Çocuk, bakıcının dikkatli gözleri altında kaydırakta sessizce oynuyor ve sık sık top havuzuna doğru bakıyordu. Jin de bu bakışları fark etti ve babasıyla enerjik bir şekilde oynarken bile kaydırağa bakmaya devam etti. Sünger denizindeki basamak taşlarını geçerken ve hatta kaşif ağında sürünürken bile gözlerini kaydıraktan ayırmadı.
Çocuğun atıştırmalık bir şeyler yediğini gören Jin babasını çekiştirerek “Ben de, ben de!” dedi. Jaekyoung çocuk odası tarafından sağlanan meyve kaplarıyla birlikte paketledikleri tofu atıştırmalıklarını çıkardı. Jin tofu atıştırmalığını aldı ve yavaşça yakındaki masaya yaklaştı.
Jin tofu atıştırmalığını sarışın çocuğa sundu ve karşılığında biraz peynirli kraker aldı. Bundan sonra, el hareketleri ve bazı kelimelerle iletişim kurmaya devam etti, aniden Jin Jaekyoung’a doğru koştu ve şöyle dedi:
“Baba…. gördün mü?”
“Efendim?”
“O, o arkadaş da bizimle oynayabilir mi…? Jin’le ve babamla…?”
“Elbette, kesinlikle.”
Jaekyoung hemen kabul etti ve sonra Jin’e sordu:
“Ama Jin, arkadaşının adını biliyor musun?”
Jin cevap vermeden aceleyle diğer masaya gitti ve çocuğa adını sordu. Çocuk şaşkınlıkla gözlerini kırpıştırdı. Telaşlanan Jin kendini işaret ederek bağırdı.
“Ben Kwon Jin’im! Jin! Jiiiin!”
Sonunda bakıcı ne olduğunu anladı ve araya girerek Jin’e çocuğun adını söyledi. Jin dikkatle dinledi, ismi iki ya da üç kez tekrarladıktan sonra aceleyle babasına döndü.
“Adı Haneul!” (Korece’de gökyüzü anlamında ama burada asıl mesele çocuk Koreli değil :))
Etraftaki herkes “Bu doğru olamaz…….” diye düşündü ama kimse bir şey söylemedi.
“Haneul, tamam.”
Jaekyoung sakince başını salladı ve Jin’e tekrar sordu.
“Ama Haneul nereli?”
“Bekle!”
Jin bağırdı ve koşarak diğer masaya geri döndü. Bu kez doğrudan çocuğun bakıcısıyla konuşmayı denedi. Uzun bir el kol hareketleri ve sohbet seansından sonra Jin biraz üzgün bir yüz ifadesiyle geri döndü.
“Bilmiyorum…….”
“Bilmiyor musun?”
Jaekyoung usulca kıkırdadı ve Jin’i sıcak bir kucaklamanın içine çekti.
“Sorun değil, bilmene gerek yok. Önemli olan eğlenmek, birinin nereli olduğu değil. Değil mi?”
Babasının sözlerinden enerji alan Jin coşkuyla, “Evet! Doğru!” diye bağırdı. Jaekyoung, Jin’e sıkıca sarılıp onu öpücük yağmuruna tuttuktan sonra yan masaya döndü.
“Hey, Haneul.”
Çocuğun adı bu olmamasına rağmen, çocuk kendisine seslenildiğini anlamış gibiydi ve kocaman gözlerle Jaekyoung’a baktı. Jaekyoung eliyle işaret eder etmez çocuk hevesle sandalyeden atladı ve masalarına yaklaştı.
Çocuklar top havuzuna geri dalmadan önce mutlu bir şekilde atıştırmalıklarını paylaştılar. Jaekyoung bu kez hem Jin’i hem de Haneul’u topların içine gömdü ve sonra onları arıyormuş gibi yaptı. Çocuklar, Jaekyoung “Sizi buldum” diyene kadar nefeslerini tutarak kıpırdamadan durdular ve onları ayak bileklerinden kaldırarak kıkırdama krizlerine girmelerini sağladı.
Jaekyoung, Jin ve Haneul ile oynamaya devam ederek kaşif alanı, balık tutma alanı, dev kaydırak ve top havuzu arasında gidip geldi. Başlangıçta iki saat süreceği tahmin edilen çocuk odası çekimi dört saati aştı. Personel saygı duymanın ötesinde Jaekyoung’a hayretle bakmaya başladı.
“Vay canına, dayanıklılığı inanılmaz.”
“Cidden, bir atlet için bile, insan gerçekten buna ayak uydurabilir mi?”
