Babasının kucağında kıvrılmış olan çocuk, Lan Wangji’ye utangaç bir merakla baktı. Lan Wangji’yi inceliyor gibi görünüyordu, bu yüzden Lan Wangji de çocuğu incelemesine izin verdi. Kesinlikle çekici bir çocuktu. Çocuğun güzel yüz hatları ve gür siyah saçları vardı. Küçük uzuvları sağlamdı, yüzü açık ve neşeliydi.
Bir an için ayaklarını boş yere tekmeledi. Sonra Lan Wangji’nin önündeki el değmemiş tabaklara doğru baktı.
Patrik çocuğun başını okşadı, gözleri sıcacıktı, “Hadi yine iyisin. Kocam et yemez. O yüzden eminim sana yemeğinden biraz verecektir. Değil mi?”
Lan Wangji bunun bir ricadan ziyade bir emir olduğunu biliyordu. Ama aldırmadı. Çocuk açık bir şekilde domuz etine bakıyordu ve Lan Wangji onu çevirmekten memnun oldu.
Çocuk da ona içten bir gülümsemeyle karşılık verdi. Patrik büyük et parçalarını ayırmaya yardım ederken, çocuk beceriksizce yedi.
Çok hızlı yediği için çocuğu azarlarken yüzü sevecendi.
“Bu kadar açgözlü yeme!” Patrik çocuğun saçlarını karıştırdı, “Sen de bir domuza dönüşeceksin!”
Çocuğun kulağına yumuşak, domuza benzer sesler çıkardı. Çocuk bir ağız dolusu yemeğin etrafında güldü. Lan Wangji iradesi dışında yumuşadığını hissetti.
Bu bir şekilde yüreklendiriciydi. En azından, kocasının çocuğuna nezaket gösterebildiğini keşfetmek rahatlatıcıydı. Belki de Lan Wangji’ye asla ısınamayacaktı ama bu önemsizdi. Lan Wangji kendisinden hoşlanmayan bir adamla evlenmeye tahammül edebilirdi. Tahammül edemediği şey, çocuklarına kaba davranan bir kocaydı.
Çocuk yemek yerken Lan Wangji’ye birkaç bakış daha attı. Yemeğini bitirdiğinde babasına döndü ve kulağına bir şeyler fısıldadı. Patrik şaşırmış gibi kabaca güldü. Cevap vermeden önce şarabından bir yudum aldı.
“Hadi söyle ona o zaman!”
Çocuğun yan tarafını dürttü. Ama çocuk kıpırdandı ve yüzünü babasının cüppesine sakladı. Patrik bir iç geçirdi.
“Oh, şimdi de utanıyor muyuz?” Yüz yüze gelmeleri için çocuğu kucağına aldı, “Buraya küçük bir dilenci gibi koşup onun bütün domuz etlerini çalarken bu utangaçlık neredeydi?”
Çocuk yine gülümsedi, başını eğdi. Ama cevap vermedi. Patrik onu konuşması için ikna etmeye çalıştı ama nafile. Sonunda Patrik pes etti ve Lan Wangji’ye döndü.
“A-Yuan senin çok güzel olduğunu düşünüyor.” dedi açık yüreklilikle.
Lan Wangji şaşkınlık içinde, “Teşekkür ederim.” dedi, “A-Yuan da yakışıklı bir çocuk.”
Çocuk ona gülümsedi. Patriğin ifadesi hafifçe yumuşadı ve Lan Wangji göğsünde küçük bir umut kırıntısının yükseldiğini hissetti.
Belki de kocası onun çocuğu soğuk bir şekilde karşılamasını bekliyordu. Çoğu yeni karı koca, saraylarında gayrimeşru bir çocukla karşılaşmaktan şüphesiz hoşnut olmazdı. Ancak Lan Wangji kocasının çocuklarını küçümsemek istemiyordu. Ne de olsa hiçbir zaman kendi çocuğu olmayacaktı. Evlerindeki tek çocuk, kocasının cariyelerinin doğuracağı çocuklar olacaktı.
Lan Wangji böyle çocukları tanımak istediğini fark etti. Bulut Girintileri’nde sık sık genç öğrencilerle birlikte çalışmıştı. Onlara derslerinde yardımcı olmak hoş bir şeydi. Kocasının çocuklarına kaligrafi ya da guqin çalmayı öğretmek hoşuna giderdi. Onların yetiştirilmesinde biraz da olsa yer almasına izin verileceğini umuyordu.
