Switch Mode

Nan Chan Bölüm 47

İma

Cang Ji kitaplığı kronolojik sırayla inceledi ve dördüncü çerçevenin en üstünde küçük bir kutu buldu. Kutuyu aşağı indirdi, bakmak için avucunun içinde çevirdi ve üzerinde küçük bir demir kilit olduğunu fark etti. Kulağını kutuya doğru eğerek hafifçe salladı ve merakla sordu, “Bu alan belgeler ve dava dosyalarıyla dolu. Neden bir kutu var?”

Jing Lin sordu, “İçinde ne olduğunu söyleyebilir misin?”

“Belgeler.” diye Cang Ji cevap verdi. “İçine bir yığın kâğıt koymuş.”

“Bunlar mektup.” Jing Lin kesin bir ifadeyle söyledi, “Yalnızca mektupları bu şekilde saklaması gerekirdi.”

Cang Ji tekrar yerine oturdu. Küçük demir kilidi kırmak için iki parmağını kullandı ve kutuyu açtı. Tam da Jing Lin’in beklediği gibiydi. Kutunun içinde, en yenisinden en eskisine doğru düzgün bir şekilde sıralanmış, tarih ve saatin ayrıntılı bir şekilde not edildiği mektup kâğıtları gördü.

Jing Lin en üstteki mektup demetini eline aldı ve “Xijing” kelimesini gördü.

“Zuo Qingzhou.” Jing Lin, “Nezaket ismi, Xijing” dedi.

“Shenzhi.” Cang Ji sayfanın sonuna doğru baktı, “Bu Chu Lun’dan bir mektup.”

Bu, Tianjia’nın onuncu yılında Chu Lun’un Dongxiang’dan Zuo Qingzhou’ya gönderdiği son mektuptu.(2 yıl önce yani)

Kime: Xijing’e,

Xiong*’un(abi demek burada Qingzhou’yu kast ediyor) ilgisi için çok teşekkürler. Di(küçük kardeş, kendisi) bir iş buldu ve artık geçim konusunda endişelenmesine gerek yok. İlkbaharda nehir boyunca güneye doğru ilerlerken, geçtiği her yerde bu davanın haberlerini duyuyordu. Xiong doğruyu söylüyorsun. Bu dava yıllardır sürüncemede. Yüzden fazla kişiyi ilgilendiriyor ve doğudan batıya her yerde casuslar var. Derinlemesine soruşturma her ne kadar dehşet verici olsa da, aceleci davranmamalıyız.
Xiong’un verdiği işaretlerle di güneye yöneldi ve Gu-xiong(Gu shen) ile buluştu. Gu-xiong bu davanın inceliklerinin farkındadır. Kaçakçıların izini sürmeye isteklidir ve kuzeydeki soruşturmalarına devam etmek için Xitu’ya tayinini istemiştir.

Sadece imparatorluk sarayının yıllarca göz yummasının ardından, bu dava şimdi korkunç bir canavara dönüştü. Zhongdu’da kök salmış bu vahşeti bastırmak çok zor. Di, düşündükten sonra Xiong’un Ekselansları Liu’nun meselesini daha fazla dikkate alacağını umuyor. Bu dava zorlu bir girişimdir; çeşitli güçler güçlerini birleştirmeden ortadan kaldırılamaz.

Di, xiong’un kararını verdiğini biliyor, ancak di yine de xiong’a bu konuda yavaş hareket etmesini tavsiye eder. İmparatorluk sarayı kurnaz ve hilekârdır ve bu dava çok fazla şey içeriyor. Sadece bizim hayatlarımız değil, ailelerimizin ve klanlarımızın hayatları da tehlikede. Tek bir yanlış hamle yaparsak, tüm oyunu kaybederiz.

“Chu Lun’un mektubuna göre, Zuo Qingzhou iki yıl önce bir hamle yapmak istemiş.” Cang Ji şöyle dedi: “İki yıl önce ikisi de sıradan insanlardı. Zuo Qingzhou’nun imparatorluk sarayında bir adamı olsa bile, yine de üst aklı sarsamazdı. Onlara saldırmaya nasıl cesaret edebilir?”