Personelin şaşırmak için iyi bir nedeni vardı. Boracay sadece dört saatlik bir uçuş mesafesinde olmasına rağmen, yolculuk havaalanından tekne terminaline bir buçuk saatlik ek bir sürüş ve ardından on dakikalık bir tekne yolculuğunu içeriyordu. Adaya vardıklarında, kalacakları yere ulaşmak için bir araba yolculuğu daha yapmak zorunda kaldılar. Böylesine yorucu bir yolculuğun ardından Jaekyoung hiç dinlenmeden hemen çocuk odasında oynamaya başlamıştı. PD Han’ın bu kadar uzun süre dayanmasını beklemediği için ondan sadece bir saat dayanmasını istemesine şaşmamalı.
Neyse ki, hiç bitmeyecekmiş gibi görünen çocuk odası çekimi Haneul’un ailesi onu almaya geldiğinde doğal bir şekilde sona erdi. Personel sonunda merakla bekledikleri Haneul’un uyruğunu öğrendi: Haneul Lihtenştaynlıydı ve gerçek adı Heinrich’ti.
Jin doyasıya oynadıktan sonra akşam yemeğine giderken uyuklamaya başladı. Tabii ki yemeğini yerken uyuyakaldı.
“Kwon Jin, gerçekten uyuyor musun?”
Jaekyoung bir ağız dolusu kızarmış pilavla uyuyakalan oğlunu görünce inanamayarak kıkırdadı.
“Bir saniye bekle. Sanırım bunu çekmeliyiz.”
Kameraya bakarken söyledi.
Jaekyoung bir peçete kaparak Jin’e yaklaştı.
“Jin-ah, bir dakika uyan. Kwon Jin.”
Uyanması için Jin’in yanağına hafifçe vurdu ve yemeği peçeteye tükürmesine yardım etti. Yemeği birkaç kat peçeteye sarıp masanın altındaki çöp kutusuna attıktan sonra, uyuklayan Jin’i tekrar uyandırarak biraz su içmesini sağladı.
“Hayır… içmek istemiyorum….”
“İçmek zorundasın. Hadi, biraz su iç, tamam mı? Aferin oğlum.”
Jaekyoung uyuyan çocuğu kollarında tutarak ayağa kalkmadan önce Jin’in en azından birkaç yudum su içtiğinden emin oldu. Kamera ekibi onları takip etti ve Jaekyoung’u Jin’le birlikte kaldıkları yere doğru yürürken görüntüledi.
Sonunda, Jaekyoung Jin’le birlikte villaya girdi ve kamera kapı arkalarından kapanana kadar sahneyi çekti. PD Han kameramana kaydı kesmesini işaret etti ve ardından Jiheon’a döndü.
“Bugünlük bu kadar yeter.”
“Villanın içinde çekim yapmayacak mısınız?”
PD Han ekiple birlikte ayrılmadan önce şöyle dedi, “Hayır, Jin çoktan uyudu ve sanırım bugünlük bu kadar yeter. Siz de çok çalıştınız, Bay Jeong. Lütfen iyi dinlenin.”
Jiheon villaya tek başına girdi. Yapım ekibi olmasa bile, villanın etrafındaki kameralar onları izlemeye devam ediyordu. Sessizce oturma odasına girdiğinde, Jin’i yatırdıktan sonra aşağı inmekte olan Jaekyoung’la karşılaştı.
“Personel gitti mi?”
“Evet, bugünlük yeterince çekim yaptıklarını söylediler.”
Jiheon bunu söyledikten sonra parmağını dudaklarına götürerek kameralara karşı dikkatli olmalarını işaret etti. Jaekyoung hemen anladı, ağzını kapattı ve Jiheon’u yatak odasına kadar takip etti.
Kapı kapanır kapanmaz Jaekyoung kıyafet almak için bavula uzanan Jiheon’u yakaladı ve öptü.
“Hey, kes şunu.”
Jiheon gülerek onu nazikçe itti. Ama Jaekyoung onu görmezden geldi, bunun yerine Jiheon’u sıkı bir kucaklamanın içine çekti ve birlikte gölgelik yatağa düştü. Eli Jiheon’un pantolonunun içine kaydı ve Jiheon bunun sadece bir şaka olduğunu bilse de yine de irkilerek tepki verdi.
“Kes şunu, cidden… Dışarıda kameralar var.”
“Ne olmuş yani? Burada hiç yok.”
“Burada olmasa bile oturma odasında var. Ya bizi duyarlarsa?”
Jaekyoung, Jiheon’un fısıltısını bir öpücükle daha susturdu.
“O zaman sessiz olmalıyız.”
Jiheon’un yüzünü kendisine doğru çevirdi ve dudağını onun nefesini kesecek kadar sert bir şekilde ısırdı. Jaekyoung’un onu daha yüksek sesle solutmaya çalıştığını fark eden Jiheon, bir inilti kaçma tehdidiyle her karşılaştığında Jaekyoung’un saçlarını sertçe çekiştirdi. Ama Jaekyoung umursamadı; ısırmaya, dillerini karıştırmaya ve Jiheon’un dilinin uyuşmasına neden olacak kadar sert emmeye devam etti.