Wei Qing ona tuhaf bir bakış attı. Lan Wangji bunu tam olarak çözemedi ve yemeğin geri kalanı boyunca bu bakış üzerinde kafa yordu. Çocuğun annesi olsaydı, belki de onu uyarmak istiyordu. Ya da belki de sadece çocuğun varlığına açık bir nefretle tepki vermemesine şaşırmıştı. Lan Wangji emin olamıyordu.
Ama çok geçmeden, bu konuyu düşünecek zaman kalmadı. Tatlılar kaldırılmıştı -Lan Wangji’nin yetersiz iştahı onların ortaya çıkmasından çok önce azalmıştı- ve ziyafet sona ermişti.
Kocasının gülümsemesi oldukça yapay bir hal almıştı. Üç kadın hizmetçiye el sallarken yüzü asıldı. A-Yuan kucağına emeklediğinde içten bir zevk gözlerini aydınlatmıştı. Ama artık o da yoktu. Patriğin sesi yeniden alaycı bir hal aldı.
“Bu hanımlar sana odalarını gösterecek.”
Lan Wangji’ye genişçe gülümseyen kadınları işaret etti. Dudakları kırmızıya boyanmıştı ve yüzleri çok solgundu. Lan Wangji masadan kalktı ve onları takip etti.
Lan Wangji kadınların ölü olduğunu ancak daha sonra -koridorun yarısında- fark etti. Şaşırtıcı derecede gerçekçiydiler. Wen Ruohan’ın ceset kuklaları çok farklıydı. Süt gibi gözleri ve çatlak derileri bir fener gibi göze çarpıyordu.
Kaba olduklarını fark etti Lan Wangji. Onun kuklaları kuduz hayvanlar gibiydi. Sıçrıyorlar, ısırıyorlar, saldırıyorlardı. Amaçlarına top yemi* olarak hizmet ediyorlardı.(Top yemine kısaca fedai diyebiliriz)
Ama bu kadınlar oldukça farklıydı. Yumuşak, akıcı bir yürüyüşle hareket ediyorlardı. Tenleri kremsi bir beyazlıktaydı, gözleri mürekkep gibi siyahtı. İlk bakışta sıradan fahişeler gibi görünebilirlerdi. Sadece şakaklarının yakınındaki soluk siyah damarlar gerçeği ortaya çıkarıyordu. Ve konuşabiliyorlardı. Bu bilgi Lan Wangji’yi iliklerine kadar ürpertti.
Yürürlerken, kadınlar ona doğru baktı. Sonra başlarını birleştirip fısıldaşarak kıkırdadılar. Bu ses son derece rahatsız ediciydi.
Elbette, yeniden canlanan cesetlerin var olmaması gerekiyordu. Bu küfürdü, doğru xiulian uygulamasının bozulmasıydı. Böyle şeyler sadece hınç enerjisi kullanılarak elde edilebilirdi ve bu asla yapılmamalıydı. Hiçbir koşul altında. Bu konuda, Lan öğretileri tamamen açıktı.
Fakat eğer bu yapılırsa, sadece kuklalar ortaya çıkardı. Cesetler yürüyen bebekler, açlık ve nefretin taşıyıcıları olmalıydı. Gülümsememeliydiler. Konuşmamalıydılar. Sanki olup bitenleri Lan Wangji’den daha iyi anlıyorlarmış gibi bilmiş görünmemeliydiler.
Tüyleri diken diken olmuştu. Bu his, kadınlar onu odasına kadar takip ettiğinde daha da kötüleşti.
En azından oda güzeldi. Lan Wangji etrafına hızlıca bir göz attı. Bu güven verici bir manzaraydı. Konfordan yoksun, çorak bir hücreye gönderilmemişti. Patrik ona bir süit vermişti: bir oturma odası, bir çalışma odası, bir yatak odası ve özel bir banyo.
