Onun için üzülmek mi?
Qi Boyan hâlâ Ji Wang’ın kendisi için üzülmesini istiyordu – Ji Wang neredeyse gülecekti. Ona tekrar tekrar tahammül etmek yeterli değildi, yine de onun bir şaka haline gelmesini, bir eğlenceye dönüşmesini ve bir kez daha intikamını alması için bir destek görevi görmesini istiyordu.
Qi Boyan ona karşı hiç üzgün hissetmiş miydi ki?
Belki de hissetmişti. O zamanlar Qi Boyan’a defolmasını söylediğinde, adam arkasına bile bakmadan ortadan kaybolmuştu.
O zamanlar ne kadar da aptalmış. Eğer geçmişteki Qi Boyan ona şimdiki kadar utanmazca musallat olsaydı, belki Ji Wang onu yine de affederdi. Aşk insanların aklını karıştırır ve onları gönüllü bir aptala dönüştürür.
Ji Wang soğuk bir sesle, “Beni bu kadar dayanılmaz hissettirmek zorunda mısın?” dedi.
Qi Boyan göğsünde dolaşan ellerini durdurdu ve alçak bir sesle fısıldadı, “Dayanılmaz mı?”
Elini Ji Wang’ın giysilerinden çıkardı. Avucunun sıcaklığı geçtikten sonra Ji Wang’ın göğsü biraz üşüdü.
“Bu doğru, geçmişte bir omega bulmaya kararlıydın. Alfa ve alfa ilişkilerine gerçekten katlanamıyordun!” diye alay etti Qi Boyan.
Ji Wang açıklama yapmaya üşendiği için bu konuyu geçiştirdi. Eğer bu sebep inatçı ve egoist Qi Boyan’ı geri çekilmeye zorlayabilirse, bu mükemmel olurdu.
Gülümsemeye çalışarak ağzının kenarlarını oynattı ama başaramadı: “Neden birdenbire benimle tekrar ilgilenmeye başladığını anlamıyorum.”
Ji Wang sakince konuştu, “Ben reddettikçe sen daha enerjik oluyorsun. Belki bir gece seninle yatarsam sonunda gitmeme izin verirsin.”
Ji Wang başarılı olduğunu hemen anladı. Sözleri Qi Boyan’ın canını yaktı ve diğerinin ellerinin vücudundan tamamen uzaklaşmasını sağladı.
Qi Boyan, Ji Wang tarafından dövüldükten, azarlandıktan ve bir aygır gibi muamele gördükten sonra neden zor bir hedef olan Ji Wang’ı yatağa atmak için bu kadar uğraşsındı ki?
Qi Boyan artık rahat değildi ve hatta inatla Ji Wang’ın omzunu tutup onu geri çevirdi: “Ciddi misin sen?”
Ji Wang sessiz kaldı ve Qi Boyan konuştu, “Bir gece uyumama izin ver, sonra…”
“Hiç tanışmamışız gibi davran.” Ji Wang, Qi Boyan’ın sözlerini yarıda kesti ve bir anlaşma önermek için inisiyatif aldı.
Belki de çıldırmıştı. Aklı karışmıştı, alkol ve Qi Boyan yüzünden kafası karışmıştı. İkincisinin verdiği zarar belli ki ilkinden çok daha ciddiydi.
Qi Boyan, Ji Wang’ın vücudunu gözleriyle bir bıçak gibi kesip biçti ve sonunda bir sonuca vardı: “Sen sarhoşsun.”
Ji Wang, Qi Boyan’ın ilk başta bu konudan kaçınacağını beklemiyordu. Qi Boyan’ın ya öfkeyle gideceğini ya da onu son tuvalet kabinine çekip burada onunla yatacağını düşünmüştü.
Qi Boyan elini Ji Wang’ın yüzüne koydu. Kirpiklerini indirdi. Yüzü gözbebeklerine yansıdığında çok sevecen görünüyordu ve insanların neredeyse ona inanmasını sağlıyordu.
Eli Ji Wang’ın yüzündeki su damlacıklarını sildi ve nazik bir sesle konuştu, “Kızma, artık seni rahatsız etmeyeceğim. Geri dön ve iyi dinlen.”
Bu sözlerle, Qi Boyan’ın çok centilmen bir erkek arkadaş olduğu, Ji Wang’ın ise sebepsiz yere sorun çıkaran biri olduğu anlaşılıyordu.
Tartışmak ya da kavga etmek şu anki durumdan daha rahatlatıcı olurdu.