“Saldırı değil. En fazla hafif bir vuruş.” Jing Lin orijinal mektubu geri katladı ve parmaklarının arasında dikkatlice düzeltti. Zihnindeki dişliler döndü. “Chu Lun’un mektubu bundan açıkça bahsetmese de, soruşturmalarında meselenin özüne inmiş olduklarını söyleyebiliriz. Bu işin arkasındaki beyni henüz tespit edememiş olsalar bile, yaklaşıyorlardı. İşte tam da bu nedenle birbirleriyle iletişimi kestiler. Zuo Qingzhou izlendiğini fark etmiş olmalı, bu yüzden cevap vermedi.”

Cang Ji söyledi, “Bilgi alışverişinde bulunmalarını sağlayacak başka iletişim kanalları olmalı.”

“Hmm?” Jing Lin şaşırmıştı, “Neden böyle düşünüyorsun?”

“Chu Lun hastalığına rağmen imparatorluk sınavına girdi. Fırça iblisi bile onu vazgeçiremedi. Fırça iblisin Chu Lun’un ayrılışından önceki gece bize yaptığı açıklamadaki sözlerini hala hatırlıyor musun?” dedi Cang Ji, “O, ‘bunun imkansız olduğunu biliyorsun ama yine de yapıyorsun’ dedi. Bu, Chu Lun’un büyük olasılıkla başkente giderken yolda öleceğinin farkında olduğunu gösteriyor. Bunu fark edebildiğine göre, güvenilir bir haber almış olmalı. Belki de iletişim kanalı artık mevcut olmadığı ve Zuo Qingzhou’yu bazı önemli bilgilerden haberdar etmek için özel bir yolculuk yapmak zorunda kaldığı için hayatını riske atarak geldi. Zamanlamaya bakılırsa, Zuo Qingzhou öldüğünde, Chu Lun zaten birkaç gündür başkentteydi. O birkaç gün boyunca görüşememiş olmaları, meselenin aciliyet noktasına ulaştığını göstermektedir. Karşı taraf aralarındaki bağlantıyı çoktan keşfetmişti.”

“Onca zaman içinde, karşı tarafın tam da bu anda bir hamle yapması gerekiyordu.” Jing Lin şöyle düşündü: “İmparatorluk sınavlarının ön turu sırasında karşı tarafı kızdıracak bir şey yapmış olmalılar. Bu yüzden diğer taraf daha fazla bekleyemedi ve Zuo Qingzhou’yu susturmak zorunda kaldı.”

“Bu durumda, öncelikle Zuo Qingzhou’nun nasıl öldüğünü öğrenmeliyiz.” dedi Cang Ji, “Kırbaçlı adam ne dedi? Zuo Qingzhou’yu tilki iblisin öldürdüğünü söyledi.”

“Zuo Qingzhou’nun Qianyu’nun ‘acısı’ olduğu gerçeği, Qianyu’nun Zuo Qingzhou’ya duyduğu derin sevgiyi göstermeye yeter. Ayrıca, daha önceki durumdan görebildiğimiz kadarıyla, her ikisi de sadece karşılıklı olarak aşık değil, aynı zamanda birbirleriyle çok samimiler. Korkarım birbirlerine çoktan söz vermişler.” Jing Lin, Qianyu’nun feryatlarını hatırladı ve “O olmayacaktır.” dedi.

“Neden olmasın?” Cang Ji aniden parmağıyla Jing Lin’in boynuna bir kesik attı, “Öldürme niyeti seninle benim aramda bile var, daha ne olsun? Aşk nasıl bir hileye başvurdu ki iblisler bile ona yenik düştü? Gerçekten bu kadar güçlü mü? Bu saçmalığa inanmıyorum.”

Jing Lin cevap verdi, “Eğer şansın varsa, bir deneyebilirsin.”

“Sen ve ben.” dedi Cang Ji, “Senin de anladığından şüpheliyim. Bu mükemmel değil mi?”

Jing Lin, “Anlamadığımı nereden biliyorsun?” dedi.

“Bilseydin, sadece bir dokunuşla bile yüzün kızarmazdı. Her ne kadar daha önce Qianyu bunu senin için örtbas etmiş olsa da, deneyimsizliğin hâlâ ortadaydı.” Cang Ji bunun üzerine düşündü, “Bunu daha önce hiç kimseyle yapmadın.”