“Mmh…….”
Çok geçmeden Jaekyoung’un tükürüğü Jiheon’un ağzından taştı. Jiheon’un mücadele ettiğini fark etti ve sonunda geri çekildi, parmaklarıyla Jiheon’un dudaklarındaki tükürüğü nazikçe silerek fısıldadı.
“Heyecan verici değil mi?”
“Öyle….”
Jiheon kıkırdayarak fısıldadı. Seslerinin o kadar uzağa taşınmasının mümkün olmadığını bilse de oturma odasına yerleştirilmiş birkaç kamera düşüncesi onu garip bir şekilde heyecanlandırmıştı.
Yine de Jiheon sonuna kadar gitmenin zamanı olmadığını biliyordu. Az da olsa sesin kaçması felakete yol açabilirdi ve bir şey olmadan önce enerjilerini korumaları gerekiyordu.
Bugün biraz yorucu geçmişti ve yarın tam bir çekim günü olacaktı, ertesi gün için de daha fazla aktivite planlanmıştı.
“Tatil “in tadını tam anlamıyla çıkarabilmek için -ruth*unu gizlemek için- mümkün olduğunca çok enerji harcamaları gerekiyordu.
“Artık yeter.”
Jiheon kararını verdiğinde Jaekyoung’u itti. “Git bir duş al. Ben bu odanın banyosunda alacağım. Sen büyük olanı kullanabilirsin.”
Bu açık ret Jaekyoung’un hayal kırıklığına uğramasına neden oldu ama yine de ayağa kalktı.
Jaekyoung odadan çıkar çıkmaz Jiheon hemen cep telefonunu çıkarıp uygulamayı kontrol etti, Jaekyoung’un ani heyecanının feromonlarına bir tepki mi olduğunu yoksa ruthunun çoktan başlayıp başlamadığını görmek istiyordu.
Ancak, uygulama hala D-3’ü gösteriyordu ve feromon salgısı düne göre biraz artmış olsa da, hala kızışma aralığında değildi.
“Evet, aklıma geldi de. Kwon Jaekyoung zaten hep heyecan biri.
Bu yeni farkındalıkla biraz rahatladığını (?) hisseden Jiheon tekrar yatağa uzandı.
Daha bir ay önce tüm bu planları yaptığında bu kadar aciliyet hissetmemişti. Ama şimdi, sadece üç gün kalmışken, endişeli bir bekleyiş hissetti.
“Ah, bu film çekimi ne zaman bitecek…?!
Jiheon yumruğunu masum yatağa vurdu.
………..
Tatillerinin ikinci gününde çekimler geleneklere uygun olarak kahvaltı saatinden itibaren başladı.
Dün akşam yemeğini bitiremeden uyuyakalan Jin, sabah Jaekyoung’un elinden tutup merdivenlerden iner inmez açım diye sızlanmaya başladı.
“Abi, ne yapsak? Ona yiyecek bir şeyler verelim mi?”
“Eğer şimdi yerse…. daha sonra bir şey yemek istemeyebilir.”
Neyse ki ikili kara kara düşünürken prodüksiyon ekibi geldi ve hazırda bekletilen oda servisi menüsü birbiri ardına odaya doluştu.
Yemekler balkon masasına konduğu andan itibaren Jin heyecanla etrafına bakıyordu. Bir personel ona mikrofon yerleştirirken bile gözlerini yemeklerden alamıyordu.
Sonunda ses kontrolünü bitirip mikrofon ekipmanını taşıyan küçük çantayı kendinden emin bir şekilde taktıktan sonra Jin hevesle masadaki sandalyeye oturdu. Ancak, yemek başladığında, yemek yerine personel ile birlikte duran Jiheon’a bakmaya devam etti.
“Jin krep sever, değil mi?”
Jaekyoung kalın sufle kreplerini küçük parçalara bölüp üzerine bolca şurup gezdirdi ama Jin onlara dokunmadı bile. Tabağın üzerine yığılmış krem şantiyi çatalıyla birkaç kez hafifçe dürttü.
Sonra kameranın arkasındaki babasına döndü ve hayal kırıklığına uğramış gibi boğuk bir sesle şöyle dedi:
“Ama…. babam neden yemiyor…?”
“Baban sonra yer. Önce Jin yemeli.”
Jiheon gülümseyerek cevap verdi.
Jin hemen tekrar sordu, “Neden…….?”
.
.
.
Kızgınlık döngüsünü Ruth diye çevirmek daha kolayıma gelmeye başladı Define the Relationship çevirirken baya bi alıştım, kızışma farklı olarak pik yaptığı evreye deniyor o kısımlar kızışma olarak kalacak 🫰