“Saksağan Köprüsü” sonsuz sayıda yılan gibi kıvrılan çakıl taşı yollara sahipti, yukarıdan bakıldığında karmaşık bir sarmaşıklar yumağı gibi görünüyordu. Bunu tasarlayan kişinin aklından tam olarak ne geçtiğini kimse bilmiyordu ama okuldaki genç çiftler için gerçekten de kullanışlıydı.
Bazen Koca Ağız Xu, bölgede devriye gezmek için yanına birilerini alıyordu ama birbirinden ayrılan çok fazla yol vardı, bir ucunu kapatabiliyor ama diğer ucunu kapatamıyordu. Diğer özellikleri bir yana, veletler kesinlikle çok uyanıktı; rüzgârdan daha hızlı kayboluyorlardı, onları yakalamak bile zordu. Çift olmayanların da kestirmeden gideceği gerçeğiyle birlikte, bazılarını yakalasa bile kesin bir yargıya varamıyordu.
Bu durum Koca Ağız Xu’nun başını fazlasıyla ağrıtıyordu ve bu yüzden öğrencileri toplu olarak eğitmek için her sınıftan yalnızca sınıf öğretmenleri bulabiliyordu.
Sheng Wang ve Jiang Tian kendilerine en yakın olan çatallı yolu seçtiler ve ormandan aceleyle ayrıldılar.
Oradan çıkmak üzereyken Sheng Wang kısa bir süre etrafına baktı. Tesadüfen, uzakta omuz omuza yürüyen iki figür gördü, çocuk geniş şeritli bir tişört giyiyordu. Bu kıyafet tanıdık geliyordu ama Sheng Wang hatırlayamıyordu ve düşünecek havada da değildi.
Dönüş yolunda pek konuşmadı.
Sohbet etmek istemediğinden değil, sadece konu ne olursa olsun, biraz damdan düşer gibi ve biraz da aptalca geliyordu. Jiang Tian da oldukça sessizdi; ince parmakları cebine sıkışmış, çantası sol omzuna asılmıştı. Bunlar onun eşyaları bile değildi ama o bunu son derece doğal bir şeymiş gibi gösteriyordu.
Her zaman çok doğal görünüyordu; sadece, ara sıra gözlerini indiriyor, ifadesi okunamıyordu.
Sheng Wang ilk kez 3. Yol’un ne kadar uzun olduğunu fark etmişti. Kelimenin tam anlamıyla bir asır yürümüşlerdi ama hala bir sonu görünmüyordu.
Neyse ki spor sahasının yanından geçerken birine rastladılar ve aralarındaki bu tuhaf atmosferden nihayet kurtuldular.
“Jing-jie!” diye selamladı Sheng Wang.
Yang Jing yüksek bir at kuyruğu yapmış ve spor kıyafetleri içinde spor alanının yanından yürüyordu. Alnına taktığı ter bandını çıkarırken onlara el salladı.
Yang Jing sordu, “Sadece birkaç gün oldu ve yine de aceleyle geri döndün. Okula gelmeyi bu kadar çok mu istiyorsun?”
Sheng Wang’ın başka bir geçerli nedeni daha vardı. Aceleyle cevap verdi, “Evet, yarım aylık tatilin beni sıfıra indirmesinden korkuyorum.”
“Asla olmaz.” Yang Jing onun itaatkâr davrandığını biliyordu ve gözlerini devirerek konuştu, “Temel ve beyin ikisi de orada, çalışmasan bile o kadar kötü gidemez.”
Her zaman sözünü sakınmazdı ama yine de ekledi: “İkinizin de gevşemesine izin vermek istemem, tamam mı? Çok çalışmanız gereken zamanlarda daha çok çalışmak, hiç çalışmamaktan daha iyidir, değil mi?”
“Kesinlikle!” diye yanıtladı Sheng Wang.
“Sen de kendine sert davranma.” Yang Jing bileğine baktı ve şüpheyle konuştu, “Geçen dönem bileğimi burktum ve bir aydan fazla iyileşmek zorunda kaldım, şu ana kadar çok fazla kağıt işaretlediğimde hala sorun çıkarıyor. Sana söylüyorum, eğer tam olarak iyileşmezsen, nefes almak kadar kolay bir şekilde ikinci kez burkulacaksın. Bunu birkaç kez daha tekrarlarsan, ileride topallamaya başlarsın.”
