Kara İblis Kralı hayır dememden korkuyordu, bu yüzden onaylar onaylamaz beni bir kara ejderhaya bindirip İme Köyü’nden ayrıldı. Kelimenin tam anlamıyla ejderhaya binmemiz ve saraya varmamız bir oldu.
Nagaon Kalesi’ne vardıktan sonra, Kara İblis Kral doğrudan konutuna gitti. Ejderha Sarayı’nı koruyan muhafızlar ve saray kadınları beni canlı ve iyi bir şekilde geri gördüklerinde bir hayalet görmüş gibi baktılar. Bazıları ben ayrılmadan önce orada olan kişilerdi. Bu süre zarfında kaç hayat kaybedilmişti. Yüzlerinin bir günden diğerine, kaybolmayacağını umuyordum.
İki ay sonra geri döndüğümde, Kara İblis Kral’ın odası hâlâ aynıydı. Birkaç ev büyüklüğündeydi; kapının köşelerinde porselenler, düzensiz bir şekilde istiflenmiş kitaplar, kapı pervazına yaslanmış çömlekler, boryo şöminenin üzerinde duran bir pipo rafı ve tamamen kullanmaktan yıpranıp lekelenmiş ucuz bir pipo vardı……. Orta derecede dağınık bir düzen sağlanmıştı ve ben de o düzenlilerden biri olarak yerime geri dönmüştüm.
Bir duvarı dolduran dağ resmine yaklaştım. Daha önce resmini yaptığım Hanaru’ydu bu. Dağı yok etmeye çalışan Kara İblis Kralı’na meydan okuyarak yaptığım bu resmin hâlâ burada olduğunu görünce şaşırdım. Bana çok boğucu ve ürkütücü gelen odaya baktım, ama şimdi garip bir şekilde biraz daha az itici hissediyordum.
Acaba gelecekte Nagaon Kalesi’nden ayrıldığım günden farklı bir zihniyetle geri dönmem gibi, Ime köyündeki kulübeye de farklı mı dönecektim?……
Çizili Hanaru’da el yordamıyla ilerlerken kapı iki yandan açıldı ve elinde kâse olan Kara İblis Kral içeri girdi. Kaseyi ağzımın köşesine getirdiğinde tereddütle ağzımı açtım. Başımı tutup omzuna yasladı, bana soğukkanlılıkla baktı ve ben de başımı teslim edip ilacı yuttum. İlacın keskin kokusu burun deliklerime çarptı ve sinirlerim gevşedi. İlaç verdiği günlerde hep bu şekilde yapardı.
Abartmak gerekirse, kaseyi kaldıracak gücüm ya da iradem yoktu ve yemeyi reddettiğimde beni beslemek zorunda kalıyordu. Ama bir noktada birbirimizi bu şekilde beslememiz doğal hale geldi ve artık bunu kanıksadık. Bazen ne yaptığımı merak ediyordum. İlaçları uzattım ve kollarından sıyrıldım.
“Senin de tedavi gördüğünü duydum Majesteleri. Nasılsın?”
“Fena değil.”
Kabaca böyle dedi. “Fena değil” iyi olduğu anlamına mı geliyordu, yoksa gerçekten umurunda olmadığı anlamına mı geliyordu? Görünüşe göre, Kara İblis Kralı’nın kan rengi karşılaştığımızdan daha iyiydi ve ölümün kapılarından geçtiğine inanılacak kadar güçlü görünüyordu. Bu beni daha çok rahatsız ediyordu ve buna dayanamıyordum. Karmaşık düşüncelerime aldırmadan kâseyi gelişigüzel kapı aralığına fırlattı ve beni yatağına götürdü. Bacaklarımı uzatırken ona baktım, o ise hareketsiz durdu.
“Yorgun olmalısın, neden dinlenmiyorsun?”
Artık bu odadan eskisi kadar tiksinmiyor olsam da onunla aynı odada olmak yine de rahatsız ediciydi.
“Ben……köşkte kalmanın daha iyi olacağını düşünüyorum.”
Kara İblis Kralı’nın gözleri aniden somurtkanlaştı.
