Switch Mode

Nan Chan Bölüm 108

Soruşturma

Cang Ji sandalyeye yerleşti. Bunu duyunca kendisine bir fincan çay demledi ve “Kendini ifade et.” dedi.

“Uzaklardan gelen misafirinizi önce oturması için davet etmeyecek misiniz? Dışarıdaki rüzgâr o kadar soğuk ki tüylerim diken diken oluyor.” Dong Jun konuşurken pencereden içeri girdi. Ellerini ovuşturarak kimseye sormadan yerine oturdu ve Qianyu’ya kibarca seslendi, “Bir fincan sıcak çay rica edebilir miyim? Biraz nefes alayım.”

Qianyu ona çay ikram etti ve kibarca odadan dışarı çıktı. Dong Jun çaydan birkaç yudum aldı ve şöyle dedi: “Doğu Denizi kıyısı ikiniz arasındaki yakınlığın başladığı yer. Dedikleri gibi, ne ekersen onu biçersin. Artık her şey yolunda gittiğine göre, Doğu Denizi’ne dönmeniz Cennet’in isteğidir.”

“Tam olarak ne planlıyorsun?” diye Jing Lin sordu.

“Ah, dostum.” dedi Dong Jun, “Böyle söyleme. Bu ikinci seferde karşılaştığınız tüm olayların ikinizle de bir ilgisi var ve benimle hiçbir ilgisi yok. Ben sadece bu fırsatı kendi lehime kullanmak için buradayım.”

“Bunu söylemek zor.” dedi Cang Ji, “Chu Lun bir keresinde bir tabloda bir adamla karşılaştığını söylemişti. Tarif ettiği görünüm seninkine oldukça benziyor. Ve Qianyu ile Zuo Qingzhou’nun meselesine müdahale ettin. Ayrıca, ‘sekiz acıyı’ nereden biliyorsun?”

“Bu dünyada kötülük yapmak isteyen herkesin alışılagelmiş bir alışkanlığı vardır.” Bunu sıkıcı bulan Dong Jun yelpazeyi itti. “Yani, ‘Dong Jun’a dönüşmek. Babam, annem ve beni savunacak başka kimsem yok, bu yüzden sadece sessizce acı çekebiliyorum. Tilkinin ne kadar zavallı olduğunu gördüm ve yapacak hiçbir şeyim olmadığı için ona acıdım ve nezaketen ona yardım eli uzattım. Sekiz acıya gelince, elbette bunu biliyorum. O bakır çan benim ellerimden kayıp giden bir şeydi.”

“Bakır çan aslında Lan Hai tarafından Po Zheng Mızrağı’ndan topladığı artık malzemelerden dövülmüştü. Birkaç yüz yıl boyunca Qing Yao’nun saçağının altında asılı kaldı. Qing Yao öldükten sonra, onu Cennet Ateşi’nin külleri arasından aldım. Ben inzivadayken gerçekten de senin ellerindeydi. Ama uyandığımda…” Jing Lin durakladı. “Beni kurtaran sen miydin?”

Dong Jun cevap verdi, “Ben değil. Ben böyle bir şey yapmam.”

“Ruhları toplamak ve bedenleri şekillendirmek senin güçlü yanların.” dedi Cang Ji, “Sen değilsen kim?”

“Ben aslında kötü bir formum, ikinizden de vebadan kaçar gibi kaçacak bir form. Sizi kurtarmak kendim için bir çukur kazmaya benzemez mi?” Dong Jun ellerini ovuşturdu. “Onu yapan Lan Hai*’ydi, bu yüzden tam olarak ne olduğunu en iyi bilen de Lan Hai’ydi. Elime geçtiğinde bir süre sakladım. Ama sen öldüğünde kendi kendine kaçtı. Bu şey bir ruh değil***. Aksine, bir hayaletin aurasına sahip. Acılarla besleniyor. Benim elimdeyken, onu insan dünyasından gelen acılarla beslemek zorundaydım. Ama şimdi ikiniz de onu birkaç yüz yıl boyunca aç bıraktınız. Bu yüzden yiyecek aramak için kendi başına dışarı çıkması şaşırtıcı değil. Bununla birlikte, size karşı o kadar zayıf bir noktası var ki, onu yönlendiren altta yatan bir saplantı olduğu açık. Eğer meselenin özüne inmek istiyorsan, bu yolculuğu tamamlamalısın.” (Lan Hai: Cennetten gelen ateş; yıldırım gibi doğal olayların neden olduğu yangın veya nedeni belirlenemeyen yangın.

