Asıl Niyeti Unutmamak 2
.
.
.
Xue Zi Xuan, mutlu bir ruh hali içindeydi. Şehrin en müreffeh bölgesinde arabayla dolaştı. Araba kullanırken, hâlâ hasta yatağında yatmakta olan Xue Jing Yi’yi tamamen unutmuştu. Zhou Yun Sheng pencerenin dışındaki kalabalığa ve renkli neon tabelalara dikkatle baktı. Böyle bir sahne, kaç kez görmüş olursa olsun, hâlâ yeni ve ilginç geliyordu. Son derece gelişmiş ve kişiliksiz yıldızlararası şehirden çok farklıydı.
Xue Zi Xuan gülümseyerek önerdi, “Gece pazarına gitmek ister misin?”
“Gegem de mi gece pazarına gidiyor?” Zhou Yun Sheng bunun çok ilginç bir yenilik olduğunu hissetti. Bu genç ustanın sıradan ölümlülerin yemeklerini yemeyen zarif bir bilgin olduğunu düşünürdü.
“Hiç gitmedim ama ara sıra denemekte fayda var.” Xue Zi Xuan’ın ciddi bir miyofobisi vardı ve diğer insanlara çok yakın olmaktan hoşlanmıyordu. Ancak genç onun yanında olduğu ve ona ulaşma umuduna izin verdiği sürece, başka neye dayanamazdı ki? Onun için müzikten vazgeçebilirdi, doğal olarak onun için doğuştan gelen karakterini değiştirebilirdi.
“O zaman gidip bir bakalım mı?” Zhou Yun Sheng’in şeftali çiçeği gözleri yuvarlaktı ve hevesli bir coşkuyla doluydu. Xue Zi Xuan kapıyı açıp aşağı atlayacakmış gibi hissetmekten kendini alamadı.
“Tamam, park edecek bir yer bulacağım.”
Genç son zamanlarda iyi yemek yemiş ve uyumuştu ve yanakları dolgundu. Pembe, yumuşak ve çok sevimli görünüyordu. Xue Zi Xuan onun yumuşak yanağını sıktı. Parmak uçlarının altındaki dokunma hissi o kadar iyi geldi ki bırakmak istemedi.
Bir alışveriş merkezi buldular ve arabayı park ettiler. Sonra ikisi kalabalık yaya caddesine doğru yürüdüler. Noel yaklaşıyordu. Caddenin her iki tarafındaki vitrinler kar taneleriyle kaplıydı ve üzerlerinde Mutlu Noeller yazıyordu. Yayaların bazıları parlak kırmızı Noel şapkaları takmış, bazılarının boynuzları parlıyordu. Cadde üzerinde durmuş çiçek ve çeşitli Noel ürünleri satan insanlar vardı.
Xue Zi Xuan ilk başta aşırı miyofobisinin, onu kalabalıkta çok tedirgin edeceğini düşündü. Gürültülü ve kalabalık yerlerden hiç hoşlanmamıştı ama çocuğu kucağına alıp yabancıların kendisine çarpmasını önlemek için göğsüne sıkıca sardığında en ufak bir rahatsızlık hissetmedi. Sadece huzurlu bir memnuniyet hissetti. Hatta bu yolun biraz daha uzun olmasını umdu, biraz daha uzun… Yol hiç bitmese daha da iyi olurdu.
Dürüst olmak gerekirse, Zhou Yun Sheng şu anda çok rahatsızdı. Genç adam onu arkasından yakaladı, kollarını kavuşturdu ve karnına sarıldı. 188 santimetrelik boyu çok baskılayıcıydı. Diğerinin kollarına gömüldü ve onun adımlarını takip etmeye zorlandı.
Sırtının genç adamın göğsüne yapıştığını hissetti ve o kadar sıkıydı ki hareketlerini etkiledi ve birkaç adımda bir tökezlemesine neden oldu. Tüm vücudunun ağırlığını genç adamın iki koluna vermek zorunda kaldı.
Genç adam onu kucaklıyormuş gibi görünüyordu ama aslında genç adam onu sokakta ayakta tutuyordu. Ayak parmaklarının yere değmediğini hissetmek hiç de iyi değildi. Zhou Yun Sheng, genç adamın kendisini arkadan kucaklarken yüz ifadesini göremediği gerçeğine güvenerek zaman zaman gözlerini devirdi ve zaman zaman da hoşnutsuzluk içinde dudaklarını büktü.
