Han Bohan, Sun Yao tarafından taşındığını biliyordu. Görüşü bulanıktı ve sopayla vurulduğu yerden belli belirsiz kan sızdığını hissediyordu. Yine de başındaki acıyla karşılaştırıldığında, eldeki durum hakkında daha fazla endişe duyuyordu. Bu durum nefes alış verişinin hızlanmasına neden oldu ve bilinçaltında Sun Yao’nun kolunu tutmaya çalıştı ama buna gücü yetmedi.
Sun Yao, Han Bohan’ı Shu Mian’ın yatağına taşıdı ve başındaki yarayı kontrol etmek için boynunu yukarı kaldırdı. Shu Mian’a “Kanamayı durduracak bir şey getir!” dedi.
Shu Mian bir adım öne çıktı, “Hâlâ onu kurtarmak istiyor musun?” Sesi naif bir kuşkuyla doluydu.
Sun Yao, Han Bohan’ın başındaki yaraya dokundu. Çok fazla kanamadığını görünce Han Bohan’ın çenesini sıktı ve “Han Bohan?” diye seslendi.
Han Bohan cevap veremedi. Başı çok dönüyordu ve tüm yüzü soğuk terle ıslanmıştı.
Shu Mian, “Seni tutuklayıp hapse attıracak!” dedi.
Sun Yao’nun sesi sakindi, “Neden bahsettiğini bilmiyorum. Ben yasaları çiğnemedim.”
Shu Mian yatağa doğru yürüdü ve Han Bohan’a bakmak için başını eğerek, “Zaten kanıt buldu.” dedi.
Sun Yao aniden elini Shu Mian’a doğru salladı, yakasından tutmak istiyordu ama Shu Mian’ın üzerinde kalan tek giysi iç çamaşırlarıydı. Sun Yao elini geri çekti ve “Git üzerine bir şeyler giy!” dedi.
Shu Mian hafifçe geri çekildi. Yerdeki giysileri almak için eğildi ve yumuşak bir sesle konuştu, “Gelmemeliydin. Bana dokunduğu sürece onu tecavüzden şikâyet edeceğim. Henüz on sekiz yaşına girmedim.”
Han Bohan acı içindeydi. Ağzını açtı ama ağzından çıkan tek şey bir nefes oldu.
Sun Yao da nefes nefese kalmıştı. Han Bohan’a baktı, bir çıkmaza girmiş gibi görünüyordu.
Shu Mian, “Pes et, tamam mı? Başından beri bizi araştırıyor. Şimdi sana inanacağını mı sanıyorsun?”
Sun Yao’nun sesi soğuktu, “Ona yaklaşmamalıydın.”
Shu Mian kıyafetlerini tekrar giydi, okul üniformasının fermuarını dikkatlice çekti, “Beni araştırmak için okuluma gelen ilk kişi oydu. Senin etrafında da görünmeye devam ediyor.” Sun Yao’nun yanına doğru yürüdü, kolunu tuttu ve salladı, “Öldür onu. Geri dönüşü yok!”
Sesinde hevesli bir heyecanın izini duyan Han Bohan hemen tüm vücudunda bir ürperti hissetti.
Sun Yao’nun nefes alış verişi yavaşça duruldu, “Eğer onu öldürürsek, kaçamayız.”
Shu Mian onun kulağına eğildi ve fısıldadı, “Burada sadece biz varız. Sadece bana tecavüz edeceğini ve senin de beni kurtarmak için koştuğunu söyleyeceğim.”
Sun Yao ona baktı, “Polis buna inanmaz. Dünyada bu kadar çok tesadüf yoktur. Bu Cao Yuxiang’ın olayıyla bağlantılı olacak.”
Shu Mian, “Bana gerçekten tecavüz etmesine izin ver.” dedi.
Sun Yao ses tonundaki öfkeyi güçlükle gizleyebildi, “O ölüyor, sana tecavüz edemez!”
Shu Mian Sun Yao’nun elini bıraktı, “Neden kızgınsın?”
Sun Yao cevap vermedi. Köşeye sıkışmıştı ve artık Han Bohan ölse de yaşasa da bundan kaçışı yoktu. Han Bohan’a, onun acı dolu, odaklanmamış bakışlarına baktı ve boynuna uzandı. Han Bohan ölürse, belki kızını alıp kaçmak için hâlâ biraz zaman kazanabilirdi.