***Ruhlar, bitkiler, hayvanlar ve nesneler gibi insan dışı kaynaklardan kaynaklanan ruhlardır. Dolayısıyla, bir çan bilinç ve zeka kazanırsa,” çan ruhu” olarak adlandırılır Dong Jun öyle olmadığını söylüyor.)

“Hâlâ son bir acı var demiştin.” diye Jing Lin söyledi, “Hangisi o?”

“Bana senin söylemeni bekliyorum.” Dong Jun masumca avuçlarını açtı. “İkinizin de ne tür acılar çektiğini nereden bilebilirim ki? Sadece saydım ve sadece bir eksik var.”

Jing Lin parmağıyla çay fincanının kapağına vurdu.

Cang Ji, “Sana son bir soru sorayım.” dedi.

“Cennetin sırları ifşa edilemez.” Dong Jun onun ne soracağını çoktan tahmin etmişti. “Yaşam ve ölüm önceden belirlenmiştir. Kimin yaşayıp kimin öleceğini ben de bilmiyorum. Zamanı geldiğinde her şey netleşecek. Ama benim tahminime göre, doğuda devrim niteliğinde bir değişim olacak. Ben bir şey yaptığımda huzur istemem, sadece karşılığını isterim. Madem ikiniz de benim lütfumu aldınız, o zaman sadede geleyim.”

“Duyalım bakalım.” dedi Cang Ji.

“Hai Jiao Zong Yin* ortadan kayboldu.” dedi Dong Jun, “Doğu Denizi’ndeki rüzgâr ve kar dengesi bozuldu. Eğer onu bahardan önce bulamazsak, doğu sular altında kalacak.” (Deniz  Ejderhası Zong Yin.)

“Bu Zhui Hun Hapishanesi’nin sorumluluğunda.” dedi Jing Lin, “Zui Shan Seng şu anda Li Rong’un yerine komutan olarak görev yapıyor. Bu konuyu soruşturan ve ele alan kişi o olmalıdır.”

“Zui Shan Seng’in içindeki şeytan henüz kovulmadı. Meditasyon yapmak ve inzivaya çekilmek için Fan Tan’ın lotus havuzuna daldı bile. Bu aşamayı atlatabilirse, gerçekten Büyük Başarı Aşamasına ulaşmış olacak.”

“Dokuzuncu Cennet Âleminde sayısız tanrı var. Bu konu çok büyük önem taşıyor. Mutlaka başka potansiyel adaylar da vardır.” dedi Jing Lin, “Neden bize sormak zorundasın?”

“İblis Avcısı Lord Lin Song yüzünden.” Dong Jun katlanabilir yelpazesine vurdu ve ağır bir sesle onlara şöyle dedi: “Can Li Ağacı’nda meydana gelen bir anormalliği tek başıma gözlemledim. Doğu Denizi’nde büyük bir iblis doğmak üzere. Bu mesele bakır çanla yakından bağlantılı. Peki, gidiyor musunuz, gitmiyor musunuz?”

Bir kaç gün sonra.

Yoğun kar yolları kapatmış ve at arabalarının ilerlemesini engellemişti. Cang Ji, üzerine örttüğü bir pelerinle, yolculukları boyunca handa şifalı otlar seçmek için bir kişiyle birlikte gitti. Saçları toplanmış ve altın bir taçla sabitlenmişti ve lüks bir şekilde giyinmişti. Seçkin bir görüntüsü vardı.

“Genç Efendi…”

“Cao Cang.” Cang Ji bir avuç dolusu coptis chinensis*’i inceliyordu. Sesi duyduğunda başını yana çevirerek gelen kişiye telaşsız bir gülümseme bıraktı. (altın iplik olarak da bilinir. Geleneksel Çin tıbbında kullanılan bir bitkidir ve çok ama çok acıdır.)

“Genç Efendi Cao.” Keçi sakallı adam toparlandı ve Cang Ji’ye hafif bir selam verdi. “Dün Genç Efendi Cao’nun şifalı bitkiler satın almak istediğini duydum, bu yüzden genç efendiyi görüşmek için özel olarak buraya davet ettim. Hava dondurucu soğuk, lütfen bu taraftan içeri gelin Genç Usta.”