Sheng Wang’ın yüzü söylediklerinden dolayı hafifçe yeşile döndü.
“Hey, öğrencileri korkutma!” diye bir ses araya girdi. Sheng Wang başını çevirdiğinde revirde tanıştıkları erkek öğretmen Zhuang Heng’i gördü. O da eşofman giymişti ve elinde iki şişe su vardı. Xi Le’nin olduğu yönden gelmişti.
Yang Jing ondan bir şişe su aldı, “Onu kim korkutuyor. Hangi konuda yanılıyorum, beni düzeltmeye ne dersin?”
Bırakın Zhuang Heng’i, okul yönetimi bile onu düzeltmeye cesaret edemezdi.
Zhuang Heng aceleyle, “Gerek yok, gerek yok. Öğretmeniniz Yang doğru söylüyor-” Öksürdü ve Sheng Wang’a dönerek şöyle dedi: “Yine de dikkatli olmalısın, aksi takdirde bacağını birçok kez burktuktan sonra kurtuluşun olmayacak. Bu yakışıklı yüzün topallayan bir çift bacakla eşleşirse çok yazık olur. Bir düşün, böyle olmaz mı?”
“……”
Sheng Wang’ın bunu düşünmesine imkan yoktu.
Öğretmen Zhuang’ın, duvar otu sapı gibi rüzgarla nasıl yön değiştirdiğine baktı ve sadece Gao Tianyang’ın kızartmasının kesinlikle doğru olduğunu hissetti: çıkan çiftlerin veya çıkmak üzere olan insanların beyinlerinde az ya da çok bir sorun vardır.
Yang Jing elindeki şişeyle Zhuang Heng’in koluna vurdu, “Buzlu istemiştim, bu sana buzlu gibi mi görünüyor?”
Şişenin üzerinde tek bir damla bile yoğuşma yoktu, açıkça oda sıcaklığındaydı.
“Dükkanda buzlu olanlardan kalmamış ve ben içeri girdiğimde yeni bir kasa ile değiştirilmişti. En sonuncusunu almana yardım ettim bile.”
Yang Jing şüpheyle Zhuang Heng’e baktı; Zhuang Heng tamamen sinirlenmişti Sheng Wang içten içe, “Saçmalık!” dedi. Xi Le spor sahasının yanında, en çok sattıkları şey buzlu su ve buzdolabını sürekli dolu tutuyorlar; stokları asla tükenmez. Jing-jie aptal değil, cidden buna kanacak mı?
Beklentilerin aksine, Yang Jing birkaç dakika boyunca otoriter bir şekilde gözlerinin içine baktı, oda sıcaklığındaki suyu tiksintiyle inceledi ve büyük bir isteksizlikle kapağı çevirerek açtı. “Güzel……”
Sheng Wang: “?”
O anda, o bayanda “erkek gibi erkeklerin şefkatini” gördü.
(Erkeklere ilişkin çok özel bir tanımlama, en iri yarı/en sert görünümlü erkeğin bile özellikle sevdiklerine karşı yumuşak ve şefkatli bir yanı olabileceğine dair bir tanımlama… Bunun Jing-jie için kullanılması mizah katmak için)
Belki de Sheng Wang’ın patlamış mısır yerkenki ifadesi çok açıktı; Yang Jing iki yudum su içti ve çok geç de olsa bir tedirginlik hissetti. Yola doğru çenesini kaldırdı ve iki kötü öğrenciye şöyle dedi: “Bu kadar, başka bir şey yoksa acele edin ve kaçın! Elektrikler çoktan geldi, mecbursanız gidin çalışın. Size söylüyorum, sürekli fizik ve kimyayla uğraşmayın. Özellikle Jiang Tian, zamanının birazını İngilizceye ayırırsan ölmezsin.”
Jiang Tian hiçbir şey yapmamasına rağmen kişisel olarak isimlendirilmeyi ve her şeyden utandırılmayı beklemiyordu. Düşünmeye hiç niyeti yoktu ve bir “oh” demeyi onu duymuş sayıyordu.
“‘Oh’un canı cehenneme, ‘oh’ dedikten sonra değişecek misin? Hiç de bile.” Yang Jing ona hiç acımadan çıkıştı, “Her halükarda, eğitim kampı önümüzdeki ay ve sınav hemen ardından geliyor. Artık yarı finale yükseldiğine göre, bana daha iyi bir ödül getir. Aksi takdirde, dikkat etsen iyi olur.”
