Yang Lei o gece bir şeylerin ters gittiğini fark etti.
Eyalet başkentine vardığında insanlarla sosyalleşmek zorunda kaldı. Sosyalleşip otele döndükten sonra Yang Lei’nin yaptığı ilk şey Fang Yu’yu aramak oldu.
Önce Fang Yu’nun evini aradı ama kimse cevap vermedi. O sırada saat çoktan gece 11’i geçmişti. Yang Lei, Fang Yu’nun evde olması gerektiğini tahmin etti. Fang Yu önceki gece bütün gece bir geceyi çalışarak geçirmişti. Yani bu gece bir kez daha çalışıyor olamazdı.
Daha sonra Fang Yu’nun Grand Century Restaurant’taki kişisel genel müdür ofisini aradı. Orada kimse yoktu. Daha sonra resepsiyonu aradı. Hala kimse yoktu.
Bu sırada herkesin işini bitirdiği doğruydu. Yang Lei biraz huzursuz olsa da, bunun hakkında fazla düşünmedi. Ancak otelde bir süre huzursuzca televizyon izledikten sonra buraları onlarca kez tekrar aradı. Kimse cevaplamadı.
Yang Lei sinirlendi. Fang Yu’nun sesini hemen şimdi ve derhal duymak istiyordu.
Öğleden sonra Fang Yu’dan ayrıldığından ve Fang Yu’nun evinde o şeyleri deneyimlediğinden beri, Fang Yu’ya duyduğu özlem, kalbinde bastırılamayan bir dalga gibiydi. Onu, kalbi bir kedi tarafından kaşınıyormuş gibi özlüyordu; onunla konuşmak istiyordu.
Nedenini bilmeden hep huzursuz hissediyordu. Sanki Fang Yu’yu bulamayacaktı, her zaman huzursuz olacaktı.
Bu huzursuzluk içinde Yang Lei uykuya daldı. Sabah uyandığında, gözlerini açtığında yaptığı ilk şey elini uzatıp telefonu kenara çekmek ve Fang Yu’nun evini aramak oldu.
Hala cevap yoktu. Yang Lei’nin kalbi boğazındaydı. Grand Century Restaurant’ın resepsiyonunu tekrar aradı. Sonunda birisi cevap verdi.
Telefondaki kişinin konuşmasını duyduktan sonra Yang Lei, “Ne dedin?” diye bağırdı.
Yang Lei olayın özünü duydu ve kükredi: “Dün gece neden kimse bana söylemedi??”
Grand Century Restaurant’ta görevli kişi anlaşılmaz bir şekilde konuşarak karakolda olduğunu ve şu anda kimsenin durumun nasıl olduğunu bilmediğini söyledi. Yang Lei hemen Hua Mao’yu aradı.
Hua Mao, güveçteki bir karınca kadar endişeliydi.
Dün gece, Fang Yu karakola gittiğinde, patron Luo Jiu bu meselenin büyük ya da küçük olabileceğini biliyordu. Bunu sorduğunda, Zhou Er’in açıkça Fang Yu ile uğraşmaya geldiğini biliyordu. Zhou Er kimdi? Zhou Er’in babası bir polisti. Zhou Er başka nasıl polise kendi evinde gibi davranabilirdi? Normal insanlar çağırınca polisler öyle hemen gelirler miydi?
Fang Yu karakola girdiğinden beri kimse Lao Liang’ı yakalamaya gelmedi ve kimse araştırmak için tekrar olay yerine gelmedi. Zaten, Zhou Er ve o zengin çocuklar grubu formalite icabı götürüldü ve bir sonraki anda her biri sorunsuz bir şekilde evlerine gitti. Lao Liang’ın kavgaya katılan olay yerindeki astları bile birkaç saat kilit altında tutulduktan sonra serbest bırakıldı.
Dışarı çıkmasına izin verilmeyen tek kişi Fang Yu’ydu.
Lao Liang’ın astları dediler ki: “Kimin kişiyi bıçakladığını veya olay yerinde ne olduğunu araştırmak için hiçbir polis gelmedi. Birkaç soru bile sormadılar ve onları birkaç saat büyük bir odaya kilitlediler.”
Huo Tui hastanede kurtarıldı. Sadece yüzeysel bir yaraydı, önemli bir şey değildi. Yine de Huo Tui tarafından bıçaklanan kişide çok daha ciddi bir yara vardı. Gece yarısına kadar komada kaldı ve uyanmadı.
Luo Jiu, uzun yıllardır patrondu. Polisle ilişkisi olmaz mıydı hiç? O gece, polisteki bağlantılarını buldu ve onu çıkarmak istedi, ancak bu “bağlantı” kişisi bu iki gündür Jianghai’de değildi. Bir görev için dışarı çıkmıştı.
“Geri döndüğümde senin için yapacağım. Ancak böyle olabilir!” dedi “bağlantı” .
