Bulanık görüşümle onu gördüm. Odanın ortasında durmuş pipo içiyor ve bir şeye bakıyordu. Duygudan yoksun siyah gözleri uzunca bir süre sabit kaldı. Bakışlarının köşesinde duvardaki bir İblis çığlığı vardı.
Sigarayı içine çekti ve yavaşça üfürdü. Sigaranın yoğun dumanı etrafa yayılarak ifadesinin üzerine opak bir perde çekti.
Bir rüya ya da belki bir halüsinasyon gibiydi.
Ağır göz kapaklarımı tekrar kaldırdığımda, Kara İblis Kralı, etrafına saçılmış olan siyah ejderha kumaşını kabaca eline aldı. Uzun cübbenin katmanları havada dönerek kaslı vücudunun üzerine yerleşti. Esnek kollarını ve sırtını kaplayan kaslar canlılıkla esneyerek güçlerini gösterdiler.
“Majesteleri…. Hazır mısınız?” diye seslendi Baş Elçinin dışarıdan gelen sesi.
Ağır ayak sesleri yaklaştı ve uyuyan formumun önünde durdu. Başımın üzerine bir gölge düştü ve dudaklarımız buluştu. Yumuşak bir dil dudaklarımın arasında gezindi, hafifçe ama kolayca değil. Sanki pişmanlık duyuyormuş gibi ısrarla dudaklarımın dış hatlarını yaladı. Kuru sesi yanağımda gezindi.
“Gerçekten bağımlı mı oldum?”
Yanındaki bir şeye uzandı. Bir an sonra hava tütün dumanı kokusuyla kaplandı ve duman dağıldığında içerisi tamamen sessizliğe gömülmüştü.
Esnedim…. Göz kapaklarımı kaldırdım. Gittiğinden emin olduktan sonra kendimi ayağa kaldırdım. Karmakarışık saçlarım üzerime yapışmış vücudum nemli ve ıslaktı; bütün gece ardında bıraktığı izler darmadağındı. Birden kasıklarımın arasında bir kıpırtı hissettim. Dün gece, Kara İblis Kralı beni emip kurutmuş, serbest bıraktığım zevkin her izini yalayıp yutmuş, dilini arka deliğime sokmuş ve öyle bir ısrarla yapışmıştı ki yırtılacaktı. Korkunç zevk yüzünden bilincimi kaybetmem sadece birkaç dakika sürmüştü.
Oradaki dayanılmaz uyarımın kalıcı tadını hâlâ hissedebiliyordum ve bu hissi söndürmek istercesine dudağımı acıyla ısırdım. Dünkü giysilerim sırılsıklam olmuştu ama beyaz ipek üstüm ve pantolonum hâlâ sağlamdı. Hizmetçiler bir kez daha onları önceden hazırlamışlardı. Diğerlerinden farklı renkte olan ince ipeği kavradım ve sonra kabaca gömleksiz vücuduma sardım.
Hizmetçilerin gölgeleri kapının ardında belirmişti. Adımlarımı susturdum ve silaha yaklaştım. Kendimi dikkatlice yere indirdim ve resim tahtasının arkasına sakladığım aletleri çıkardım. Kırık elim hızla iyileşti ve dün bandajları çıkardım. Hiç sorun değildi, sadece bükülmesi rahatsız ediciydi.
Tahta levhayı hızla söktüm. Her iki taraftan da açarak, namlu ile kıyaslanamayacak kadar karmaşık ve girift iç kısımı ortaya çıkardım. Daha fazla uzatmadan aktarmaya ve çizmeye başladım. Dış dinamiklere de dikkat etmeyi ihmal etmedim.
Bunu nasıl icat etmişler?…. Her ne kadar kitle imha silahı olarak adlandırılsa da, bizzat görmek dudak uçuklatıcıydı.
Kafa kafaya, el ele. Göz kamaştırıcı derecede karmaşık bir yapı ve her küçük ayrıntı, her küçük aksesuar, her karmaşık dolaşıklık ve ısırık, bir ritmi kaçırmadan ayrıntılı olarak çizdim. Sanki Kara İblis Kralın zihninin inceliklerini yakalamaya çalışıyormuşum gibi.