“Anlaşıldı. O zaman yurtlara geri dönüyoruz, öğretmenim.” Sheng Wang, Jiang Tian’ın koluna dokunarak acele etmesini ve gitmesini işaret etti.
Birkaç adım sonra Sheng Wang bir bilim adamı gibi analiz etti, “Jing-jie’nin utandığından ve bunu örtbas etmeye çalıştığından şüpheleniyorum.”
Yang Jing sertçe sordu, “Sheng Wang, az önce ne dedin sen!”
Kahretsin, onu duymuştu.
Sheng Wang kaçmaya hazırlanıyordu ama ayağını kaldırdığı anda durumunu hatırladı. Bu nedenle, kaçma girişimi tek bacaklı bir sıçramaya dönüştü, Jiang Tian bile onunla birlikte oynadı ve onu desteklemeye yardım etti.
Hayatta kalma arzusu çok büyüktü ama ne yazık ki gerçeklik onun ayak izlerini sürüklüyordu. Bu sahne fazlasıyla komikti ve üzerinde çok fazla düşünmek akıllıca olmazdı. Duxing Bloğu’nun köşesini atlayarak geçtikten sonra Jiang Tian kendini daha fazla tutamadı ve kahkahalarla güldü. Sheng Wang tamamen pes etti ve çalıların kenarına oturdu ve neredeyse çalıların arasına yuvarlanana kadar güldü.
Başını eğmiş ve ellerini dizlerine dayamış bir halde kahkahadan tüm vücudu titriyordu ve kahkahasını ancak en sonunda küloduyla durdurabildi. Jiang Tian’ı işaret ederek konuştu, “Ağzını kapat, gülmeye cesaret etme. Hepsi senin suçun, neden tutamadın?”
Jiang Tian yüzünü tekrar kontrol altına aldı ama gözlerinde hâlâ neşe vardı. Çantanın kayışını çekiştirdi ve gözlerini indirdi, “Kimin hatası, bir daha söylesene?”
“Senin, tabii ki.” Genç efendi utanmazca davranmaya başladığında hiç kızarmadı, “Senin mesafeli olman gerekmiyor mu? Ne tür bir soğuk insan bu kadar kolay gülebilir. Komik kemiğinin normalde nasıl bu kadar kolay harekete geçtiğini anlamıyorum, ama bana gelince her şey ters gitti. Neyin var senin?”
Jiang Tian biraz boyun eğmişti. Bir kenara baktı ve kısa bir süre kıkırdadı ve arkasını dönerek, “Makul olacak mısın?” diye sordu.
Sheng Wang omuz silkerek makul olmayacağını belirtti.
Jiang Tian alaycı bir şekilde güldü.
Sheng Wang’ın ruh hali anında iyiye doğru değişti; son birkaç gündür evde kapalı kalmaktan duyduğu can sıkıntısı ve kayıtsızlık bir anda yok olmuştu.
O da kendi kahkahasını attı ve ardından gülümsemesi yavaşça kayboldu. Çünkü aniden fark etti ki, Jiang Tian onunla ne yapacağına dair hiçbir fikri yokmuş gibi bir ifade takındığı sürece mutlu olacaktı.
Muhtemelen Jiang Tian diğer insanlara karşı çok soğuk ve duygusuz olduğu için bu tepkiler kıyaslanamayacak kadar özel görünüyordu; ona gelince, bu özel muameleden özellikle hoşlanıyordu.
Neden?
Her zaman yakınlaşabileceği çok az insan olduğu için mi yoksa başka bir nedenden dolayı mı?
Duxing bloğunun en üst katında sadece iki lamba yanıyordu, bloğun önündeki bahçede karanlık yoğundu. O kadar yoğundu ki, çalıların arasında parıldayan küçük ateşböceği ışıklarını görebiliyordu. Belki de bir şeyler görüyordu.
Belki de gülmekten bitkin düşmüşlerdi ama ikisi de konuşmadı. Bir süre sonra Jiang Tian gözlerini havadan ayırdı, Sheng Wang’ın kısılmış gözlerine baktı ve bir süre sessiz kaldıktan sonra, “Dinlendin mi?” diye sordu.
Sheng Wang hafifçe düşüncelere dalmıştı, başını kaldırmadan önce bir süre hareketsiz kaldı. “Hm?”
“Dinlenmen bittikten sonra yatakhaneye geri döneceğiz.”