Bu genç adamın ten arkadaşlığına olan susuzluğundan gerçekten nefret ediyordu. Bu bir hastalık gibiydi.
Diğer tarafta, Xue Zi Xuan bundan gerçekten keyif alıyordu. İki uzun bacağını açarak genç adamı ortasına aldı. Yapışkan pirinç keki gibi delikanlıya yakın durarak kalabalığın arasından geçtiler.
“Efendim, çiçek alır mısınız?” Genç bir kız yollarını kesti. Bir bakışta kalabalığın içinde ikisini gördü. Genç adam uzun boylu ve yakışıklıydı, asaleti olağanüstüydü. Genç ise minyon ve zarifti, aurası çok etkileyiciydi. Biri diğerini aşka boğuyor, diğeri ise tsundere* gibi davranıyordu. (Tsundere kısaca Lan Zhan diyebiliriz dışarıdan soğuk ama içinden derinden aşık)
Aralarındaki etkileşim uyumlu ve dostane bir sevgi havası yayıyordu. Onlara bakmak bile kalbinin hızla çarpmasına neden oluyordu.
İkisinin kendisine gittikçe yaklaştığını fark edince kontrolsüzce yanına koştu ve çiçeklerini tutkuyla satmaya başladı.
“Üzgünüm, çiçek almıyoruz.” Zhou Yun Sheng elini salladı ve reddetti.
Xue Zi Xuan daha da açık sözlü davrandı. Tek kelime etmeden genci tuttu ve ilerlemeye devam etti. Yabancıları asla tanımazdı.
Belki satış yapmak istiyordu, belki de bu yakışıklı adama ve güzel gence daha fazla söz söylemek istiyordu. Genç kız özenle ikisine yetişti. “Gülleri sevmiyor musunuz? Karanfillerim ve Çin çan çiçeklerim de var. Çiçeklerin dilinde karanfil sevgi ve özlem anlamına gelir, Çin çan çiçekleri ise umutsuz ve ümitsiz aşk…” Bu noktada yanlış bir şey söylediğini fark etti ve hemen düzeltti, “Ah, umutsuz olsa da, çan çiçeği çiçek açtığında mutluluğun tekrar geleceğini gösterir, bu yüzden aynı zamanda ölümsüz ve ebedi aşkı da temsil eder…”
Kız belli ki çiçekler hakkında çok bilgiliydi. Konuşmaya başladıktan sonra duramadı. İkilinin ondan kurtulmaya hevesliymiş gibi gittikçe hızlandıklarını görünce pes etti ve mutsuz bir şekilde durdu.
Ama mucizevi bir şekilde Xue Zi Xuan başını çevirdi ve ağır bir sesle sordu: “Çin çan çiçeği çiçeklerin dilinde neyi ifade eder demiştin?”
“Sonsuz aşk!” Kızın gözleri parladı ve hemen çiçek sepetinden bir çan çiçeği çıkararak yakışıklı adamın önünde sallandırdı.
“Bu değil. Umutsuz aşktan sonra ne gelir?” Xue Zi Xuan yanan bakışlarla ona baktı.
Genç kız bir an düşündü ve aniden ne demek istediğini anladı: “Çin çan çiçekleri umutsuz aşkı temsil etse de, efsaneye göre Çin çan çiçekleri açtığında mutluluk yeniden gelecek, bu yüzden aynı zamanda umudu temsil ediyor ve yenilenmeyi temsil ediyor.”
Mutluluk gerçekten tekrar gelecek mi? Xue Zi Xuan gülümsedi ve rüzgarda sallanan bu mor çan çiçeği için birkaç büyük banknot bozdurdu. Sapını dikkatlice gencin ellerine sıkıştırdı.
Zhou Yun Sheng şaşkındı. Ama neyse ki genç adam herkesin gözü önünde ona gül almamıştı. Bir Çin çan çiçeğini kabul etmek daha kolaydı. Çiçeği çimdikledi ve beyaz erciğini nazikçe kokladı.