Cang Ji elini kaldırarak konuştu, “Efendi She’nin benimle görüşmek istemesi için Dong Lin’e teşekkür etmeliyim. Çaya gerek yok.”

Kararsız kalan She Hui, “Genç Usta’nın ne satın almak istediğini öğrenebilir miyim?” diye sordu.

Cang Ji coptis chinensis’i kokladı ve gelişigüzel şöyle dedi: “Karımın sağlığı kuzeyden döndüğümüzden beri kötü. Doğu Denizi kıyısında iyileşmek için en uygun olan pek çok ölümsüz dağ* olduğunu duydum. Dong Lin ve benim o hayattayken arkadaş olduğumuz söylenemese de, birbirimizi hala tanıyorduk. Defalarca Üstat She’nin ne kadar bilgili olduğundan bahsettiğini duydum, bu yüzden doğunun gerçekten o kadar iyi olup olmadığını sormak istiyorum. Eşimi deniz kenarına götürüp bir süre kalmak ve gelişmeler olduğunda tekrar plan yapmak istiyorum.”

(ölümsüzlerin yaşadığı tenha, ıssız dağlar. )

She Hui, Cang Ji’yi takip ederek birkaç adım attı ve şöyle dedi: “Saygıdeğer eşiniz için uzun mesafeler kat etmek uygun değilse, Genç Efendi’nin daha sıcak bir şehir seçmesi en iyisi olacaktır. Ölümsüz dağlardan bahsedilmesi sayısız insanı buraya çekti, ancak son zamanlarda iblisler ortalığı kasıp kavuruyor ve bunu denetleyecek ve gözetleyecek bir tanrı da yok. Güvenli olmamasından korkuyorum.”

“Hai Jiao’nun Doğu Denizi’nden sorumlu olduğunu duydum.” Cang Ji biraz şaşkın bir ifade takındı. “Peki nasıl oluyor da iblisler ortalığı kasıp kavuruyor?”

“Hai Jiao yaz başından beri neredeyse hiç aktif olmadı.” She Usta çeşitli yerlerde olup bitenleri avucunun içi gibi biliyordu. “İlacı başkente teslim ettiğimizde, doğudaki iblislerin hepsinin başkente kaçtığını gördük. Doğu Denizi’nin şu anda kaotik bir karmaşa içinde olduğu çok açık. Her şeyi bir kenara bırakırsak, Doğu Denizi önceki yıllarda sadece yarım ay boyunca kar yağardı ve bol miktarda soğuk yağmur yağardı. Ancak bu yıl, görünürde bir damla yağmur bile yok ve kar zaten bir aydır yağıyor!”

Cang Ji adamın tepsisine altın bir inci koydu ve üzüntüyle söyledi, “Gerçekten çok yazık. Eşim dağlarda kalmayı ve çiçek ekmek için deniz kenarında bir avlu seçmeyi dört gözle bekliyordu.”

Bunu gören She Hui aceleyle konuştu, “Saygıdeğer eşinizin normalde hangi ilacı kullandığını öğrenebilir miyim? Havalar soğuduğuna göre, soğuğu dışarı atmak için onu sıcak tutmaya özen göstermelisiniz.”

“Listeyi daha sonra bakması için Usta She’ye vereceğim.”

She Hui heyecanla ve haddini aşmadan cevap verdi: “Elbette. Eşiniz izin verirse perdenin* arkasından nabzını tutabilirim.”  (O dönemde bir erkeğin ailesinden olmayan bir kadınla, özellikle de tek başına fiziksel veya yakın temasta bulunması uygun değildi. )

Cang Ji içini çekti, “Dışarısı çok soğuk. Bunu birkaç gün sonra havalar ısındığında konuşalım.”

She Hui aceleyle cevapladı, “Elbette. Eğer Genç Efendi istekliyse, tek yapmanız gereken beni çağırmak, ben de eşinize bakmak için sizi ziyaret edeceğim.”

Cang Ji onaylayarak gülümsedi. Ayrıldığında, She Hui onu bizzat uğurladı. Üst sınıf ginseng ve kürk, arkadaki arabaya yüklendi. Cang Ji başka bir şey söylemeden en öndeki arabaya bindi.