Ellerini Han Bohan’ın boynuna doladığını görünce kulağına fısıldadı, “Koridorda ve asansörde gözetleme yok. Merdiven çıkışındaki CCTV artık çalışmıyor. Daha önce arabasını merdivenlerin yakınına, tam da kör noktanın olduğu yere park etmesini sağladım. Onu arabasının içine koyabiliriz. Onun kıyafetlerini giyip asansörle otoparka inebilirsin. Yüzünü göstermemeye çalış. Ondan sonra arabasını sürüp onu gönderebilirsin.”
Sun Yao’nun eli Han Bohan’ın hassas boğazına dokunmaya başlamıştı bile. “Onu nereye götürebilirim?” diye sorarken sesi sabitti.
“Kırsal kesimde gözetim yok. Adamı ve arabasını bir nehre sür, bıraktığın her iz su tarafından silinecektir.”
Sun Yao konuşmadı. Polis soruşturmasından gerçekten kaçabileceğine inanmıyordu ama Sun Xunyan’ı götürmek için hâlâ zamanı olabilirdi.
Han Bohan, Sun Yao’nun ellerinin sıkılaşmaya başladığını hissetti. Büyük bir yudum hava aldı ve son enerjisiyle Sun Yao’nun elinin arkasına bastırdı, sesi fısıltının biraz üzerindeydi ve “Sun Yao…” diye seslendi.
Parmakları gevşek ve buz gibiydi ama Sun Yao’nun elleri gözle görülür şekilde titriyordu.
Han Bohan’ın gözleri karardı; kalan tüm bilincini kaybetti.
Han Bohan bir an için öleceğini düşündü ama sonunda bilincini yeniden kazandı. Gözlerini açtığında görüşünün hâlâ bulanık olduğunu fark etti ve emin olabildiği tek şey şu anda bilmediği bir yerde yatıyor olduğuydu. Ayağa kalkmaya çalıştı ama en ufak bir hareketin başını döndürdüğünü fark etti.
Yanında biri belirdi ve ışığı engelledi. Güçlü bir avuç içi, dudaklarına sıcak su vermeden önce başını hafifçe yukarı kaldırdı.
Han Bohan suyu yutmadı, “Sun Yao” diye seslenirken sesi boğuk çıkıyordu.
Sun Yao’nun ses tonu dengeliydi. Sakince, “Biraz su iç. Artık kanaman yok.” dedi.
Han Bohan, “Ama zar zor bir şey görebiliyorum.” dedi.
Sun Yao başka bir şey söylemedi. Sabırla Han Bohan’ın ağzına azar azar su verdi; ta ki Han Bohan boğulup yüzünü çevirerek birkaç şiddetli öksürük çıkarana kadar.
Her öksürük başındaki ağrıyı daha da şiddetlendiriyordu. Gözlerinin kenarları yavaş yavaş yaşlarla ıslandı. Bu ne acıdan ne de kederden değil, fizyolojik gözyaşlarıydı.
Sun Yao onu izledi ve bir süre sonra, “Xiao Yan’ı götürdüğümde, seni alması için bir ambulans çağıracağım.” dedi.
Han Bohan nefes nefese, “Teslim ol. Xiao Yan’ı hiçbir yere götüremezsin.” dedi.
Sun Yao sanki başka birinin işlerini tartışıyormuş gibi kayıtsızdı, “O zaman Xiao Yan ne yapacak? Ben hapse girersem Xiao Yan’a ne olur?”
Han Bohan ona “Nerede o?” diye sordu.
Sun Yao, “Bu odada.” dedi.
Han Bohan derin bir nefes aldı, “Sınıf arkadaşım iyileşme ihtimali olduğunu söyledi. Daha iyi yaşam koşullarına ve tıbbi tedaviye ihtiyacı var. Ona zarar verme.”
Sun Yao tekrar sessizliğe gömüldü. Cevap alamayan Han Bohan biraz endişelendi. El yordamıyla Sun Yao’nun elini tutmaya çalıştı ama Sun Yao elini hızla geri çekti.
Bir süre sonra Sun Yao yüzünü kapattı, sesi boğuk ve kısıktı, “Xiao Yan bensiz yaşayamaz.”
“Neden Cao Yuxiang’ı öldürmek zorundaydın? İşlerin hep bu noktaya geleceğini biliyordun.”
Sun Yao cevap vermedi.
Han Bohan tüm bu süre boyunca Sun Yao’nun gözlerini yüzünde hissedebiliyordu. İşler bu noktaya gelmişti; eğer Sun Yao hapse girmek istemiyorsa, tek çıkış yolu Shu Mian’ın daha önce bahsettiği gibi Han Bohan’ı öldürmekti. Sun Yao’nun henüz parmağını bile kıpırdatmadığını, bunca zamandır kendi vicdanıyla mücadele ettiğini biliyordu.