Sonunda, kâğıt üzerinde tam bir taslak oluştu. Çizim tahtası elimden kaydı. Refleks olarak onu tutmak için uzandım, ama bunu yapamadan büyük bir gürültüyle yere düştü. Uzattığım elim buza dönüştü. Dışarıdan hizmetçinin sesi geldi.
“Uyanık mısın? Kahvaltı hazırlıyorum, hemen gelebilir miyim?”
“…Hayır, önce yıkanmam lazım… sonra birazdan yerim.”
Hizmetçinin gölgesi anlamış gibi kısa bir süre başını salladı. ‘Haah….’ Küçük bir iç geçirdim ve parçanın geri kalanını bitirdim. Silahı tekrar bir araya getirdim ve yerine astım. Bağlantı yerlerini son bir kez kontrol ederek hafifçe deforme olmadığından emin oldum. Her şeyi toparladıktan sonra kağıdı düzgünce katladım ve ilk tuvalin arkasına sıkıştırdım. Şimdi tek yapmam gereken onu şefe teslim etmekti. Teslim ettikten sonra, onlarla olan irtibatım sona erecekti.
Birkaç gün boyunca Kara İblis Kralı’nın odasında kapana kısılmış gibi kalmıştım resmen. Odadan çıkmadan önce beklememi her zaman hatırlatırdı ve ben de artık ona itaatsizlik etmezdim. Muhtemelen kararının değişmeyeceği doğruydu. Bir süreliğine banyoya gitmeme izin verdi. İşimin geri kalanını onun odasında yapabileceğimi söyledi.
Oturduğumda, Şef Ime’nin sözlerini hatırladım. Panzehir.
Dünyanın bir yerlerinde bir panzehirin var olduğu bilgisi beklenmedik bir meydan okuma ve garip bir huzursuzluktu. Bu tedirginliğin tam olarak ne olduğunu kestiremedim ve bu durum onu daha da sinir bozucu hale getiriyordu.
Acaba neydi…. Ime zehri vücuda giriş şekli ve süreci bakımından sıradan zehirlerden farklıdır. Panzehirin de farklı olabileceğine dair bir önsezim vardı. Bel ki de, Asırlık yabani ginseng ya da gizemli bir ruh veya bitki gibi……. Ya da yeni doğmuş bir bebeğin karaciğeri veya efsanelerde olduğu gibi…. ölü bir adamın vücudunun bir parçası.
Hizmetçinin dışarıda öksürdüğünü duyabiliyordum ve çok geçmeden ince ince kesilmiş çiğ et ve ciğer önüme kondu.
Öğle yemeğinde Naro iç saraya geldi. Hayatında ilk kez İmparator’un odasını gören Naro çok gergindi. Onu oturtmayı ve elimdeki işe konsantre olmasını sağlamayı başardım. Naro’nun varlığı beni teşvik etti. Bugün renklendirme ve yüzün detaylandırma aşamasıydı.
Kara İblis Kralı’ın cübbesinin içinde kıpırdamadan oturması imkansızdı, ortalıkta görünmüyordu. Bugünlerde kale inşaatıyla meşgul görünüyordu, geri kalanını yapmak için hafızama ve hayal gücüme güvenmek zorundaydım. Tüm bu intikam süreci bittiğinde bu resmi bir anıt olarak asmak muhteşem olurdu.
Ben işe derinlemesine dalmışken, Naro Kara İblis İmparatoru’nun verdiği fırçayı buldu ve şok içinde ayağa fırladı. Bahsettiği “bir ata değer fırça” olduğu ortaya çıktı. Naro fırçayla uğraşırken, değerini açıkça ortaya koyan bir takırtı sesi çıkardı. Annemin katili olan Kara İblis İmparatoru’ndan bir hediyeydi ve bu onu hiç de hoş yapmıyordu. Ama gödüğüm en güzel boya fırçasıydı. Ne tür bir dokuya sahip olduğunu ve ne tür bir resim üreteceğini görme cazibesine karşı konulamazdı. Ben bile maddi arzunun cazibesinden kaçamıyordum.