“Neden?”
“Çünkü aceleyle gelirken tüm çizim malzemelerini evde bıraktım ve onları çiçek bahçesinden ödünç almak zorundayım ve köşkte resim yapmak daha kolay.”
Boya fırçalarına ve kapı kolunun üzerindeki çizim albümüne baktım, gözüne çarpmamalarını umuyordum ama umutlarım boşa çıktı ve kralın bakışları onları yakaladı. Bakışlarını albümden bana çevirdi.
“Neden bu kadar garip davranıyorsun, benim odamda kalman gerekmiyor muydu?”
“Ben sadece buraya geleceğimi söyledim, senin odanda kalacağımı değil. Öyle değil mi?” dediğimde kaşlarını kaldırdı.
“Söylediklerin yüzünden dikkatim o denli dağılmış ki çok işe yaramaz davrandım.”
Kara İblis Kral kendi kendine mırıldandı ve sonra sözsüz bir şekilde beni bir yere götürdü. Odanın bitişiğindeki boş bir odanın kapısına vardık. Şaşkınlıkla ona baktım ama o kapı kolunu tuttu ve kapıyı sonuna kadar açtı.
“Ah…….”
Önümdeki boşluğu gördüğümde istemsizce nefesim kesildi. Bana gösterdiği oda aromatik ahşaptan yapılmış mobilyalar ve eserlerle dekore edilmişti ve mobilyaların üzerinde her türlü boya fırçası, kalem, taş, pigment ve resim üzerine bir ömür boyu yetecek kitaplar vardı. Sadece bu da değil, duvarlar isimlerini tanıdığım ressamların başyapıtlarıyla kaplıydı. Her sanatçının imreneceği türden bir yerdi ve hepsi bir ömür boyu yetecek kadar para ediyordu. Kralın hobisini bir kariyere dönüştürüp burada resim yapmayı planladığını sanmıyorum. …….
Sesi omzuma indi.
“Sanırım resim yapmak için bir yer bulduk.”
Şüphelerimi yok eden bir cevaptı bu. İşte o zaman kalbim çarpmaya başladı.
“Resim yaparken seni rahatsız etmemeye çalışacağım ama unutma, zamanında çıkmazsan seni sürükleyerek çıkarırım.”
Gözlerimi kırpıştırdım, sonra başımı çevirip Kara İblis Kralı’na baktım.
“Acaba…… sen de resim çalışıyor olabilir misin?”
“Pek çalıştığım söylenemez. Sadece biraz uğraştım.”
“Biraz mı?”
……. Üstünkörü bir çalışmayla bu kadar kapsamlı bir hazırlık yapmak imkânsız. Dahası, çizime sadece geçici bir ilgisi olan biri için bu uzun ve zorlu bir süreç olurdu. Özellikle de hobisi kitle imha silahları yapmak olan, günlerinin çoğunu makamında geçiren ve geri kalan zamanını çizim yaparak geçiren bir imparator için.
Bakışlarımı indirdim. Ne diyeceğimi bilemiyorum……. böyle bir şeyi hiç hayal etmemiştim. Nutkumun tutulduğunu söylemek daha doğru olur.
Ağzımı dolduran kelimeler dilimin ucuna kadar geldi. Yüz ifademi gözlemleyen gözleri durgunlaştı. O anda dudakları aralandı, başını eğdi ve hızla eğildi, saçları yanağıma döküldü ve beklenmedik bir dokunuşla yakalanan dilim hızla emildi. Gerçekliğe geri döndüm.
“Umh…… Dur……! Bekle……ahm……!”
Eli pantolonumun içine kaydı ve derinlerde saklanan penisi kavradı. Zaten dikleşmiş olan alt bedeni kıçıma bastırınca irkildim ve belimi bükerek geri çekildim. Hemen çenemi sıkıca tutarak sıkıştırdı ve dilini içeri daldırdı. Dili ıslaklığı istila etti, açlıkla yaladı. Onun her bariz ihtiyaç gösterisinden tamamen habersizmişim gibi davrandım. O da bunu hissetmiş olmalıydı. Yine de böyle aç gözlerle beni iterse….. tüm gücümle omzunu ittim.