Sun Yao çıkmaza girmiş, kapana kısılmış bir canavar gibiydi. Etrafında ölümcül tuzaklar vardı; gidebileceği hiçbir yol yoktu.
Han Bohan ona Shu Mian’ın nerede olduğunu, Cao Yuxiang’ın hoşlandığı kişinin Shu Mian olduğunu bilip bilmediğini, Sun Xunyan’ın o gece o binadan nasıl düştüğünü bilip bilmediğini sormak istedi ama birden Sun Yao’nun çaresizliğini de hissetti – geçmişte olduğundan daha çaresizdi. O anda Han Bohan’ın aklından geçen şey şuydu: Sun Yao gerçekten hapse girerse, Sun Xunyan’a ne olacaktı?
“Ya da beni öldürebilirsin,” dedi Han Bohan, “Ama beni öldürsen bile son aynı kalacak.”
Sun Yao’nun yüzündeki parmaklar açıldı, “Xiao Yan’a ne olacak?” derken nefes alış verişi ağırlaşmıştı.
Han Bohan yavaşça konuştu, “Yasal yardım için başvurabilirsin. Ona yardım edecek sosyal kurumlar bulacağım. Teslim olursan mahkeme cezanı hafifletir, en fazla bir düzine yıl hapis yatarsın. Xiao Yan hâlâ genç. Belki o zamana kadar uyanır. Evlendiğinde ve çocuk sahibi olduğunda yanında olabilirsin…” Han Bohan ağzından çıkanların faydalı olup olmadığı konusunda hiçbir fikre sahip değildi ama elinden gelenin en iyisini yapmaya çalışmıştı. Sun Yao’yu Cao Yuxiang’ı kasten öldürdüğü için suçlamadı, sadece Sun Yao’nun insanlığına değinmeye çalıştı. Bilinci açık olduğu sürece görüşünün daha da bulanıklaştığını fark etti. Yakında hiçbir şey göremeyeceğinden şüpheleniyordu.
İkisi de sessizliğe gömüldü. Bir süre sonra Sun Yao’nun ayağa kalktığını duydu. Muhtemelen Sun Xunyan’a bakmak için gidiyordu.
Sun Yao döndüğünde Han Bohan, “Neredeyiz?” diye sordu.
“Memleketimde. Şehirden yaklaşık altmış kilometre uzakta.”
Han Bohan gözlerini kapattı. Gözlerini uzun süre açmak başını döndürmüştü. Sun Yao’nun yanına oturduğunu hissetti, bir çakmak sesi duydu ve ardından bir sigara kokusu aldı. Sun Yao sigara içiyordu.
Han Bohan sordu, “Cao Yuxiang’ın Shu Mian’dan hoşlandığını biliyor muydun?”
Sun Yao’nun bakışları boştu, “Biliyordum.”
“O zaman Xiao Yan neden onunla birlikteydi? Xiao Yan neden düştü?”
“Xiao Yan, Shu Mian’ın Cao Yuxiang’ı reddetmesine yardım etmeye gitti. Onun dışında kimse o gece ne olduğunu bilmiyor.”
“Peki ya Shu Mian?”
Sun Yao, “O orada değildi.” dedi.
Han Bohan, “Neden polise söylemedin?” diye sordu.
Sun Yao’nun sesi kayıtsızdı, “Söyledim. Polis bana inanmadı. Suçu Cao ailesinin üzerine attığımı düşündüler ve para istediler.”
“Yani Cao Yuxiang’ı kendi evine götürmek için Shu Mian’la komplo kurdun, sonra da onu öldürdün, öyle mi?”
Yanıt gelmedi.
Han Bohan sözlerine şöyle devam etti: “Sana inandım ve sen bana böyle mi davranıyorsun? Babam hâlâ hapiste ve hiçbir haber yok, ölmesem bile muhtemelen işime devam edemeyeceğim.”
Sun Yao “Özür dilerim.” diyene kadar uzun bir süre sessiz kaldı.
Daha sonra Han Bohan uykuya daldı. Bu koşullarda uyumaması gerekiyordu ama başı dönüyordu ve tepeden tırnağa büyük bir acı içindeydi.
Tekrar uyandığında Han Bohan etrafının zifiri karanlık olduğunu gördü. Önce gece yarısı olduğunu düşündü ama sonra çok karanlık olduğunu fark etti ve telaşlanmaya başladı. “Sun Yao!” diye bağırdı.