Böylesine değerli bir eşyayı kendim için saklamak istemiyordum ve iki fırça olduğu için birini Naro’ya vermem gerektiğini düşündüm.
Naro hoplayıp zıplayarak İmparator’un hediyesiyle oynanmaması gerektiğini söyledi. Elinde bir at değerinde tüy kalemiyle çizim yapmanın yeterince zor olduğunu da ekledi. Ama elini sallarken bile gözlerini fırçadan alamıyordu.
“Lütfen al.”
“Ah…! Sen, sen! Aklını mı kaçırdın?! İmparator tarafından verilen hediyeler gelişigüzel dağıtılmamalı! Nesiller boyunca aktarılması gereken bir şey…!!”
“Sorun değil. Zaten onu yadigar olarak bırakacağım bir ailem yok.”
Ayrıca gelecekte aile gibi bir şey kurmayacağım. Eğer onları kendi gücümle koruyamazsam anlamı yok.
Kayıtsız sözlerim karşısındakiyle Naro hızla depresyona girdi.
“Ah~ dostum, sen böyle ne diyorsun? Gelecekte güzel bir kız arkadaşın olacak, bir oğlun ve kızın olacak ve iyi bir hayat yasayacaksın. Neyse, kaldır şunu! Acele et!'”
Naro’nun söylediği gibi renkleri karıştırdım ve fırçanın ucuna biraz sürdüm. Boyayı tenime sürdüğümde, kıllar daha önce kullandığım hiçbir şeye benzemiyordu. Kalbim hızla çarpıyordu. Boyama işlemine o kadar dalmıştım ki birden çok meraklandım.
“Peki cariyeler neden hamile kalamıyor?”
Kara İblis İmparatoru’nun yüzden fazla cariyesi olduğunu duymuştum. Gençliklerine ve sağlıklarına rağmen, hepsi nasıl evrensel olarak kısır olabilir?
Naro etrafına bakınıp vücudunu sıkıca bastırarak fısıldadı:
“Sana daha önce de söyledim, Kral Garon işleri gerçek bir erkek gibi organize edemiyor ve cariyeler onun beceriksizliğini gizlemek için sadece bir paravan.”
“…….”
Çok inandığın bir şeyin doğru olmadığını öğrensen ne kadar da hayal kırıklığı yaratır kimbilir….
Naro, İmparatorun bana bir ressam olarak farklı davrandığına inanıyordu.
“Majesteleri neden bir İmparatoriçe’yi resmen ilan etmedi? Dediğin gibi, evliliği önemli.”
“Bilmiyorum. Bunu ben de merak etmiştim. Normalde İmparatoriçe’nin genç yaşta seçilmesi gerekir, ancak Kral devlet meseleleriyle meşguldü, bu nedenle bu tür meselelerden Dowager(anne) İmparatoriçe’nin sorumlu olması doğru olurdu, ancak nedense o, bu konuda pek hevesli değildi. Dürüst olmak gerekirse, onun da bundan hoşlanmadığını duydum ama biraz garip…….”
Naro gözlerini kısarak dışa doğru baktı ve sesini oldukça alçalttı.
“En hafif tabirle Majesteleri Garon’a oldukça düşkündü.”
“Oğlu olan bir annenin yapması gereken de bu değil mi? Özellikle de kralın sevgisi Leydi Ye Hsi*’ye yönelmişken…….”
Leydi Ye Hsi’nin Raonhilljo’nun annesi olduğunu ve bir cariye olmasına rağmen İmparator Sawara tarafından çok sevildiğini duydum. Kocasının elinden alınması ve boşluğu doldurmak için oğluna güvenmek zorunda kalması, olabilecek bir ihtimaldi.
Naro gözlerini kocaman açarak başını salladı.