“Bir uzman gibi konuşuyorsun.” Jing Lin mektubun yüzeyine hafifçe vurdu. Bu çok ince bir hareketti ama hoşnutsuzluğunu açıkça ortaya koyuyordu.

“Ama başka bir açıdan baksak bile.” Cang Ji elini geri çekti, “Qianyu’nun Zuo Qingzhou’yu neden öldürmediği konusunda benim de hiçbir fikrim yok. Çünkü benim düşünceme göre, eğer ben onun yerinde olsaydım, başkalarıyla dostluk kurduğun sürece seni yiyip bitirmemi bekleyebilirdin.”

Jing Lin küçük bir iç çekti, “Qianyu, Zuo Qingzhou’yu yemeyecektir.”

“Eğer birinden hoşlanıyorsan, o zaman onu midene indirmelisin.” dedi Cang Ji, “Aksi takdirde, diğerleri onu kapıp götürür.”

“Eğer gelecekte sevdiğin biri olursa.” diye cevapladı Jing Lin, “Üç diyar arasında çok yetkin bir kişi olmalı.”

“İltifatın için teşekkür ederim. Eğer ileride gerçekten sevdiğim biri olursa, sözlerini ona ileteceğim.” Jing Lin’in kutuyu kapattığını gören Cang Ji, “Artık okumuyor musun?” diye sordu.

Jing Lin kucağında kutuyla ayağa kalktı. “Bir göz atmak için avluya gidiyorum.  Zuo Qingzhou bazı ipuçları bırakmış olmalı.”

“Fark etmedin mi?” dedi Cang Ji, “Sanki burada zaman hiç değişmemiş gibi.”

Jing Lin merdivenlerden indiğinde Cang Ji’nin haklı olduğunu anladı. Uyandığında hava çiseliyordu ve saat öğleye yaklaşıyordu. Her ikisi de birkaç saat boyunca dar alanlarda kalmışlardı ama dışarıdaki gökyüzü hâlâ aynıydı.

“Bu bakır çan öncekinden farklı. Geçmişte, insan rüyalarını kullandığında, sen ve ben sadece kenardan izleyebiliyorduk ve bunu ilk elden deneyimleyemiyorduk. Yanlış bir şey hissedersek yine de uzaklaşabiliriz. Ama şimdi, ilahi bilincimiz bir başkasının bedenine hapsolmuş durumda, kolayca ayrılmaktan bahsetmek şöyle dursun.” Ruhani enerjisini harekete geçiremeyen Cang Ji, “Bize başka ne söylemek istiyor?” diye sordu.

Jing Lin’in de hiçbir fikri yoktu.
Her ikisi de verandadan geçip Zuo klanının avlusunun etrafından dolaştılar. Yağmur damlalarının pıtırtısı durmadan devam ediyordu ama gökyüzü hiç kararmadı. Avlunun etrafındaki üçüncü turlarına geldiklerinde Cang Ji bir şeylerin ters gittiğini hissetti.

“Daha önce buradan geçerken, buradaki Çin çiçekli yenidünya elmasını koparmıştım.” Cang Ji’nin gözleri o noktaya odaklandı, “Ama sadece bir tur sonra, kendi kendine yeniden büyümüştü.”

Jing Lin tam konuşacaktı ki Cang Ji ondan birkaç adım uzaklaştı ve “Neden kulaklarını gösterdin?” diye sordu.

Jing Lin şaşkına döndü. Tabii ki kendi tüylü kulaklarının da ortaya çıktığını fark etti. Kaşlarını çattı ve “Ben hiç…” dedi.

Sözlerini bitiremeden, Cang Ji’nin aniden büyüdüğünü gördü. Etrafındaki her şey daha da uzamıştı. Jing Lin tereddütler yaşarken, kuyruğu bir “puf” ile yeniden ortaya çıktı. Neredeyse anında bir tilkiye dönüştü. Elindeki kutu yere yuvarlandı. Cang Ji aniden önünde kayboldu. İşlerin pek de iyiye gitmediğini anladığı anda, bayıldı.

