteyip istemediğini sordu. Hâlâ sarhoş olan Gun-zi sabırsızlandı. Tekme atarak yaşlı kadının yol kenarına düşmesine neden oldu. Hâlâ öfkesini yeterince dışa vurmadığını hissetti ve yaşlı kadına birkaç kez tokat attı. Ancak yaşlı kadının ağzının kanla dolu olduğunu ve birkaç dişini tükürdüğünü görünce tatmin oldu ve kasılarak uzaklaştı.(pislik)
Sarhoşluğundan uyandıktan sonra Gun-zi de uygunsuz davrandığı için pişman oldu ama birinin çıkıp yaşlı kadına yardım edeceğini hiç düşünmemişti.
Ve o kişi Fang Yu’ydu!
Fang Yu çömelip Gun-zi’nin çenesini tuttu ve elindeki kül tablasını kaldırdı,
“Bugün dişlerini alacağım. Yaşlı kadına bir daha dokunursan canını alırım.”
Fang Yu konuşmayı bitirdiğinde kül tablasını kaldırarak Gun-zi’nin dişlerini teker teker kırdı.
O sırada sahneyi gören insanların hepsi oldukça dehşete kapıldı.
Gun-zi’nin ağzı kanla doluydu, çenesi zaten Fang Yu’nun kül tablası tarafından kırılmıştı ve çürümüş bir pamuk parçası gibi gevşekçe sarkıyordu.
Hastanede yapılan kontrolden sonra Gun-zi’nin altı dişleri, burnu ve çenesi kırılmıştı.
Fang Yu işini bitirdikten sonra, acımasız sahneye bakan, sessizliğe bürünmüş seyirci kalabalığını geride bırakarak ayağa kalktı. Elindeki kanı kül tablasıyla silmek için kullandı, ardından sakince markete doğru yürüdü.
Patrona gülümseyen Fang Yu, kül tablasını tezgahın üzerine koydu, “Teşekkürler patron.”
“……..”
Patron tek kelime edemedi.
Fang Yu ayrıldı. Kalabalık, ona bir yol bırakarak uzaklaştı.
“İğrenç!” Fang Yu gittikten sonra hala korkmuş olan kalabalık haklı bir öfkeyle doldu, “Sokaklarda bu kadar kibirli olmaya cüret ediyor!”
“Hâlâ herhangi bir ahlâkı var mı?!”
“Oldukça iyi bir genç adama benziyor, neden bu kadar acımasız davranıyor?”
“Doğası gereği zalim! Bu tür insanlar vurularak öldürülmeli!”
……
Kalabalık dağıldı.
Yang Lei yerinde durmaya devam etti.
Daha sonra çete, Fang Yu’nun bu andan itibaren sokaklarda yaptıklarından bahsettiğinde, hepsi çok şaşırmıştı. Gun-zi ve Fang Yu arasında herhangi bir düşmanlık olduğunu hiç duymamışlardı. Gun-zi aynı zamanda zalim bir insan olmasına rağmen kesinlikle Fang Yu’yu gücendirmeye cesaret edemezdi.
Gun-zi, Fang Yu’yu gücendirmiş olsa bile, Fang Yu’nun Gun-zi ile başa çıkmak için fazlasıyla küçük erkek kardeşi vardı; kişisel olarak hareket etmesine ve bu kadar gaddarca davranmasına gerek yoktu.
Bazı insanlar, Fang Yu’nun bu konuda herhangi bir sebep olmaksızın uygunsuz davrandığını söyledi.
O sırada Yang Li de anlamadı. O sadece Fang Yu’nun zulmü ve becerisi karşısında hayrete düşmüştü.
Daha sonra Yang Lei, bunu Gun-zi’den duymuş olan bir erkek kardeşinden bir açıklama duyduğunda, Fang Yu’nun o gün onu neden dövdüğünü anladı.
Yang Lei konuşmadı.
Belki de Fang Yu’nun o sırada neden bu kadar acımasız davrandığını en iyi o biliyordu.
Yaşlı kadını, o gecenin sonbahar rüzgarını ve Fang Yu’nun sessiz gidişini düşündü….
Yang Lei
Fang Yu
.
.
.
💫💫💫
Nasıldı ilk bölüm ama🤩
Merabalar çevirmeniniz yeni bir kitabımızı gururla sunar.🥳
Aynı anda yirmi tane kitap okuyan bendeniz sizleri hem aksiyon hem romantizm hem de kitap okumanın eşsiz sevgisine boğacak bir Novel buldum. Gözünüz kapalı başlayabilirsiniz. Hiçbir uyarıda bulunmuyorum direk dalın yani.😁
Çifitimiz mükemmel, yazar tüm övgüleri hak ediyor ve övülmüş de. Bu kitapla ödüller almış. Kitabı okuyanlar ellerinden bırakamamış. Şayet bendeniz de bu seriye peş peşe bölüm atacağım ve kısa sürede çevirmeyi planlıyorum.
Bu ilk bölüm dört bölüm uzunluğunda diğer bölümler kısa.
Herkese keyifli okumalar oy ve yorumlarınızı bekliyor olacağım canlarım. Herşey sizlerle güzel♥️
Birde öhöm yetişkin içerik olduğunu söyleyelim.
Bazı efsaneler iki tuğla ile başlar ☺️❤️
🫠
Ay evet ne kadar uzun bölümdü böyle 😀 Ana karakterlerin adını bilmediğim için ilk başta Yang Lei ile Yan Ziyi’yi shiplemiştim. Fang Yu daha münasip geldi şuan ama Yan Ziyi’nin de boşta kalmasına gönlüm müsaade etmiyor onu da şu rakip çetenin lideri ile birleştirir mi ki yazar?