“Ama anlatılanlara bakılırsa, pek de öyle değilmiş. Öldüğü güne kadar gece gündüz hep kralın yanındaydı ve hiçbir cariyenin ona yaklaşmasına izin vermedi. Doğrusu, sence de bu biraz fazla değil mi? Sadece imparotoriçenin ölümünden sonra Madam Veronjouville bu kadar aktif olabildi.”
İnsanın oğluna bu kadar takıntılı olması mümkün mü… Benim annem de bana karşı çok şefkatliydi ama bu kadar değil. Yetişkin oğluna bu kadar bağlı olmak onun için çok fazlaydı.
‘Çok sinirliyim, İmparatoriçe Dowager’den zar zor kurtuldum ve sonunda nefes alabiliyorum derken olanlara bak…..!
Geçen sefer öfke nöbeti geçiren Veronjouville’nin sesi sis gibi zihnimde yükseldi.
“Bu arada, imparatoriçe nasıl öldü?”
“Şey. Majesteleri savaş alanındayken yaklaşık yirmi yaşındaydı…. Sadece bir hastalıktan öldüğünü duydum ama ayrıntılarını bilmiyorum ve hastalık olmadığına dair söylentiler de var……. Öğrenmemi ister misin?”
“Bunu benim için yapar mısın?”
“Elbette! Sana sadık olduğumu daha kaç kez söylemem gerekecek ki farkına varasın! Lafı açılmışken, hemen şimdi öğreneceğim!”
Naro tek kelime bile itiraz etmeden hışımla bir yerlere gitti. Odada tek başıma kalmış, düşüncelere dalmıştım.
Cariyelerin birbirlerinin hamile kalmasını engellemek için muska kullandıklarını duymuştum ama bu çok saçma.
Ya biri onların hamile kalmasını kasten engellemeye çalıştıysa….
İmparatoriçe Dowager’ın cariyelere karşı çok dikkatli olduğu söyleniyor… Ama yine de saltanatını sürdürmek için bir çocuğa ihtiyacı vardı…. Ayrıca Kara İblis Kralı’nın 27 yaşında olduğunu duydum. İmparatoriçe Dowager’ın ölümünden bu yana yedi yıl geçti.
Yöntemi veya nedeni ne olursa olsun, bu uğursuz önsezi nedir…….
Kara İblis Kralı eşini ilan etmekle ilgilenmiyor gibi görünüyordu. Kral kısır olabilir mi… yoksa bunu bilerek mi yapıyor…? Ve eğer öyleyse, neden…….
Birkaç saat sonra Naro geri döndü, ancak motivasyonuna rağmen pek bir şey kazanamamıştı. Kraliçenin ölümüyle ilgili hiçbir haber yoktu. Naro dönüş yolunda Raonhilljo ile karşılaştığını da bildirdi. Raonhilljo inşaattan sorumluydu ve çok meşguldü ama beklenmedik bir haberi vardı. İnşaat hakkı Ime’lere geri verilmişti. Ayrıca kararın Kara İblis Kralı tarafından verildiğini de söyledi.
Kötü bir his olmalı. Sizi yok edenin krallığını yeniden inşa etmek, uzun zamandır kök saldığınız toprakları geri almak için kötü bir işaretti. Diğer emperyal güçlerin şiddetli rekabetine karşı savaşan Ime’ler, sadece kendi temellerini yıkmaya zorlandılar. Bu hiçbiri için hoş bir ziyaret değildi ve hepsine yarın geri dönmeleri söylendi. Yarın…….
Daha fazla uzatmadan İblis Çığlığını düşündüm. Kaleden tekrar çıkarken yakalanırlarsa kopacak fırtınayı düşünmek istemiyordum. Onu teslim etmenin tek yolu kaleyi terk etmeden öncesi olmalıydı.
Günlerce düşündükten sonra, bunu yapmanın tek yolunun, çizimin kabile üyelerimiz tarafından yutulması olduğuna karar verdim. Üstlerini ne kadar ararlarsa arasınlar midelerini kesip açamayacaklardı. Ben de bu dört sayfalık çizimi dört kişi arasında paylaştıracaktım.
.
.
.