Jing Lin sedan sandalyenin perdesini kaldırarak yüzünü kısmen ortaya çıkardı. Bakışları Chen hanesinin girişine takıldı. Burada cinayet davası için pek çok insan toplanmıştı.
“Bakır çan bu aileyle bağlantılı olabilir mi?” Cang Ji, Jing Lin’in kolunun içinden konuştu, “Ama buranın sıradan bir ev olduğu açık.”
Jing Lin sedan sandalyeden inmek için eğildi, “Bakır çanın varlığını burada hâlâ hissedebiliyorum. Eğer bu vakanın temeline inmezsek, korkarım onu bulamayacağız.”
“Bu vaka çok tuhaf; bir insan tarafından yapılmış gibi görünmüyor.” Cang Ji birkaç gün önceki sahneyi hatırladı ve şöyle dedi: “Ailesinde beş kişi var ama küçük bir kız kayıp. Komşulardan iblislerden bahsedildiğini duydum. Belki de bir iblis onu kanı için kaçırmıştır.”
Jing Lin yelpazesini kapatıp koluna soktu, “Eğer bu bir iblisse,” dedi. “Hui’an ve Sınırlandırma Bölümü hiçbir şey yapmadan oturmayacaktır.”
Cang Ji bunu fark etmemişti ama Jing Lin bunu net bir şekilde hatırlıyordu. O gece avludaki cesetle Luocha kuşu ziyafet çekmiş olsa da, arkasında pek çok iz bırakmıştı. Bunlar arasında kan izi en dikkat çekici olanıydı. Katil, kişiyi tek bir bıçak darbesiyle öldürmek yerine işkence ederek öldürmüştü.
“Olayı araştırdın, ha.” Cang Ji başını küçük taş figüre yasladı, bacak bacak üstüne attı ve şöyle dedi: “Hâlâ buraya girebilir miyiz? Zui Shan Seng muhtemelen her yere tuzaklar kurmuştur ve senin pusuya düşmeni bekliyordur.”
“Sınırlandırma Bölümü, insan hayatını ilgilendiren vakalar dışında her şeyin sorumluluğunu üstlenir.” Jing Lin başını kaldırdı. Valilik yameninden gelen polislerin avluya girip çıktığını görünce yönünü değiştirdi ve uzaklaştı.
Garson gösteriyi izlemek için boynunu uzatıyordu. Biri ona çarptığında hemen başını çevirdi ve “Kör müsün…” diye söylendi.
Jing Lin görkemli bir şekilde giyinmişti. İfadesi kibirliydi ve üzerinde ağırbaşlı bir hava vardı. Dış kenarda durarak, bakışları kalabalığı dramanın merkezine kadar takip etti. Büyük bir ilgiyle sordu: “Ne oldu? Sana çarpan kişi başkaları değil, Zenginlik Tanrısı’ydı*.” (Cömer ve zengin kişi ve ayrıca böyle bir tanrı Taozimde varmış)
Kıvrak zekâlı garson omzundaki havluyu hızla diğer tarafa geçirdi ve sırıtarak Jing Lin’e doğru ilerledi. Jing Lin’in yanına yaklaştı, “Bu gerçekten de Zenginlik Tanrısı!” dedi. “Genç efendi tanıdık gelmiyor, buraya pek sık gelmezsiniz, değil mi? Birkaç gün önce, vilayet yameni bir hanenin ölümünü duyuran bir ilan yayınladı. Tam burada.”
“Herkesin burada toplanmasına şaşmamalı.” Jing Lin gözlerinde küçümseme ile yakınlardaki insanlara baktı. Burnunu kapatmak için kolundan bir mendil çıkardı ve kaşlarını kaldırarak sordu, “Bir hikâye almak için mi bekliyorsun?”
“Benim gibi bir garson geçinmek için ağzıma güvenir. Bunu kaçırmaya nasıl cüret edebilirim?” Garson gülümsedi, “Dükkânım hemen şurada, birkaç adım ötede. Genç efendi, vaktin olduğunda lütfen git ve otur!”