Yağmur damlaları burnunun ucuna düştü.

Jing Lin ikinci kez yeniden uyandı. Hâlâ eskisi kadar başı dönüyordu. Tüylü kulaklarını tekrar salladı, uzun koridora doğru ilerledi ve kütüphaneye doğru yol almaya başladı. Klasiklerin kokusu havaya sinmişti. Jing Lin onun oyun metnini okurken kahkahalarla yuvarlanmasını soğukkanlılıkla izledi. Kütüphanenin merdivenlerinden yukarı doğru çıkan ayak sesleri çınladı. Cang Ji’nin replikleri geçen seferkiyle tamamen aynıydı. Onu kucağına aldı ve tüylerini tekrar karıştırdı.

Kendini kontrol edemeyen Jing Lin zevkle pençelerini uzattı. Aynı zamanda, içten içe kendisiyle mücadele ediyordu. Şok içinde fark etti ki ilahi bilinci o kadar ağır prangalarla zincirlenmiş gibiydi ki bedeninin kontrolünü geri alamıyordu. Cang Ji merdivenlerden çıkmak için onu kucağına almıştı bile. Jing Lin’in kalbi boğazına kadar fırladı. Az önce gösterilmiş olan durum şimdi onları sıkıştırıyordu!

Bakır çan onlara tam olarak ne söylemek istiyordu?

Jing Lin hızla bir cevap ararken soğuk terler döktü.

Zuo Qingzhou mu? Zuo Qingzhou bu süre zarfında onun henüz fark etmediği başka ne saklamıştı? Yoksa o ve Cang Ji, Zuo Qingzhou ve Qianyu’nun yaptıklarını sonuna kadar yapmak zorunda mıydı?

Jing Lin’in parmak uçları bir kez daha Cang Ji’nin belinin arkasını sıyırdı. Tekrarlanan öpücük yine geldi. Bu kez Jing Lin dokunduğu kalçaların sağlamlığını bile hissedebiliyordu. Cang Ji kıvrak ama güçlü bir yapıya sahipti. Kıyafetlerinin arasından sızan ısı o kadar yakıcıydı ki Jing Lin ürperdi.

Zuo Qingzhou’nun…

Jing Lin kitap rafına yaslanmıştı. Nefes alış verişi hızlıydı. Cang Ji’nin dokunuşları soğukkanlılığını neredeyse paramparça ediyordu. Jing Lin, soğuk algınlığına yakalanmış gibi bilincinin bulanıklaştığını hissetti. Bir an için Qianyu mu yoksa kendisi mi olduğunu anlayamadı. Cang Ji arkasından ona doğru bastırdı ve kolunu canını acıtacak kadar sert kavradı. Öpücükleri, yemeklerini yediği zamanlar kadar baskılıydı. Jing Lin ara sıra nefes nefese kaldığı anlarda ter bile döktü.

Çok sıcaktı.

Hayır, sıcak değil!

Bu Zuo Qingzhou’nun, Zuo Qingzhou’nun neyi? Zuo Qingzhou tüm kartlarını burada açmıştı.  Çoktan diğer tarafın peşine düşmüştü. Hangi sebeplerden dolayı ölecekti? Hangi sebeplerden…

Jing Lin’in omuzlarında bir serinlik vardı. Ve kırılgan boynunun ense kısmı uyarılmanın verdiği uyuşukluk dalgalarıyla karıncalandı. Cang Ji’nin kalçalarının şimdi nereye doğru bastırdığını hissedebiliyordu.

Jing Lin de Cang Ji gibi bolca terliyordu. Cang Ji ondan bile daha fazla terliyordu. Terleri şakağından aşağı kayıyor ve Jing Lin’in boynunun çukuruna damlıyordu. O kadar yakıcıydı ki Jing Lin kısık bir sesle nefesini içine çekti.

Zuo…

“Genç Efendi!”

Merdivenlerin dibindeki bir görevliden ani bir bağırış geldi.