“Hayır! Hayır……!”
Artık onunla aynı bedeni paylaşmak istemiyordum. Ölmesini istemiyordum. Vücudunun üst kısmı şiddetli bir inkârla sertleşti. Omuzlarıma kadar düşen bornozumun yakasını çektim ve bir daha asla açılmayacak şekilde sıkıca kavradım. Artık kesik kesik olan nefesleri birbirimizin ağzından geçiyordu ve gözleri şiddetle doldu.
“Biliyor musun, seni o piçle paylaşmak beni çok kirli hissettiriyor.”
Aklıma gelmeyen şey ağzından çıkarken ağzım dondu. Gözleri benim bile hissedebileceğim bir şekilde titredi ve her şeyi gözlemleyen Kara İblis Kralı alametifarikası olan zalim gülümsemesini takındı.
“Muhtemelen şimdiye kadar kan kaybından ölmüştür ve zamanla kalbi duracaktır.”
Bakışları başımın arkasını taradı ve bana döndüğünde bir ateş topuna dönüşmüştü.
“İsim alışverişinde bulunduğunuzu düşünürsek Raonhiljo’yu sırtından bıçaklamana şaşırdım.”
Gözlerindeki keskin bakış omurgamdan aşağı bir ürperti gönderdi. Onu reddettiğim sonucuna böyle mi varmıştı?
Sanırım benim herkes için bacaklarını açacak bir fahişe olduğumu varsayması mantıksız değil. Seni hayal kırıklığına uğrattığım için üzgünüm ama Raonhiljo ve ben……. Birdenbire göğsümde bir sıcaklık hissettim ve boğazımın arkasına kadar yükseldi. Buna karşılık sesim buz gibiydi.
“Ne istersen düşün.”
Elimi savurdum ve odadan çıkmaya başladım ama bileğimi yakaladı ve beni kabaca duvara doğru itti. Vücut ısısı bileklerimde kor kadar sıcaktı ve hâlâ uykudan sulanmış gözleri başımı döndürüyordu. Beni duvara yapıştırdı ve okunamayan gözlerimin içine baktı.
“Yoksa yaptığım şey yüzünden mi?”
Sanki yine bir çuvaldız batırılmış gibi tüm hareketlerim durdu. Onun şehvetini reddetmemin nedeninin onun işlediği günah olduğunu inkâr etmiyorum. Ama en önemli nedeni yanlış anlamıştı. Onun dokunuşundan kurtuldum ve kaçtım. Tek düşünebildiğim gözünden ve aklından kaybolmaktı.
“Haa……. Haa…….”
Ayaklarımın beni taşıyabildiği kadar hızlı koştum, sonra nefesim kesilince yavaşladım. Ağzımda hâlâ nemli dil ve tükürük tadı vardı ve bundan kurtulmak için dudağımı çiğnedim.
Buraya geri dönmeye karar verdiğimde bu, beklenmedik bir şey değildi ama tekrar bu şekilde ortaya çıkmak zordu. Ime’nin zehrinin ne kadar korkunç olduğunu ilk elden görmüştüm ve ona karşı kördüm.
İç Saray alanını terk edip koşmaya başladım ama Kara İblis Kralı artık peşimde değildi. Belki de uyarılarımdan dolayı, her şeyi mümkün olduğunca bana odaklamaya daha meyilliydi. En ufak bir kızgınlığım olduğunu düşünse, her şeyi bıçak gibi kesiyor ve sakinleşmemi bekliyordu.
Alışılmadık bir şekilde her hareketime çok dikkat ediyor, hatta bugün aklıma bile gelmeyen hediyeler veriyordu……. Bunu yapmaya devam ediyor ve ben de bu yüzden bunu yapıyorum. Bu yüzden korkuyorum.
Bu gün için bir kâbus yeterliydi.
.
.
.
Ah be Garon 😢 güvensizliğin çok kalp kırıcı. Sonra da bu çocuk ismini Raonhgjfkdk’den aldı diye kızıyorsun. Bir onun sözlerine bak, bir de senin 😭