Çalışma odasında bir masa vardı. Oturma odasında bir masa, sandalyeler ve minderler vardı. Duvarlarda parşömenler asılıydı ve yerlerde kalın dokuma halılar seriliydi. Burası klanı değildi -evi değildi- ama rahattı. Sağ taraftaki sürgülü kapı küçük bir bahçeye açılıyordu. Lan Wangji orada ne olduğunu göremiyordu. Gece çökmüş, dışarıdaki dünya karanlığa gömülmüştü. Ama gölgede kalan bir ağacın görüntüsü huzur vericiydi.
Tül gibi kırmızı perdelerle örtülmüş büyük bir yatak da vardı. Onu inceleyecek zamanı yoktu. Kadınlardan biri bahçe kapısını kapattı. Bir diğeri de salonun kapısını kapattı. Onu yatak odasına götürdüler. Bavulları çoktan getirilmişti. Düğün kıyafetlerinin konulduğu kutular açık bir şekilde bekliyordu. Lan Wangji odanın içinde tereddüt etti, ne yapacağını bilemiyordu.
Ama kadınlar eşek arıları gibi üzerine üşüştüler ve o da anladı. Ona yardım etmek istiyorlardı. Onu soymak istiyorlardı. Lan Wangji kıpırdamadan durdu ve yanağının içini ısırdı.
Belki de uygun olan buydu. Bulut Girintileri’nden hiç hizmetçi getirmemişti. Patrik buna izin vermemişti ve o zamanlar Lan Wangji bunun bir lütuf olduğunu düşünmüştü. Bulut Girintileri’nde yanında getirmek istediği kimse yoktu. Oradaki hiç kimse onun kaderini paylaşmayı hak etmiyordu. Zaten beden hizmetçilerine de ihtiyacı yoktu. Lan Wangji kendi başına giyinebilir ve saçını düzeltebilirdi. Bunu hayatı boyunca yapmıştı.
Ancak düğün kıyafetleri başka bir meseleydi. Başlığı nasıl sökeceğinden ya da düzinelerce mücevherli iğneyi ne yapacağından emin değildi. Cüppeler ağırdı ve normalden iki kat daha fazlaydı. Lan Wangji’nin nereden başlayacağına dair en ufak bir fikri bile yoktu.
Kardeşi bu sabah giyinmesine yardım etmişti. Ancak kardeşi şu anda burada değildi ve cübbenin çıkarılması gerekiyordu. Bu yüzden Lan Wangji dişlerini sıktı ve küçük makyaj masasına oturdu. Ceset-kadınların soğuk elleriyle kendisine dokunmasına, iğneleri koparmasına ve saçlarını indirmesine izin verdi.
Saçları omuzlarına döküldüğünde, Lan Wangji kendini aynaya bakarken buldu. Saçının bir kısmı hala geleneksel yarım düğümüyle geriye doğru çekilmişti. Kadınlar bağları gevşetmişlerdi ama düğümü tek bir toka ile sağlam bırakmışlardı. Lan Wangji daha yakından baktığında bunun lotus iğnesi olduğunu gördü. Her nasılsa, kadınlar bunun amacının farkında gibiydiler. Buna dokunulmaması gerektiğinin bilincindeydiler.
Başlığı paketleyip mücevherleri çantasına koyarlarken Lan Wangji aynada iğneyi inceledi. İğne topraklama yapıyordu. Lan Wangji’ye bir pazarlık yaptığını ve bu pazarlığı yerine getirmesi gerektiğini hatırlatıyordu. Şu anda bedeli çok yüksek görünüyordu. Ama mantıksız bir bedel değildi- Savaşın sona ermesi. Ölümün, vahşetin ve amaçsız acıların sona ermesi. Yetiştiricilik dünyası ve çaresiz köylüler için barış. Patrik onlara bir parmak şıklatmasıyla zafer vermişti.
Lan Wangji, bunun değerli bir pazarlık olduğunu kendine hatırlattı. Kendi özgürlüğüne bu kadar yüksek bir bedel biçemezdi. Bu evlilik -ve bundan sonra olması gerekenler- çok yüksek bir bedel değildi. Bu kadar çok hayat karşılığında değil.