Kalın pamuklu perdeyi kaldırınca sıcak hava Cang Ji’nin yüzüne çarptı. Cang Ji başını eğip içeri girdi ve perdenin köşelerini sıkıştırdı. “Karısını” elinde bir kitapla içeriye eğilmiş, parlak incinin soluk ışığı altında uyuklarken gördü.

Cang Ji, Jing Lin’in koluna girip bileğine ulaşırken elleri soğuktu. Avucunun içinde hafifçe ovuşturdu ve Jing Lin’in yüz ifadesine bakmak için başını eğdi.

Jing Lin kitabı tutuşunu gevşetti. Bileği Cang Ji’nin ovuşturmalarından dolayı hem serin hem de sıcak hissediyordu. Gözlerini açtı ve “Ne dedi?” diye sordu.

“Birkaç gün içinde havalar ısındığında nabzını ölçmek için bizi çağıracağını söyledi.” Cang Ji’nin etrafında hâlâ bir soğukluk havası vardı. Vücudunu eğerek duvara yaslandı ve Jing Lin’i kısmen göğsünün önüne hapsetti.

Bugünlerde yoğunluğu giderek artan bir hobisi vardı; fırsat buldukça Jing Lin’i okşamaktan hoşlanıyordu. Bileğini, sırtının alt kısmını, her yerini.

O buz gibi soğuk tene yakın olduğu sürece, Jing Lin kızarıp ısınana kadar onu ovmak için her yolu denerdi.

Jing Lin’in parmak uçları da Cang Ji’nin koluna yapışmıştı. “Sırf bunu öğrenmek için mi onu kandırdın?” dedi.

“Ona söylediklerimin onda dokuzu doğruydu.”

Jing Lin, Cang Ji’ye baktı, “Bunu söylediğin anda zaten beni kandırmış oluyorsun.”

Cang Ji gülümsemesini bastıramadı. “Karnımda mı büyüyorsun*?” (Yani beni beni çok iyi tanıyorsun içimi görüyorsun diyor)

Jing Lin, “… O zaman sana ‘anne’ dememi ister misin?”

“Devam et.” Cang Ji elini geri kaydırdı, inciyi indirdi ve ışığı örtmek için peleriniyle kapattı.

Jing Lin hareket eden omuzlarının hatlarına baktı ve anlaşılmaz bir şekilde “Anne.” diye seslendi. Ancak ona seslendikten sonra bir terslik olduğunu hissetti ve hemen kendini düzeltip ekledi: “…’nın annesi!”

Cang Ji onu yakalamak için hamle yaptı. Jing Lin’in bacaklarını kaydıracak yeri yoktu ve Cang Ji onu ayak bileklerinden yakalayarak kendisine doğru sürükledi. Jing Lin’in dizleri çoktan üzerine çökmüş olan Cang Ji’ye doğru bastırdı.

“Sana söylediğimde bana anne diye hitap ettin.” Cang Ji hızla Jing Lin’in belini kavradı. “O zaman sana başka kelimelerle bağırmanı söylediğimde neden bunu yapmadın?”

“Kaybedecek hiçbir şeyim yok.” Jing Lin’in güzel yanağı yastığa sürtündü. “Bana daha önce sen de baba dememiş miydin?”

“Ne karmaşa ama.” Cang Ji konuşurken başını eğdi. “Neden beni itiyorsun?”

Jing Lin’in dizleri bir anda ne yukarı ne de aşağı hareket edebildi. Cang Ji’nin karnının arasında sıkışıp kaldılar. Kolundaki bir şey(!) hışırdadı ve başını dışarı çıkarmaya çalıştı ama Cang Ji bir eliyle kolunun ağzını kapattı.

“Taşı istemiyorum.” Cang Ji ona doğru yaklaştı. “Bunu senin bizzat söylemeni istiyorum.”

Jing Lin, “Ne öğrendin?” diye sordu.

“Zong Yin yazdan beri kayıp.”

Jing Lin’in kalbi sarsıldı. “Doğu Denizi Sınırlandırma Bölümü soruşturma yapmadı mı?” diye sordu.

“Biraz açgözlüsün.” Karnı dürtülen Cang Ji kaşlarını hafifçe kaldırdı. “Her seferinde sadece bir soruya cevap vereceğim.”