Pamuk yumruklamak* daha da sinir bozucuydu.(hareketlerinin yeterince tesirli olmaması demek)
Qi Boyan onun yüzünü tuttu ve alnına bir öpücük kondurduktan sonra yavaşça dudaklarının yanına gitti: “Beni unutmadığını biliyorum.”
Böylesine kendinden emin bir tavır, Ji Wang’ın zalimce bir şeyler söylemek istemesine neden oldu.
Qi Boyan’ın bir an önce eğlence sektörüne girmesi gerektiğini düşünüyordu, şarkıcı olarak değil ama oyuncu olarak. Onun oyunculuk becerileri kendisinden daha iyiydi.
Qi Boyan, “Beni unutamazsın, sen gittiğinde bunu söylemiştim!” dedi.
Tekrar Ji Wang’ın göğsüne bastırdı ve parmak uçlarıyla diğerinin kalbine dokundu, “Ben her zaman burada olacağım. Daha sonra kimi bulursan bul, faydası yok.”
“Her zaman benim yanıma döneceksin.” Qi Boyan’ın medya tarafından üstün yetenekli olarak övülen sesi, bu sevgi sözcüklerini gelişigüzel söylerken son derece dokunaklıydı.
Ancak Ji Wang hiçbir sevinç hissetmedi, hatta biraz şaşkın ve üzgündü.
Çünkü bu sözler bir lanet gibiydi. Gerçekte, Qi Boyan haklıydı. Qi Boyan’dan ayrıldığında, bir zamanlar onun gözdesi olan çocuğun gözleri kıpkırmızı olmuş ve ona “Buna pişman olacaksın!” diye yemin etmişti.
Ji Wang o konuşmayı hala hatırlıyordu ve cevabı “Pişman olmayacağım?” olmuştu.
Qi Boyan, “Beni unutmayacaksın.” demişti.
Ji Wang ciddiyetle, “Seni unutacağım,” demişti. Henüz çok gençti, hiç kimse bir ömür boyu bir başkasını hatırlamazdı.
Sonra, o gün Qi Boyan’ın doğum günü olmasına rağmen Qi Boyan’ı orada bırakmıştı.
……
Şimdi karşısındaki Qi Boyan onun yüzünü kavradı, alnından göz kapaklarına, burun köprüsüne kadar teker teker öpücükler kondurdu ve sonunda hiç kıpırdamadan dudaklarının arasında yavaşça durdu.
Konu insanları baştan çıkarmaya geldiğinde, altı yıl önceki Qi Boyan zaten yeterince iyiydi. O kadar iyiydi ki, Ji Wang’ın gözü hep onun üzerindeydi.
“Seni öpebilir miyim?” dedi. O konuşurken, Ji Wang’ın dudaklarından bir tutam nefes geçti.
Qi Boyan’ın gözleri de sanki Ji Wang’ın kemiklerini yutmak isteyecek kadar açmış gibi Ji Wang’ın dudaklarına sabitlenmişti.
İşin iyi tarafı, dün onu çoktan “işaretlemiş” olmasına rağmen yine de şimdi Ji Wang’ın fikrini soruyordu.
Ji Wang’ın cevabı……’hayır’ oldu.
Bir insan aynı yerde tekrar düşemezdi. Aynı hataları tekrarlamamaya kararlıydı. Unutamamış olsa bile, daha iyi biriyle karşılaşmamış olsa bile.
Aslında, daha iyi biriyle tanışmadığını söylemek biraz abartılı olurdu.
Ji Wang eğlence çemberine girdikten sonra, onun hakkında iyi görüşlerini ifade eden birçok kişi oldu.
Yakışıklı, nazik, hislerinde samimi, hepsi çok iyiydi ama o istekli değildi.
Kendisi bile neden hiçbirini istemediğini bilmiyordu. Karşısındaki kişi ne kadar iyi olursa olsun, bir şeylerin yanlış olduğunu hissediyordu. Kendini kilitleyen, geçmişe sıkı sıkıya bağlı olan kendisiydi.
Qi Boyan eğlence sektörüne girdikten sonra bu his daha da netleşti. Qi Boyan’ın giderek zenginleştiğini, parladığını ve popüler olduğunu, sonunda bir daha asla dokunamayacağı biri haline geldiğini izledi.
Qi Boyan artık eski Qi Boyan değildi; sabah uyandığında uzun saçları darmadağınık olan, sırtı ağrıdığı için Ji Wang’ın öfkeli azarıyla karşılaştığında ona cilveli bir şekilde “gege” diye seslenen ve Ji Wang’ın yanına gelip öpücük isteyen o genç adam değildi.
Geçmişteki Ji Wang ona öpücük verirdi ama şimdiki Ji Wang vermezdi.