Kadınların işaretiyle Lan Wangji ayağa kalktı. Önce ağır dış cübbeyi, sonra da kırmızı ipekten yapılmış iç cübbeyi çıkardılar. Sonra kırmızı dantelden yapılmış bir sonraki katmanı çıkardılar. Yavaş yavaş onu soydular. Kısa süre sonra üzerinde Caiyi Kasabası’ndan gelen beyaz ipekten ince bir tabaka olan iç cübbesinden başka bir şey yoktu. Onu da çıkarmaya çalıştılar. Ancak Lan Wangji cübbeyi sıkıca kavradı ve ellerinden kurtuldu.
Kadınlardan biri dudak büktü ve ikincisi kaşlarını çattı. Üçüncüsü ise sadece akıcı ve melodik bir kahkaha attı.
“Ustaya çıkarması için bir şey bırakın.” diye fısıldadı.
Bu sefer diğerleri de güldü. Lan Wangji yanaklarının yandığını hissetti, ancak kadınlar bunun ardından geri çekildi. Kapı arkalarından kapandı ve Lan Wangji yalnız kaldı. Beklemekten başka yapacak bir şey kalmamıştı.
Yatağın üzerinde beklemesi gerekiyordu. Lan Wangji bu kadarını biliyordu. Eğer Patrik meseleyi düzgün bir şekilde ele almış olsaydı, Lan Wangji giyinik bir şekilde yatağa oturacaktı. O zaman kocası duvağını ve diğer her şeyi kendi elleriyle çıkarırdı. Ancak o bunu yapmamıştı. Lan Wangji en ince cübbesiyle tek başına kalmıştı.
Çay vardı, bu yüzden Lan Wangji içti. Özellikle susamış değildi. Çay içmek yemek yemekten çok daha kolaydı, bu yüzden ziyafet sırasında birkaç bardağı boşaltmıştı. Ama bu ellerine yapacak bir şey veriyordu.
Bir süre sonra makyaj masasının çekmecelerini ve gardırobun raflarını karıştırdı. Eşyalarının paketinden çıkarılmış olduğunu fark etti. Kadınlar, belki de gelecek nesiller için depoya koymak üzere düğün kıyafetlerini alıp götürmüşlerdi. Lan Wangji’nin o cübbelere ya da başlığa bir daha ihtiyacı olmayacaktı. Ama kendi giysileri çekmecelere sıkıştırılmış ve raflara dizilmişti.
Makyaj masasının içinde, Lan Wangji tanımadığı mücevherler buldu. Eşyalara dikkatle dokundu ve bunların hediye olup olmadığını merak etti. Belki de bu mücevherleri evlilik hayatında takması gerekiyordu. Gardıropta tanımadığı elbiseler de vardı. Beyaz ve mavi Gusu cübbelerini kocasının renkleri lehine emekliye ayırması beklenebilirdi. Belki de kocasının ona verdikleri dışında hiçbir şey giymemesi gerekiyordu.
Bu da yarın çözmesi gereken bir başka bulmacaydı.
Şakaklarında hafif bir baş ağrısı hissediyordu ama Lan Wangji bunu görmezden geldi. Merhem kabını bulana kadar çekmecenin içine yerleştirilmiş eşyaları -saç yağı, sabunları, tarakları- bir kenara itti. Sonra gizlilik perdesinin arkasına geçti ve hazırlıklarını tazeledi.
Ne de olsa uzun bir gün olmuştu. Bacaklarının arası hâlâ rahatsız edici derecede kaygandı ama Lan Wangji bunun yeterli olacağından emin değildi. Bu yüzden elinden geleni yaptı, sonra ellerini temizledi ve merhemi bir kenara koydu. Yakında daha fazla merheme ihtiyaç duyup duymayacağını sıkıcı bir dehşetle merak etti. Belki de gerekmeyecekti. Eğer kocasının cariyeleri, hatta çocukları varsa, akşamlarını onlarla geçirmeyi tercih edebilirdi. Patrik, birlikteliklerini mühürlemek için evlilik görevlerini sadece bir kez yerine getirebilirdi. Daha sonra kadınlarının yanına dönebilirdi.
Fakat çadıra döndüklerinde, tarikat liderleri Patriğe bu evliliği neden istediğini sormuşlardı. Neden Lan Wangji’yi seçtiğini. Patrik, Lan Wangji’nin güzelliği yüzünden olduğunu söylemişti. Yani belki de bir geceyle yetinmeyecekti. Lan Wangji’nin görünüşü onu baştan çıkardıysa, kocasıyla sık sık yatmak isteyebilirdi.