“O çocuk gerçekten hiçbir şey yapmadı. Hatta suçlu olsa size telefon edip birkaç gün gözaltında tutmanızı rica ederdim ki ders olsun!”
Luo Jiu’nun sözlerinin anlamı, Fang Yu’nun karakolda acı çektiğinden korkmasıydı. Polis onu sorgulamaya başlasaydı, içeride çok fazla düşünce olurdu! Anlamı, bu işi araştırma kalkma ve onu hapse sakın atmaydı.
“Başkası olsaydı iyiydi. O Zhou Er’in babası… Pekala, geri dönmemi bekle!”
Lao Li de oldukça sıkıntılıydı. Karakoldaki konumu düşük olmasa da bu mesele kendi halkını ilgilendiriyordu ve her iki taraftan da rahatsızdı.
Luo Jiu çaresizdi. Lao Liang için zor olduğunu da biliyordu. Çete ile meşru arasındaki ilişki ne kadar sıkı olursa olsun, baba oğul arasındaki ilişkiden daha sıkı olabilir miydi?
Yani Luo Jiu, Fang Yu’nun çektiği acıları da biliyordu ve bunu kabul etti.
Lao Liang, suçu Fang Yu’nun üstlendiğini duyduğunda endişelendi. Polis karakoluna koşmak istedi ama Luo Jiu onu durdurdu: “Hala bunun yeterince kaotik olmadığını mı düşünüyorsun?”
“Ju Ge! Da Ge’nin suçu üstlenmesine izin verebilir miyim?!” Lao Liang’ın gözleri endişeden kızarmıştı. Fang Yu’nun suçu üstlenmek için gitmesini istediğini bilseydi, ölse bile oradan gitmezdi!
“Gitsen faydası olur mu? Şu anda sadece Fang Yu’ya saldırıyorlar! Gitsen bile faydası yok!” Luo Jiu bu yöntemleri çok iyi biliyordu.
“Sonra ne olacak? O kahrolası polis grubunun Da Ge’me zorbalık yapmasını öylece izleyelim mi?”
Lao Liang hapse girmişti. Orada olmanın nasıl bir his olduğunu çok iyi biliyordu. Bir kez daha bıçağını çıkardı.
“Gidip o Zhou Er’i yok edeceğim!”
“Geri gel!” Luo Jiu çaresizce Lao Liang’a durması için bağırdı…
Polise, toplumun “olumlu yönüne”, katı devlet kurallarına ve ayrıcalıklı sınıfa karşı, çetedekiler ne yapacağını şaşırmıştı…
Hua Mao da endişeyle yerinde dönüyordu. Sevdiği kişi hapisteydi. Sevdiği insanın başına kötü bir şey gelmesine rağmen hiçbir şey yapamamanın verdiği duyguyu ilk kez biliyordu. Hua Mao neredeyse deliriyordu. Herkesten yardım istedi ve bağlantılar aradı. Hatta biraz normal meslekleri ve sosyal statüleri olan eşcinsel çevresinden insanlara bile gitti.
“Neden bana daha önce söylemedin?” Yang Lei’nin gözlerinde neredeyse kıvılcımlar çıkıyordu. Sadece bir gecede, Yang Lei, Fang Yu’nun ne kadar acı çekebileceğini çok iyi biliyordu!
“Söylemek mi? Sana söylemem ne işe yarayacak ki?” dedi Hua Mao.
“Kimse kıpırdamasın! Geri gelmemi bekleyin. Hemen döneceğim!” Yang Lei kükredi ve telefonu kapattı.
Yang Lei, Hua Mao’yu kapattıktan sonra döndü ve bir dizi numara çevirdi.
“Merhaba.” Telefona cevap veren ses, boğuk bir tondaydı.
“Kamu Güvenliği Bürosu mu? Sen kimsin?” dedi Yang Lei.
“Kimi arıyorsunuz?”
Yang Lei, “Kamu güvenlik bürosunda, herkes iyi mi?” dedi.
“Adını söylemezsen, senin için onu nasıl bulabilirim?” Telefona cevap veren polis sabırsızdı.
Yine de Yang Lei onu tanıdı,
“Siz Shi Guang’sınız, değil mi? Yang Datian’ı arıyorum!” dedi Yang Lei.
Telefona cevap veren polis hemen dimdik oturdu. Bir şeylerin ters gittiğini anladı.
“Ben Xiao Shi’yim. Sorabilir miyim, peki siz…” Polisin ses tonu çok daha kibardı.
“Ben Yang Lei!”
.
.
.
Aiya bunların zor zamanlarda birbiri için tutuşmasını seviyorum. Sanırım bizimkisi polislerden biriyle yakın hadi bakalım. Umarım Fang Yu’muza o bir gecede bir şey olmamıştır.(’°̥̥̥̥̥̥̥̥ω°̥̥̥̥̥̥̥̥`)