Çenesi sağa döndü ve Qi Boyan’ın dudakları boşluğa düştü. Ji Wang, Qi Boyan’ın elini yavaş yavaş araladı ve birbirlerine olan mesafelerini arttırdı: “Yanlış söylediğin bir şey var.”
Qi Boyan onun ne söyleyeceğini anlamış gibiydi, bu yüzden elini ters çevirerek Ji Wang’ın parmak uçlarını yakaladı ve avucunun içinde sıkıca tuttu.
Bu şekilde, Ji Wang bir kuş gibi uçup gitmeyecek, Qi Boyan onu kalmaya çağıramayacak ve geri tutamayacaktı, aynı noktada sinirli ve üzgün hissedecekti.
Ji Wang, “Sana geri dönmeyeceğim.” dedi.
Konuştuktan sonra Qi Boyan’ı itti ve banyodan çıktı. Li Feng kim bilir ne kadar zamandır önünde “burası bakım nedeniyle kapalıdır” tabelasıyla dışarıda duruyordu.
Xiao Xu da çok uzakta değildi ve onlara doğru bakıyordu. Bu iki asistanın burayı sıkı bir şekilde koruduğu ve kimsenin içeri girmesine izin vermeye cesaret edemediği anlaşıldı.
Ji Wang dışarı çıktıktan sonra Xiao Xu, boynunun dünkü gibi ısırık izleri ve kanla kaplı olmadığını ve kıyafetlerinin hâlâ düzgün bir şekilde vücudunda olduğunu görünce rahatladı. Xiao Xu rahat bir nefes almaktan kendini alamadı.
İkili Li Feng’in selamını duymazdan geldi. Li Feng sadece alaycı bir gülümsemeyle Genç Efendi Qi’yi bulmak için içeri girebildi. Edendi kelimesi artık Li Feng’in araması için neredeyse yeterli değildi. Li Feng ona Büyükbaba Qi demek istiyordu, yeter ki Qi Boyan sözünü tutsun ve ortalığı karıştırmadan iyilik yapsın.
Xiao Xu gizlice Ji Wang’a, “Kapıyı çalmak istedim ama Uşak Li* beni durdurdu.” diye yakındı.(uşak derken ayakçı gibi bir anlam taşıyor)
Ji Wang ona şöyle bir baktı: “İnsanları böyle lakaplarla çağırmamalısın.” Bir çocuğa nasihat verir gibi konuşması Xiao Xu’nun ağzını bozmasına neden oldu.
“Hepsi aynı çetenin parçası. İçeri girmemi engellediğinde, o adamın içeride senden faydalanılıyor olmasından korktum.”
“Xiao Xu, ben bir alfayım. Eğer ben isteksiz olursam, kim benden faydalanabilir?”
O yılki doğum gününde, Qi Boyan onu ilk kez işaretlemiş ve sözde bir rutine girmesine neden olmuştu. Tekrar aklı başına geldiğinde, Qi Boyan onun içine bir kez boşalmıştı bile.
Sonra Qi Boyan, Ji Wang’ın önündeki kayıt cihazını çıkarmıştı.
Ji Wang neredeyse çıldıracaktı. Çok sevdiği omega, ikincil cinsiyeti konusunda onu kandırmış ve gerçeği sadece o gün açıklamıştı. Ji Wang’ın aldatıldığı için öfkelenmesine ek olarak, onu daha da endişelendiren şey Qi Boyan’ın deliliğiydi.
Kayıt cihazı ne içindi – onu tehdit etmek için mi?
Bir sonraki saniye, Qi Boyan’ın manyetik bandı kayıt cihazından kabaca çıkardığını gördü. İnce siyah bant Qi Boyan’ın bileğini sarmış, doğal bir süs gibi ışıl ışıl parlıyor ve ışığı kırıyordu.
Qi Boyan ince bandı çekti, eğildi ve Ji Wang’ın ellerini bağladı.
Teri Ji Wang’ın adem elmasının üzerine damladı. Bu yakıcı damla neredeyse tüm vücudunu titretmeye yetiyordu.
Ji Wang kırılgan banttan kolayca kurtulabilirdi, ancak Qi Boyan kısa süre sonra ona ikinci bir şımartma turu başlatmasına rağmen bunu yapmadı.
O bir alfaydı, eğer o istemezse kimse onu zorlayamazdı.
Ji Wang’ı gerçekten zincire vuran şey işaretlenmekten kaynaklanan zayıflık ya da diğer insanlar tarafından asla duyulamayacak sesler içeren bant değil, kendisiydi.
O istekliydi.
.
.
.