Lan Wangji bunu düşünmemeye çalıştı. Bu hiç de hoş bir düşünce değildi.
Yine de…
Bu ihtimal, olabileceği kadar dehşet verici değildi. Lan Wangji yatağın kenarına oturdu. Bunu düşünmemeye çalışsa da, aklına düşünceler doluştu. Patrik, kara gözleri ve hınzır sırıtışıyla yakışıklı bir adamdı. Vücudu genç ve sağlamdı. Görünüş olarak itici değildi. Lan Wangji’nin evlilik görevlerini genç ve yakışıklı bir adamla yerine getirmesi çok da zor olmazdı.
Ancak Patrik’in salonlarında kızgın bir enerji titreşiyordu. Lan Wangji bunun izini her hissettiğinde midesi bulanıyordu. Ceset halindeki kadınlara baktığında ise – vücutları hala sağlam ve esnekti – tüyleri diken diken oluyordu.
Onları yatağa mı götürüyor? Lan Wangji merak etti. Ona bu şekilde mi hizmet ediyorlar? Cesetleri yatağa atmayı bile kabul edilebilir bulacak kadar ahlaksız mı?
Lan Wangji’nin boğazından geçirmeyi başardığı azıcık yemek midesinde çalkalanıyordu. Kocasının ince belini, oğlunu kucaklarkenki sıcak gülümsemesini düşündükçe küle döndü. Lan Wangji’nin yatağını paylaşma düşüncesi bir kez daha midesini bulandırdı. Ama yapacak bir şey yoktu. Burada, kocasının evindeydi. Nişan sözleşmesi imzalanmış, yeminler edilmişti. Soyunmuştu ve kocasının son evlilik törenini tamamlamasını bekliyordu.
Heyecan ya da tiksinti hissetmenin bir anlamı yoktu, bu yüzden Lan Wangji ikisini de hissetmemeye çalıştı. Bunun yerine zihnini boşaltmaya çalıştı. Kocası odaya girdiğinde irkilmeyecek kadar başarılı oldu.
Patrik, Lan Wangji’nin yatakta oturduğunu görünce iki kez baktı. Sonra iç çekti.
“Oh, her şeyi çıkarmışlar, değil mi? Şu kızlar!” Sanki kadınlar yeğenleri ya da kızlarıymış gibi büyük bir öfkeyle konuştu.
Lan Wangji bu ses tonunun durumu daha rahatsız edici mi yoksa daha az rahatsız edici mi yaptığından emin değildi. Başı dönüyordu. Sessiz kalmayı tercih etti ve kocasının şarabı doldurmasını dikkatle izledi.
“İçki içmediğini biliyorum.” diye mırıldandı kocası bardakları getirirken, “Ama beni kırma ve rol yap, ayini bitirelim.”
Lan Wangji bu gece birçok açıdan kocasına şaka yapmaya -mış gibi davranmaya – tamamen hazırdı. Kadehi aldı ve kol kola girdiler. Lan Wangji şarabı dudaklarına götürdü ve bir damladan fazlasını yutmadı. Şarap dilinde karıncalandı ve kanına hafif bir sıcaklık yayıldı.
Kocası çok yakınındaydı. Sabun ve osmanthus yağı gibi kokuyordu. Dokunmuyorlardı, tam olarak değil. Ama kocası yatağa oturdu ve Lan Wangji onun vücudundan yayılan sıcaklığı hissetti. Patrik diğerlerinden daha sıcak görünüyordu.
Belki de bu sadece bir ölümsüzün yanan qi’siydi. Güç her uzvunun etrafında kıvrılıyordu. Lan Wangji, gözleri kapalı olsa bile onu büyük bir salonun öbür ucundan bile hissedebilirdi. Patrik bir fırtınanın gözünde var olmuş gibiydi. Şekli sıradan bir adamın şekliydi. Belki yakışıklı bir adamdı ama sıradan bir adamdı. Yine de sıradan bir adam değildi. Ona yakın olmak bir qi duvarıyla yüzleşmek demekti ve bu duvar bir tsunami gücüyle çarpıyordu.
Lan Wangji yutkunma isteğine direndi. Kocası onu izliyordu, bu yüzden gözlerini gardıroba dikti ve hiçbir şey belli etmemeye çalıştı. Bu gece kendini aptal yerine koymaya hiç niyeti yoktu.