“Tamam.”
Sheng Wang cevap verdi ve Jiang Tian’ın ona doğru uzandığını görünce başını çevirerek, “Hadi gidelim artık!” dedi.
Avuç içleri büyüktü ama önemli değildi; parmakları hem uzun hem de düzdü, bu da hem kuruluk hem de hafif bir serinlik hissi veriyordu. Sheng Wang’ın dizine dayadığı elinin parmakları biraz kıvrıldı. Jiang Tian’ı kullanarak kendini yukarı çekerek ayağa kalktı.
Jiang Tian onu hemen bırakmadı ve yol boyunca ona sürekli yardım etti. Ancak yatakhanelerdeki insanların gürültüsünü duyduğunda ve büyük ışık kümeleri görüş alanına girdiğinde Sheng Wang aniden kendine geldi…
Elini geri çekti ve pozisyonunu değiştirerek onun yerine Jiang Tian’ın koluna tutundu. Diğer kişinin kendisine yönelttiği bakışlarla konuştu, “Biraz sonra bana destek ol. Tanrıya şükür ki aşağı kata değil, yukarı çıkıyoruz. Bu ayağın yukarı çıkarken iyi olduğunu, aşağı inerken ise biraz acıdığını keşfettim.”
“Şişlik azaltıcı ilacını getirdin mi?”
Sheng Wang utangaç bir ifadeyle, “Çıkarken neredeyse unutuyordum, Jiang Teyze çantamı alıp içine tıkmak zorunda kaldı.” dedi.
Jiang Tian’ın yüzünde ‘Biliyordum’ diyen bir ifade vardı.
Yatakhanenin kapısı açılır açılmaz Qiu Wenbin aceleyle geldi. “Neden geri döndün?”
Sheng Wang şaka yaptı, “Ne, hoş karşılanmadım? Üç kişilik kalışınızı mı böldüm?”
“Hayır hayır.” dedi Qiu Wenbin, “Dönmeni her şeyden çok istiyorum.”
Bunu söyledikten sonra biraz düşündü ve bu cümlenin yanlış anlaşılabileceğini, sanki Jiang Tian ve Shi Yu ile kalmaya dayanamıyormuş gibi algılanabileceğini fark etti.
Bu nedenle, bu aptal ağızlı tahta sopa* “Herkes senin geri dönmeni her şeyden çok istiyordu.” diye ekledi.
(Basit fikirli, laf anlamaz, kelimelerle arası kötü olan vb. anlamına gelir)
Şimdi kulağa daha da tuhaf geliyordu.
Qiu Wenbin biraz düşündü ve bir satır daha ekledi, “Az önce, tanrı senin geri döndüğünü öğrendiğinde, aşağıya doğru vınladı.”
Jiang Tian: “……”
Sonunda kendini daha fazla tutamadı ve sert bir şekilde bu adama döndü, “Duş aldın mı? Elektrik geri geldi.” diyerek kaçması gerektiğini ima ediyordu.
Qiu Wenbin giysilerini aldı ve kuyruğunu bacaklarının arasına sıkıştırarak banyoya girdi.
…..
Shi Yu geri döndüğünde saat 11’i biraz geçmiş, oda kontrollerinin yapılacağı saat yaklaşmıştı.
Sheng Wang, babası Sheng Mingyang’dan bir telefon aldı ve onun paçası hakkındaki dırdırını dinledi. Yarı sevinç yarı hüzünle sözlerini şöyle bitirdi: “Jiang Tian’la aranızın nasıl daha iyi ve yakın olduğunu görünce baban da Jiang Teyzen de çok mutlu oldu.”
“Evet, özellikle biz çok sevindik.” Sheng Mingyang sözlerine devam etti, “Ama sırf kırık bacağın yüzünden ona isteklerini yaptırma. O senin büyüğün, dadın değil.”
Sheng Wang hiç düşünmeden “Tamam, tamam!” diye cevap verdi. Balkondan geri döndü, Shi Yu’yu gördüğünde bir “Ah” çekti ve “Demek az önce gördüğüm sendin? Diyordum ki, o tişört neden bu kadar tanıdık geldi?”
Shi Yu’nun keyfi oldukça yerinde görünüyordu, bunu duyunca donup kaldı ve “Ben neyim?” diye sordu.
“Az önce Davranış Bahçesi’nde mi yürüyordun?” diye Sheng Wang sordu.