Jing Lin sanki bir rüyadan uyandırılmış gibiydi. Cang Ji hareketlerini durdurdu. Vücutları ve nefesleri iç içe geçmişti ve yapışık tenleri arasında eriyen ter damlaları anormal derecede kıvamlı ve şehvetli bir hal almıştı. “Zuo Qingzhou” başını eğerek “Qianyu “nun yanağını dürttü. Karşılıklı olarak ıslak ve tutkulu bir öpücük kondurdular. Ardından

Cang Ji, Jing Lin’in giysilerini yukarı çekti ve sordu, “Sorun nedir?”

Daha önce bir emsal olduğu için, Jing Lin bakır çanın tekrar üzerine geleceğinden korkarak rahatlamaya cesaret edemedi. Neyse ki bakır çan çalmadı veya görünmedi. En alttaki görevli, “Ekselansları Liu burada. Ön salonda bekliyor.” dedi.

Cang Ji kıyafetlerini düzenlerken Jing Lin kitaplığa yaslandı. Sanki iki adam da ayrılmak istemiyor gibiydi ama görevli tam zamanında araya girdi. “Büyük Usta sizi çağırıyor.”

İşte o zaman Jing Lin rahat bir nefes aldı. Fakat daha içini dökemeden, kucaklanarak götürüldü. Gizliden gizliye dehşete kapıldı. Zuo Qingzhou ve Qianyu’nun işi henüz bitmemiş miydi? Sadece kısa bir an ama yine de birbirlerinden ayrılmaya dayanamıyorlardı.

Cang Ji’nin parmakları Jing Lin’i yatıştırırcasına saçlarını okşadı. Jing Lin ifadesizdi ama parmaklarından biri Cang Ji’nin saçının bir tutamına yapışmış, onu bırakmayı reddediyordu.

“Daha sonra birlikte yemek yiyelim.” Cang Ji, Jing Lin’in gümüş rengi saçlarını sevgiyle okşadı. Bakışları Jing Lin’in omurgasında bir ürperti yarattı.

Cang Ji’nin bu hareketi onun da tüylerini diken diken etti.
Her ikisi de birbirlerinin gözlerinin içine bakmaya dayanamıyordu ama yine de birbirlerine böylesine şefkatle bakmaya devam etmek zorundaydılar.
Jing Lin göğsünün küt küt attığını hissetti. “Qianyu” da böyle hissediyor olmalıydı. Tilki Zuo Qingzhou’ya öylesine hayranlık duyuyordu ki, ölümlü ile birbirlerinin şefkatini içlerine çekiyorlardı ve kendilerini kurtaramıyorlardı. Jing Lin bunu hiç yaşamamış olsa da, Qianyu’yu tam şu anda anlayabiliyordu – Zuo Qingzhou’yu bu kadar çok seviyordu.
Birlikte olabilirlerdi. Yasalar izin vermese bile, kütüphanedeki bu dar alanda aşk sözcükleri söyleyerek yakınlaşabilirlerdi.

Cang Ji çoktan yan dönmüş ve merdivenlerden inmeye başlamıştı. Jing Lin onu izlemek için halının üzerinde oturur pozisyona geçti. Cang Ji aniden bir adım attı ve sert bir şekilde Jing Lin’i işaret etti. Jing Lin onun söylemek istediği bir şey olduğunu düşündü ve kulağını ona çevirdi. Cang Ji beklenmedik bir şekilde kulağına hafif bir öpücük kondurdu.

Sonra da kulağına fısıldadı, “Bu benden.”

Jing Lin, Cang Ji’nin kaşlarını kaldırarak merdivenlerden indiğini görünce afalladı.

Jing Lin, “ben “in kim olduğunu anlayana kadar uzun bir süre olduğu yerde öylece kalakaldı. Sanki artık kendisini “Qianyu “dan ayırt edemiyormuş gibi elleri yüzünü örtmek için havalandı.

.
.
.
Bu benden derken sememiz kendi bilinciyle yaptı 🫠

 

 

.

Yorum

0 0 Oylar
Article Rating
Subscribe
Bildir
guest
0 Yorum
En Yeniler
Eskiler Beğenilenler
Satır İçi Geri Bildirimler
Tüm yorumları görüntüle
0
Düşüncelerinizi duymak isterim, lütfen yorum yapın🫶x

Ayarlar

Karanlık Modda Çalışmaz
Sıfırla