Belki de Patrik gözyaşı dökmesini ya da merhamet dilemesini bekliyordu. Ya da belki de yeni kocasının minnetle teslim olmasını, bir fahişe gibi inlemesini ve erkekliğini övmesini bekliyordu. Lan Wangji ikisini de yapmaya niyetli değildi. Görevini yerine getirecekti, daha fazlasını değil. Patrik bununla yetinmek zorundaydı. Lan Wangji’nin teslim olmaya istekli olduğu şeyi almak zorundaydı.
Kocası elini uzatıp saçlarıyla hafifçe oynadı. Lan Wangji gardırobun koyu renkli ahşabına bakarken, kocasının elini takip etti. Önce saçının bir tutamını yüzünden uzaklaştırdı. Sonra yukarı kaydı. Lan Wangji kocasının lotus iğnesini ayarladığını hissetti. Ama konuşmadı ya da kendi giysilerini çıkarmadı. Lan Wangji’nin vücudunu açıkta bırakan ince iç çamaşırını da kenara itmedi.
“Bana bir şey söyle,” diye başladı kocası.
Lan Wangji sessizlik içinde bekledi. Kocası iç çekti.
“Bulut Girintileri’nin çok katı kuralları olduğunu duydum.” Elini lotus iğnesinden çekerek dizlerinin üzerine koydu.
Lan Wangji’nin kendi elleri de kucağında düzgünce katlanmıştı.
“Üç bin disiplin,” diye onayladı. “Evet.”
Patrik dehşet ve şaşkınlık karışımı bir ses çıkardı.
“Üç bin,” diye yineledi. “Gerçekten mi?”
Lan Wangji başını salladı.
Patriğin bunu bilmemesinin garip olduğunu düşündü. Çoğu tarikat Lan disiplinlerini duymuştu. Öğrencilerini Bulut Girintileri’nde çalışmaya ve bu konularda eğitim almaya gönderirlerdi. Ancak Patrik hiçbir zaman misafir öğrenci olmamıştı ve kesinlikle Lan Wangji’nin evini hiç ziyaret etmemişti. Kendisi Mezar Höyükleri’ne yerleşmişti. Belki de Lan disiplinleri hakkındaki söylentiler ona hiç ulaşmamıştı.
Kocası alay etti.
“Alkol yok, et yok ve üç bin kural!” Başını iki yana salladı. “Ve bana her gece şafakta kalkıp hai-shi’de yatmanız gerektiği söylendi. Bu doğru mu?”
“Doğru.”
Lan Wangji başını eğdi.
İç saati ona neredeyse o saatin geldiğini söylüyordu. Ama savaş sırasında normalden daha geç saatlere kadar uyanık kalmayı öğrenmişti. Düzenli bir program uygulamak savaş alanında çok az kişinin göze alabileceği bir lükstü.
“Ne yer ama! Söylemeye gerek yok, burada o kurallara uymak zorunda kalmayacaksın.”
Kocası, sanki sözlerinin rahatlatıcı olmasını bekliyormuş gibi, rahat bir güvenceyle konuşuyordu.
Ancak Lan Wangji’nin her zaman bildiği disiplinlerin yeni evinde bulunmayacağını duymak… aslında hiç de rahatlatıcı değildi. Şüphesiz buranın da kendine has kuralları vardı. Lan Wangji bunların ne olduğunu bilmiyordu. Onları öğrenmesi gerekecekti ve bu süreci dört gözle beklemiyordu.
Kocası kendi kafasını kaşıdı.
“Ama şafaktan beri uyanık olduğuna göre çok yorulmuş olmalısın. Kocacığım, biraz uyumalısın.”
Ayağa kalktı ve şarap kadehlerini tepsiye bıraktı. Sonra da arkasına bile bakmadan gitti.
Lan Wangji tek başına, sersemlemiş bir halde, ince kıyafetiyle yatağın kenarında oturuyordu. Rahatlamış mı yoksa aşağılanmış mı hissedeceğini bilemiyordu.
.
.
.
.
.
Ya kıyamam o kadar yağ merhem boşa gitti 😂
🤣sorma, vıcık vıcık olduğuyla kaldı