Sun Yao cevap vermedi.
Han Bohan elini kaldırdı, baş dönmesini bir kenara bırakıp havayı kavramaya çalıştı. Sonra bileği aniden sıkıştı ve Sun Yao’nun sesi duyuldu: “Göremiyor musun?”
Oda bir an için sessizliğe gömüldü.
Sun Yao aniden Han Bohan’ın kolunu tuttu ve kalkmasına yardım etti, “Seni hastaneye götürüyorum.”
Han Bohan’ın arabası bahçeye park edilmişti. Etraf karanlık ve sessizdi.
Sun Yao, Han Bohan’ın arabasına binmesine yardım ettiğinde Han Bohan, “Xiao Yan nerede?” diye sordu.
“Onu şimdilik kuzenimin evine götürdüm.” Sun Yao arabanın kapısını açtı ve Han Bohan’ın arka koltuğa geçmesine yardım etti. Sadece birkaç kısa adımlık bir mesafe olmasına rağmen, Han Bohan’ın başı dönmüş, tüm yüzü soğuk terlerle ıslanmıştı.
Sun Yao sürücü koltuğuna oturdu ve arabayı çalıştırdı, “En yakın ilçe hastanesi yirmi kilometreden daha uzakta.”
Han Bohan koltuğa yığılmış, sürekli nefes nefese kalmış bir halde konuşmuyordu.
Araba kırsal kesimin dar yollarında ilerliyordu. Yollar nispeten düzgündü ama sadece tek şerit vardı.
Han Bohan gözlerini kapattı. Yüzündeki tüm renk solmuştu, “Su sesi duyuyorum.”
Araba bir köşeyi dönmüştü. Sun Yao camdan dışarı baktı ve “Sağımızda bir nehir var.” dedi. Memleketinin ana nehriydi bu. Suyun geniş yüzeyi durgundu ve nehrin derinliği on metreden fazlaydı.
Han Bohan alnını deri koltuğa bastırdı.
Sun Yao aniden acil durum frenlerini çekti.
Han Bohan vücudunun koltuktan yuvarlanıp paspasın üzerine düşmesine engel olamadı.
Sun Yao tek bir kelime bile etmeden kapıyı açtı ve arabadan indi. Arabanın önünde Shu Mian duruyordu. Üzerinde bir elbise olduğu halde yolun ortasında duruyordu. Uzun saçları dağılmıştı ve ayakkabılarından biri yırtılmıştı.
“Aklını mı kaçırdın sen?!” Sun Yao Shu Mian’a bağırdı.
Shu Mian onun kolunu tuttu, “Yanyan’la gidiyorsun, değil mi?”
Sun Yao sorusuna cevap vermedi. “Bu kadar geç saatte buraya nasıl geldin?” diye sordu.
“Bir taksiye bindim. Şoför kayboldu ve devam etmeyi reddetti, ben de indim ve yaya olarak devam ettim.”
Sun Yao soğuk bir şekilde bağırdı, “Bir kızın bu şekilde dışarıda olmasının ne kadar tehlikeli olduğunu biliyor musun?”
Shu Mian cevap vermeden sadece Sun Yao’ya baktı, “Yanyan’la gizlice kaçma, biz bir aile değil miyiz? Beni terk etme.”
Sun Yao’nun göğsü şiddetle kabardı. Derin bir nefes alarak duygularını kontrol altına almaya çalıştı. Shu Mian’ın bileğinden tutarak onu ön yolcu koltuğuna sürükledi ve içeri itti. Daha sonra arka koltuğun kapısını açarak Han Bohan’ı kaldırdı ve koltuğa oturttu.
Shu Mian koltuğunun arkasına yapıştı ve Han Bohan’a baktı. Sun Yao’ya “Nereye gidiyorsun?” diye sordu.
Sun Yao sürücü koltuğuna döndü ve arabayı çalıştırdı, “Hastaneye.”
Shu Mian, “Gitme, yakalanacaksın!” dedi.
Sun Yao onu görmezden geldi.
Shu Mian Sun Yao’ya yaklaştı ve yumuşak bir sesle konuştu: “Hâlâ bir şansımız var. Burada sadece biz yok muyuz? Bir kaza uydur ve Cao Yuxiang’ı öldürdüğümüz gibi onu da öldür. Etrafta gözetim yok, bizi mahkûm etmeleri mümkün değil.”
Sun Yao sessiz kaldı.