Kız aceleyle reddetti. “Bir çan çiçeği için sadece beş yuan. Efendim, çok fazla verdiniz!”
“Çok değil, buna değer, teşekkür ederim.” Xue Zi Xuan gülümsedi. Çan çiçeğinin çiçek dilindeki anlamı onun kaderini müjdeliyor gibiydi. Yeniden doğuşundan bir gün sonra, “yeniden mutluluk” kutsamasına sahip olabilirdi. Hiçbir şey bu cümleden, bu çiçekten daha değerli değildi.
Nadiren gülümserdi, bu yüzden içtenlikle gülümsediğinde yakışıklı yüzü parlıyor gibiydi ve görünüşü de hayal edilemeyecek kadar nazikti. Zhou Yun Sheng ona hızlıca bir bakış attı ve birkaç saniye sonra bir bakış daha attı. Neredeyse büyülendiğini itiraf etmek zorundaydı.
Zhou Yun Sheng genç adamın şefkatine ve düşünceliliğine dayanamadı. Kendisine bu kadar iyi bakması, genç adamın onu şehre geri getirmekteki asıl niyetini istemeden de olsa düşünmesine neden oldu.
Ne tür bir insan onun kalbine (nakil için) göz dikebilir ve aynı zamanda ona böylesine sıcak ve yumuşak davranışlar gösterebilirdi? İyi. Genç adamın şizofrenisi vardı, bu yüzden nazik bir kardeş ile soğukkanlı bir katil arasında kolayca geçiş yapabilirdi. Akıl hastası bir kişi karşısında Zhou Yun Sheng kendini güçsüz hissetti. Çan çiçeğini mıncıkladı ve genç adamın kollarında sokaklarda dolaşmaya devam etti. Yüzündeki ifade mücadele ettiğini ve ne yapacağını bilemediğini gösteriyordu.
Genç adamın ona verdiği sıcaklığın, ani bir dürtünün yol açtığı zalimce bir numara değil de içten gelen bir sıcaklık olmasını ne kadar da ummuştu. Birkaç yaşam boyunca reenkarne olduktan sonra, istikrar ve özgürlüğe hasret kalmıştı. Daha da ötesi, yorulduğunda yaslanabileceği güvenilir bir omuza hasretti.
Bu omuz ona mı aitti? Ara sıra bu mantıksız isteklere kapılsa da hemen sakin ruh haline geri dönüyordu. Kötü adam sisteminden kurtulana kadar hiçbir şeye sahip olmaya uygun değildi.
Kollarındaki kişinin hevesliden dalgın birine dönüştüğünü hisseden Xue Zi Xuan dönüp ona baktı ve yumuşak bir sesle sordu, “Aç mısın? Yemek yiyecek bir yer bulalım mı?”
Zhou Yun Sheng umutsuzca cevap verdi, “Mm, yemekten sonra erkenden eve gidelim. Jing Yi için endişeleniyorum.”
Xue Zi Xuan’ın gözleri hafifçe karardı ama hiçbir şey söylemedi.
Kucaklaşmayı bırakıp el ele tutuştu ve genci çok lüks bir Fransız restoranına götürdü. Festival atmosferi nedeniyle restoran konuklarla doluydu. Rezervasyon olmadığı için bir süre oturacak yer yoktu.
Neyse ki Xue Zi Xuan, sık sık gelen bir ziyaretçiydi. VIP kartı teslim edildi ve görevli hemen onlar için çift kişilik bir koltuk ayarladı.
Zhou Yun Sheng çiçekleri tutuyordu ve yakışıklı ve tertemiz adam tarafından kucaklandı. Boyu sadece genç adamın omzuna ulaşıyordu ve insanlara güvenen küçük bir kuş hissi veriyordu.
Masalarına giden yol boyunca insanlar ona bakmaya devam etti. Onu piyano imparatoru olarak tanıyabildiler. Şaşkınlık ifadeleriyle birbirlerine dönüp fısıldaşmaya başladılar.
Xue Zi Xuan’ın soğukluğu sosyal çevresi arasında ünlüydü. Ancak bugünkü hali şefkatli gülümsemelerle doluydu.