“Bu kesin.” Jing Lin, “Burada kim yaşıyor?” diye sordu.
“Burası Chen ailesi. Yaşlı Chen her gün hasta karısını bu sokakta şeker satmaya götürürdü.” Garson Jing Lin’e orayı işaret etti, “Tam bizim dükkânın önünde; genelde karşılaşırız. Chen Ren adında bir de oğlu var. Chen Ren’in karısının soyadı Zhou. Hikâyenin sonu bu değil. Ailede hâlâ yedi sekiz yaşlarında küçük bir kız çocuğu var. Yaşlı Chen’in ölen kızının geride bıraktığı küçük kız. Ailede beş kişi var ve hepsi de İhtiyar Chen’in her gün sattığı şeker figürleriyle geçiniyor. Dünyanın neresinde bu, tüm aileye yetebilir ki? O kadar yoksullar ki, Yaşlı Kadın Chen sık sık gelini Zhou’yu başkalarından pirinç ödünç alması için yanında getiriyordu.”
“Peki ya oğlu?” Jing Lin’in ilgisi alevlendi.
Garson dudaklarını büzerek cevap verdi: “Chen Ren bütün gün şuradaki kumarhanede aylaklık ediyor. Büyük bir borç biriktirdi ve birden fazla kez dayak yedi. Bana sorarsanız, bu olayın failleri muhtemelen kumarhanedekilerdi. Geçen ay onları Chen’lerin kapısında geri ödeme için kovalarken gördüm. İhtiyar Chen onlardan kurtulmak için birkaç kez el pençe divan durmak zorunda kaldı. Hepsi kabadayı.”
Jing Lin kumarhaneye bir göz attı ve gülümsedi, “Bu kabadayıları kandırmak bu kadar kolay mı? Sadece birkaç selam verip gidecekler mi? Onları kovalamak dilencileri kovalamaktan bile daha kolay.”
“Genç efendi, çok akıllısınız!” Adam ona iltifat ettikten sonra arsızca ekledi: “Onlarla başa çıkmak zor çünkü Dong Lin o olaydan sonra sık sık Chen’lerin evinin etrafında görülüyordu. Muhtemelen kumarhanedekiler öfkelerini yutamadılar ve Dong Lin’in intikam almak için fırsat kollamasını sağladılar.”
Jing Lin sordu, “Dong Lin mi?”
“Evet, öyle.” Garson sırıttı ve fısıldadı, “Dövüş sanatları kardeşliğinde ünlüdür! Harika yetenekleri var ve iz bırakmadan gelip gidiyor. Yamen onun için her yere aranıyor ilanları astı ama şimdiye kadar kimse onu yakalayamadı. Ancak, bizim gibi garsonlar kulaklarımızı açık tutar. Kasabada yaşadığını duydum. Her zaman nerede kaldığını tahmin edebilir misiniz?” Garson gözlerini Jing Lin’e dikti, “Doğu şeridindeki genelevde. Huadi* adında bir kadınla arasının iyi olduğu söyleniyor.”(Güzel Kadın)
Jing Lin henüz fark etmemişti ama Cang Ji aniden Jing Lin’in kolunun içine oturdu.
Jing Lin tekrar sordu: “Bu kişi ne iş yapıyor?”
Garson fısıldadı, “Jiang Yang’ın Büyük Haydutu. Birçok büyük davada parmağı var.”
“Haydut.” Cang Ji sıkılmış dişlerinin arasından kelimeyi tükürdü ve küçük taş figüre soğuk bir kahkaha attı, “Bunu biliyordum. Bu yüzden o evde tanıdık bir koku vardı.”
Garsonun söyleyecek daha çok şeyi vardı ama biri onu arkasından kaldırdı. “Of!” diye bir çığlık atarak sendeledi ve “Bu sefer hangi Zenginlik Tanrısı?” diye bağırdı.
Garson arkasına baktı ve tanıdık bir yüz gördü. Bir anda dizlerinin bağı çözüldü. Bu kişiye Jing Lin’e yaptığından daha fazla yaltaklandı, “Memur Gu! Davayla ilgilenmek için mi buradasınız?”