Jing Lin, Cang Ji’nin bakışları altında başını çevirdi ve boynunun zarif kavisini tamamen ortaya çıkardı. Cang Ji biraz güç uyguladı. Bakışları karanlığın içinde parladı. O kadar yakıcıydı ki Jing Lin, birinin boynunu okşadığı hissine kapıldı.

“Ben bir soruya cevap veriyorum. Sen de bir soruya cevap ver.” Cang Ji onu metodik bir şekilde yönlendirdi. “Ver ve al, böylece sevgi sonsuza dek sürer.”

“Devam et.” Jing Lin bakışlarını geriye kaydırdı.

“Taş senin ikizin mi?”

“Evet.” Jing Lin hızlıca cevap verdi. “Geçmişten bir dublör.”

“Taşı beni kandırmak için kullandın.” Cang Ji dürtülmekten dolayı kaşlarını hafifçe çattı. “Yani, bu beni başından beri gizlice dinlediğin anlamına mı geliyor?”

Jing Lin başını hafifçe kaldırdı ve aralarında biraz mesafe bırakarak Cang Ji’ye, “Herkes için bir soru hakkı.” dedi.

Cang Ji gözlerini indirerek Jing Lin’e baktı ve “Peki. Sıra sende.”

Jing Lin ona baktı, “Sen Canglong musun?”

“Evet.” Cang Ji karnını öne doğru itti. “Ben Cao Cang’ım.”

Jing Lin kafası neredeyse duvara çarpana kadar itilmişti. “Bir şey mi unuttum?” diye sordu.

“Kişi başına bir soru… Şuna ne dersin? Madem sen ve ben hep unutuyoruz, o zaman neden başka bir kural koymuyoruz? Fazladan soru soran kişi küçük bir şey ödemek zorunda. Örneğin, benim…” Cang Ji mükemmel bir anda durakladı. “Kendime itaatkar davranayım. Senin için bunu bile yapacağım.”

Jing Lin başını salladı, “Sor bakalım.”

“Onları bana böyle yapıştırmak iyi hissettiriyor mu?”

Jing Lin cevap vermeden önce bir an için afalladı, “… Hayır. Bir şey mi unuttum?”

“Sadece uyuyakalmışsın.” dedi Cang Ji, “Kaybettiğin her şeyi mutlaka geri alacaksın. Bunun yerine daha aşağıya mı inmek istiyorsun?”

Jing Lin bacaklarını yana kaydırdı, “Hayır, birbirimizi geçmişten beri tanıyor muyuz?”

Cang Ji iç çekerek mırıldandı, “Evet, zaman ne kadar da değişmiş. O zamanlar Lord Lin Song benimle evlenmek istediği için birkaç yüz li boyunca peşimden koşardı.”

Jing Lin aniden doğruldu ve şaşkınlık içinde sordu, “Gerçekten mi?”

Cang Ji anında kötülüğünü açığa vurdu. Başını yaklaştırdı ve fısıldadı, “İlk bedel. Jing Lin, beni ısırmanı istiyorum.”

.
.
.

Cang Ji Wang-Chuan Nehrine düşerek bir şekilde ters etki yarattı, unutmak yerine kim olduğunu hatırladı. Öte yandan Jing Lin, Jiu Tian’ın Canglong’u unutması için ona yaptığı büyü nedeniyle geçmişi hala net bir şekilde hatırlayamıyor. Jing Lin’in dublörü taş figür ise geçmişten bu yana birlikte oldukları için Cang Ji’yi hatırlıyor ve hala Jing Lin değişse de o zamanki masum kişiliğine sahip. Çok tatlı değil mi 🫠

Yorum

5 1 Oy
Article Rating
Subscribe
Bildir
guest
1 Yorum
En Yeniler
Eskiler Beğenilenler
Satır İçi Geri Bildirimler
Tüm yorumları görüntüle
jdy
jdy
1 gün önce

Ya bir yerde tahmin etmiştim dong junda bir şeyşer var diye ama bu ladar beklemiyodum ve son düğüme kalsada bu saatten sonra ikisinin arası bozulmaz artık ay çok güzel🙊

1
0
Düşüncelerinizi duymak isterim, lütfen yorum yapın🫶x

Ayarlar

Karanlık Modda Çalışmaz
Sıfırla