Titizlikle düşünceliydi, genç kızı sıkıca koruyordu, geçmişteki haliyle karşılaştırıldığında tamamen farklı iki insan gibiydi.
Bu olamazdı, piyano imparatoru aşık mıydı? Ve partneri genç bir çocuk muydu? Kim onun eşcinsel olduğunu düşünebilirdi ki! Bir gün içinde, dedikodular ve benzerleri üst çevrelerde yayılacaktı.
Zhou Yun Sheng’in genç adamın ne yapmayı planladığı konusunda kafası giderek daha fazla karıştı. Karşı tarafın kendisini kandırmak ve ev hapsinde tutacak başka bir yer bulmak için dış görünüşünü yüzeysel olarak değiştirdiğini (iç görünüşü aynı kalırken) düşündü. Ama şu anda onu açıkça lüks mekânlara götürüyordu.
Tavrı kaçamaklı görünmüyordu; aksine daha da düşünceliydi. Bu yüksek profilli hareket, asıl niyetinin tamamen tersiydi.
Meraklı birinin Huang Yi’yi araştırıp Xue ailesinin komplosunu ortaya çıkarmasından korkmuyor mu? Zhou Yun Sheng durmadan düşündü ama genç adamın ona karşı olan hislerinin gerçek olduğunu ve kendisinden faydalanmaya yönelik bir art niyet taşımadığını hiç düşünmedi.
O tüm olasılıkları çılgınca düşünürken, ikili oturdu ve garson onlara iki menü sunmak için eğildi.
Zhou Yun Sheng kendine geldi, aceleyle menüye bir göz attı ve sonra bir kenara bıraktı. Yüzü kızarmış bir halde, “Gege, anlamıyorum.” diye fısıldadı.
Aslında, onun ruhu ve sistem birbirine bağlıydı. Sistem, çeşitli ülkelerin tarihi ve dilleri de dahil olmak üzere dünya hakkındaki tüm bilgilere sahipti.
Sadece Fransızca değil, Afrika’daki bir yerli dili bile olsa, tek yapması gereken sistemin veri tabanını kullanmaktı ve bilgiyi anında kavrayabilirdi. Ancak Huang Yi uzak ve izole bir köyden geliyordu. Mandarin dilini iyi konuşabilmesi zaten yeterince iyiydi, yabancı dilleri boş verin.
Xue Zi Xuan uzandı ve onun kıpkırmızı yanaklarını sıktı. Gülümsedi. “Gegen sipariş vermene yardım edecek.”
Önceki hayatında on yabancı dili akıcı bir şekilde konuşabilen Xiao Yi’nin de böyle sıkıntılı zamanlar geçireceğini tahmin etmemişti. Ama onun ne kadar zeki olduğunu ve yeterince zaman verilirse herkesten daha iyi olabileceğini biliyordu.
“Bugünkü ana yemek nedir?” Garsonla iletişim kurmak için mükemmel standartlarda bir Fransızca kullandı.
“Beyaz soslu sebze yahnisi, tatlı olarak da Paris usulü tekerlekli kek.”
Xue Zi Xuan başını salladı. Menüyü birkaç saniye inceledikten sonra küçük bir satıra işaret etti. “Bize çiftler için set yemeği verin.” diye talimat verdi.
(sevgililer / aşıklar için konsept yemeği)
.
.
.
Konudan bağımsız size bir şey sorcam 😁
Geçen gün Twitter’da tosba çevirmen var belki bliyorsunuzdur Gangnam Style şarkısını konuştuk, ben küçüktüm çıktığında dedi, ben üniversitedeydim çok dinlerdik dedim. Ya ne ara yıllar geçti. Merak ediyorum siz dinliyor musunuz şu anda mesela ben çeviri yaparken Macklemore Thrift Shop şarkısını dinliyorum o da aynı yıl çıkmıştı, dinlemiyor musunuz bu şarkıları ya, 80’lerin şarkısı olmasına rağmen Cheri Cheri Lady dinlerim ben ya da Eminem mesela çok severim, telefon zil sesim Dido’nun Thank You şarkısı, bir önceden de Mick Jagger Old Habits Die Hard’dı hepsi benden eski şarkılar ama seviyorum yani
Biz de çıtırtık ya ne ara yaşlandık 🥹