Shu Mian perişan bir halde bağırdı, “Bu benim hatam. Ona yaklaşmamalıydım. Bana kızma, beni görmezden gelme.”
Sun Yao sonunda ağzını açtı, “Onu önce hastaneye götüreceğim. Ondan sonra da seni kamu güvenliği bürosuna götüreceğim.”
Shu Mian ürperdi. “Yanyan’a ne olacak?” diye sordu.
Sun Yao sakince, “Bunun için endişelenmene gerek yok.” dedi.
Shu Mian gözyaşlarına boğuldu, “Hepsi benim hatam.”
Sun Yao pencereyi hafifçe açtı ve serin gece havasını bir ağız dolusu içine çekti, “Bu senin hatan değil. Benim suçum. Henüz on sekiz yaşında bile değilsin. Hâlâ bir çocuksun. Ben bir yetişkinim ve sonuçlarına katlanması gereken kişi benim.”
Shu Mian acı acı ağladı, “PSB’ye gidemez miyiz? Neden Savcı Han’a gitmemize izin vermesi için yalvarmıyorum?”
Han Bohan’ın bilinci zar zor yerine geliyordu.
“Shu Mian,” Sun Yao’nun sesi kısıldı, “Bu kadar saf olamazsın.”
Shu Mian’ın çığlıkları kesildi. Yüzü hâlâ gözyaşlarıyla doluydu ve arabanın karanlığında uzun süre Sun Yao’ya baktıktan sonra, “Ama gerçekten hapse girmeni istemiyorum!” dedi.
Konuşmasını bitirir bitirmez Shu Mian eğilip Sun Yao’nun direksiyonuna sarıldı ve Sun Yao hazırlıksız yakalandığı anda direksiyonu aniden sağa doğru kırdı. Sun Yao, Han Bohan’ı hastaneye yetiştirmek için acele ediyordu; başlangıçta hız yapıyordu. Bir anda arabanın kontrolünü kaybetti ve araba sağa doğru savrularak alçak nehir kıyısına ve nehre düştü.
Araba nehre düştüğü anda, Sun Yao hemen arabanın kapısını açmak için hareket ederek tepki verdi. Su arabanın içine dolduğunda, kapıyı tekmeleyerek açtı ve aynı anda Shu Mian’ın bileğini tutmak için geri döndü. Onu arabadan çıkardı ve yüzerek uzaklaştılar.
Sun Yao Shu Mian’ı kıyıya doğru itti ve Shu Mian nehir kıyısındaki sazlıklara tutunur tutunmaz geri dönüp batan arabaya doğru yüzdü.
Tam o sırada Shu Mian Sun Yao’nun kolunu yakaladı ve bağırdı: “Yapma! Bu bir kazaydı! Polisi arayalım!”
Sun Yao hiçbir şey söylemedi. Onu itti ve neredeyse tamamen suya batmış olan arabaya doğru yüzdü. Su çoktan tüm arabayı doldurmuştu. Bagajı açtı ve Han Bohan’a uzandı.
Han Bohan’ın bilinci bir parça yerine gelmişti. Çırpınmaya başlamıştı ve Sun Yao onu ancak arkasından tutabildi, kollarını koltuk altlarından yaraladı ve yüzeye doğru tekmeledi.
Shu Mian nehir kıyısında durmuş, tüm vücudu sırılsıklam olmuş bir halde onları izliyordu.
Sun Yao, Han Bohan’ı kıyıya çekti ve onu sazlıkların ortasına nazikçe bıraktı. “Han Bohan?” diye seslendi.
Han Bohan acı içinde boğuldu.
Shu Mian’ın söyleyecek bir şeyi vardı ama daha ağzını açamadan aniden polis sirenlerini duydu. Şaşkınlıkla başını çevirdi, sonra tekrar Sun Yao’ya döndü. “Neden?”
Sun Yao çamurlu kıyıya diz çöktü. Su yanaklarından aşağı damlamaya devam ediyordu. Nefes nefese Shu Mian’a baktı, “Ayrılmadan önce polisi aradım. Umarım bir gün Xiao Yan’ın evlendiğini kendi gözlerimle görebilirim.” Bununla birlikte başını eğdi ve yüzündeki suyu yavaşça sildi.
.
.
.
Bu nasıl filmdi ya sonraki bölüm final gerçekten son bölüme dek film sektörü kitabında olduğumuzu yazar bize hissettirdi of çok güzeldi her şey canlarım finalde görüşürüz sonra 15 bölüm extramız var♥️
.