Shi Yu’nun kafası bir an için karıştı ve sonra yüzü tıpkı pişmiş karides gibi anında kızardı, “Ha? Hımm……ah. Bir şey vardı ve He Shi’yi aramam gerekiyordu.”
Sheng Wang onun tepkisini gördü ve yanlışlıkla burnunu soktuğunu bir kamyon gibi fark etti.
Aceleyle ellerini salladı, “Hayır, sinirlenme, sadece söylüyordum.”
Shi Yu’nun yüzü daha da kızardı ve “Ben gergin değilim, kim gergin?” diye kendini savundu.
Bunu kanıtlamak için de hemen bir soruyla karşılık verdi, “Bana sorduğunuzu düşünürsek, peki ya sen? Neden oradaydın?”
Bunu söylediğinde, sanki dedikodunun ana noktasını bulmuş gibiydi ve anında sırıtarak, “Seni oraya kim çekti?” diye sordu.
Sheng Wang bilinçsizce yutkundu; nedense hemen cevap vermedi, onun yerine Jiang Tian’a baktı.
“Okula geri döndü ve ben de onu almaya gittim” diyen kurnaz adam Qiu Wenbin’di.
Shi Yu bunu duyar duymaz dudaklarını büzdü ve büyük bir hayal kırıklığıyla, “……Ben de senin böyle bir durumda olduğunu sanıyordum.” dedi.
“Durumda” kelimesi oldukça kinayeliydi, sözünü bitirdiğinde az önce ne söylediğini hemen fark etti. Arkasını döndü, bir havlu ve tişört bulmak için dolabını karıştırdı ve duşa gireceğini söyledi.
Aptal Qiu Wenbin yavaşça fark etti, “Evet, Yu-ge, Saksağan Köprüsü’nde bir kızla sohbet etmeye mi gittin? Biriyle mi çıkıyorsun?”
“Çıkmanın canı cehenneme!” Shi Yu sonunda tüm bu utançtan dolayı sinirlendi ve boynundan yukarısı kıpkırmızı kesilmiş bir halde banyoya girerek kapıyı çarptı.Qiu Wenbin başını kaşıdı ve Sheng Wang’a usulca, “Sheng-ge, sence ona hatırlatmalı mıyım?” dedi.
“Neyi hatırlatmalısın?” diye Sheng Wang sordu.
Qiu Wenbin tüm ciddiyetiyle, “Erken yaşta flört notlarını etkiler.” dedi.
“……”
Sheng Wang şimdilik ne cevap vereceğini bilemedi. Kuru bir kahkaha attı, “Doğru, ama muhtemelen dayak yiyeceksin.”
Qiu Wenbin iç çekti.
Sheng Wang onun böyle davrandığını görünce gülmek istedi. Yine de garip bir nedenden dolayı huzursuz hissetti. Jiang Tian’la konuşmak için arkasını dönmek istedi ama insanları dondurmakta usta olan Gege’nin yatağının üzerindeki PSP, kulaklık, not defteri, katlanabilir lamba ve diğer çeşitli eşyaları aşağı indirdiğini gördü.
“Ne yapıyorsun?” diye sorarken, tamamen kaybolmuştu.
Jiang Tian masasından defterini aldı ve yol boyunca ranzadan yukarı fırlatarak, “Yatakları değiştiriyoruz, sen burada uyu!” diye cevap verdi.
Sheng Wang hiç düşünmeden Jiang Tian’ın yatağına baktı, “Gerek yok sanırım? Zaten altı kat çıktım, birkaç metal çubuk beni korkutacak mı?”
Mantıklı konuşmak gerekirse, gerçekten de üst ranzada uyumaması gerekiyordu. Daha yeni altı kat merdiven çıkmıştı ve ayak bilekleri şişip bir kez daha iltihaplanma tehlikesiyle karşı karşıyaydı. Ama sözleriyle inatçı olmaktan kendini alamıyor ve çok güçlü olduğunu gösteriyordu.
Sonunda, Ge’si ona hiç şans tanımadı-
Jiang Tian’ın tamamen sakin bir şekilde, “Sence soruyor muyum?” diye sorduğunu gördü.
Sheng Wang: “……”
Pek öyle görünmüyor.
O gece, belki yeni bir yatak olduğu için belki de başka bir nedenden dolayı, Sheng Wang bir kez olsun uykuya dalamadı.
.
.
.
Acaba neden 😌
.