Jiang Yuan gülümseyerek Gu Hai’ye doğru baktı, “Ne içmek istersin?”
Gu Hai kendini beğenmiş bir şekilde çenesini garsona doğru hareket ettirerek gidebileceğini ima etti.
“Bir şey içmek istemiyorum, söyleyecek bir şeyin varsa hemen şimdi söyle.”
“Şöyle bir şey var, bunu babanla konuştum zaten….”
“Eğer geri dönmemi istiyorsan söylemene gerek yok.” Gu Hai Jiang Yuan’ın sözlerini kesti, tavrı inatçıydı, “İkinizle birlikte yaşayamam.”
“Öyle değil….” Jiang Yuan kendini gülümsemeye zorladı, “Yanılıyorsun, seni bizimle birlikte yaşamaya zorlamayı düşünmedik bile. Bizim fikrimiz şöyle: önceki evine geri dönebilirsin, sonra baban ve ben taşınırız, bu şekilde tek başına dolaşmak zorunda kalmazsın. Dışarıda yaşamak iyi ama kendi evin kadar iyi olmayacak, değil mi? Annen de uzun yıllar o evde yaşadı, o eve karşı kesinlikle derin bir sevgi beslediğine inanıyorum-“
“Ne zaman geri döneceğim, nasıl geri döneceğim, bunun seninle bir ilgisi var mı?”
Jiang Yuan uzun bir süre sessizce Gu Hai’ye baktı.
“Fark ettim ki oğluma çok benziyorsun.”
Sonra aniden öyle içten bir kahkaha attı ki etrafındakilerin bakışlarını üzerine çekti.
“İkiniz de diğer insanları gerçekten suskun bırakabiliyorsunuz…. Haha…”
Gu Hai’nin yüzünde herhangi bir ifade yoktu, Jiang Yuan kahkahasını geri çekene kadar ona soğuk soğuk baktı, yaptığı şakanın komik olmadığını anlamaya başlamıştı. Gu Hai’nin en nefret ettiği şey, Gu Wei Ting veya Jiang Yuan’ın onun önünde başka bir aile üyesinden bahsetmesi ve ailesinin uzun zamandan beri parçalanmış olduğunu aklına zorla sokmasıydı.
“Yanlış anlama, Ben…. hey… Sana baktığımda ne diyeceğimi bilemediğimi fark ettim. Oğlumla ilişkim de öyle, ne söylersem söyleyeyim hep o düşmanca tavrı takınıyor. Anlaşılan sizin kuşaktan insanlarla etkileşimim eksik, iyi öğreneceğim, anlamaya çalışacağım….”
“Bitirdin mi?”
“Ha?” Jiang Yuan’ın sözleri yine kesildi.
Gu Hai ayağa kalktı, “Eğer işin bittiyse, ben geri dönüyorum.”
“Hayır, lütfen bekle.” Jiang Yuan ayağa kalktı, “Beni annen olarak görmesen bile, seni zaten oğlum gibi görüyorum. Umarım yakında eve dönersin, eğer beni gözüne batan biri olarak görüyorsan, geçici olarak taşınabilirim, sen üniversite sınavını bitirip kendi yeni hayatını kurana kadar beklerim, sonra geri dönerim.”
“Saçmalıyorsun.” Gu Hai başını çevirdi, “Eğer bu konuda gerçekten samimiysen, neden babamla evlenmek zorundaydın?”
Jiang Yuan’ın nutku tutulmuştu.
Gu Hai dudak büktü ve büyük adımlarla dışarı çıktı.
……
Gu Hai, Tian Jin’e doğru yola çıktığında saat akşamın sekiziydi.
Daha güney istasyonunun girişinden yeni çıkmıştı ki, aniden sıkıca kucaklandı. Jin Lulu, Gu Hai’nin iki yanına sarıldı, sesinde bir parça şikâyet vardı, “Sonunda gelip beni görmeyi akıl ettin mi?”
Gu Hai, Jin Lulu’ya enfes bir kutu ay pastası uzattı, “Yarın Sonbahar Ortası festivali, hadi bunu birlikte kutlayalım.”
Jin Lulu bu sözleri duyduğunda kim bilir nasıl duygulanmıştı. Gu Hai’nin bu tür sözler söyleyebilmesi, onun çoktan Gu Hai’nin en önemli kişisi haline geldiğini kanıtlıyordu.
Jin Lulu, Gu Hai’nin yakasından gevşemiş bir ipliği çekerken şöyle dedi, “Doğru ya, senin için birkaç yeni kıyafet aldım, bu gece döndüğümüzde değiştirebilirsin, şu anda ne giydiğini görüyor musun?”
Görülmesi gerçekten zordu ama Gu Hai bu kez Jin Lulu’yu reddetmedi, belki de yüz kilometre uzaktaki bir yerde oldukları için kimliğinin açığa çıkacağından endişelenmesine gerek yoktu.
Gu Hai kıyafetlerini uluslararası markalı olanlarla değiştirdiğinde, uzun ve ince figürü çok dikkat çekti. Sokaklarda yürürken her zaman onu ilgiyle takip eden bir çift göz çeker ve Jin Lulu’nun zaman zaman dudaklarını bükmesine neden olurdu.
“Bunu daha önce konuşmuştuk, Pekin’e döndüğünde o paçavra gibi kıyafetleri giyebilirsin, sadece beni görmeye geldiğinde bu kıyafetleri giyeceksin.”
Gu Hai derin bir iç çekti, Pekin’e döndükten sonra, beni bunu giymeye zorlasan bile giymeyeceğim.
Jin Lulu durmadan Gu Hai’ye bakarak yürüyordu, ta ki Gu Hai’nin gözleri onunkilerle buluşana kadar.
“Ne bakıyorsun öyle?”
Jin Lulu gülümseyerek dudaklarını büzdü, “Çoktan değiştiğini fark ettim.”
Gu Hai’nin ciddi gözleri Jin Lulu’ya bir bakış fırlattı, “Değişmekle neyi kastediyorsun?”
“Son zamanlarda, senin evine gittiğimde ve üç gün boyunca seninle yaşadığımda, ele geçirilmişsin gibi hissettim, zaman zaman bana gülümsüyordun, ara sıra bana hoş sözler de söylüyordun, daha önce hiç böyle bir şey yapmamıştın. Ancak bu sefer buraya geldiğinde normale dönmüş gibisin, artık o kadar nazik değilsin, pek konuşmadın da, sanki her şeye karşı çok kayıtsızsın….”
“Yani, sana daha önce iyi davranmadığımı mı söylüyorsun?”
“Hayır, hayır, hayır… Aksine, böyle olman gerçekten hoşuma gidiyor, bana daha fazla güven duygusu veriyor.”
Gu Hai aniden durdu ve başını Jin Lulu’ya doğru çevirerek anlaşılmaz bir şekilde sordu: “Sence ben iyi ve ciddi bir insan mıyım?”
Bir homurtu duyuldu, Jin Lulu güldü.
“Ne saçmalık… Elbette öylesin. Aksi takdirde neden seninle birlikte olayım ki?”
“……”
.
.
.
Bakalım bakalım neler olcak 🫰