Gu Shen bir elinde bir bıçak tutuyordu. Genç sayılmazdı ve gözleri son derece keskindi. Göz ucuyla Jing Lin’i süzmesine rağmen garsonu yanına çekti, “Söylediklerin makul ve mantıklı. Doğruca yamen’e git ve ifadeni alsınlar.”
“Bunun benimle ne ilgisi var?” Garson irkilerek kekeledi: “Bu sokakta rastgele bulduğunuz herhangi biri benden daha iyi bilir! Şu Qian Fuzi, Qian Fuzi. İhtiyar Chen’in bitişiğinde yaşamıyor mu? Gidip onları arayamacak mısınız?!”
“Bu sabah erken saatlerde oradaydım.” Gu Shen garsonu arkasındaki astına uzattı. Ellerini silerken belindeki tablet* sallandı. (kişinin kimliğini kanıtlamak için beline taktığı küçük bir tablet, özellikle devlet memurları için)
Sonra çenesini Jing Lin’e doğru kaldırdı ve ona kaba bir gülümseme fırlattı. “Tanıdık gelmiyorsun.”
Bu adamın öyle keskin gözleri vardı ki, sıradan iblisler bile onlara bakmaya cesaret edemezdi.
Jing Lin’in mendili olduğu yerde kaldı, hâlâ burnunu ve ağzını maskeliyordu. Gözleri kısıldı ve ardından pervasızca ve ahlaksızca gülümsedi, “Korkarım ki Sayın Yargıç benim gibi yasalara saygılı vatandaşları yabancı buluyor olmalı.”
Gu Shen güldü, dönüp ara sokağa baktı, “Genç Efendi de bu cinayet davasıyla ilgileniyor mu?”
“Doğal olarak.” Jing Lin cevap verdi: “Daha önce hiç böyle vakalarla karşılaşmamıştım. Her şey çok yeni.”
“Bu, kurbanların susturulduğu bir vaka. Ceset parçaları her yere dağılmış durumda. Gerçeğiyle karşılaştırılamayacak kadar acımasız ve trajik.” Gu Shen parmağıyla bıçağın kabzasına vurdu,”Sıradan bir insanın korkması gerekmez mi?”
“Korkacak ne var ki?” Jing Lin ona karşı çıktı, “Neden sadece kulaktan dolma bilgiler beni korkudan titretsin? Söylentiye göre üç adam bir kaplan yaparmış*. O yüzden gerçeği öğrenmek için Sayın Yargıç’ı beklemem gerekecek.” (bir kaplanın haberini yayan üç kişi, birisinin orada olduğuna inanmasını sağlayacaktır.)
Gu Shen çenesindeki kirli sakalı ovuşturdu, “Genç Efendi merak ediyorsa neden bana sormuyor? Bu dava artık benim ellerimde. Benim bildiklerim garsonun bildiklerinden çok daha fazla.”
Jing Lin mendilini tuttu ve başını hafifçe yana eğdi, ifadesi birkaç ton daha soluklaştı, “Sayın Yargıç kaç inci istiyor?” diye sordu. Lafı dolandırmaya gerek yok. Sadece fikrinizi söyleyin.”
Yamen polisleri diğer kiralık işçilere benzemezdi. Sadece yirmi gümüş inci için bütün yıl boyunca ölümüne çalışırlardı ve bu sadece yemek masrafları içindi. Yamen onlara aylık maaş ödemiyordu ve bu durum, yerel zabıtaların konumlarından faydalanarak defalarca gasp olaylarına yol açmıştı.
Gu Shen şaşırdı, sonra başını kaldırdı ve bir kahkaha patlattı. Elini sallayarak şöyle dedi: “Genç Efendi’nin benim hakkımdaki düşünceleri biraz fazla düşük değil mi? Birkaç inci nedir ki? Lütfen itibarımı zedelemeyin. Özür dilerim, biraz önce kaba davrandım.”
Tam devam edecekti ki arkasından birinin onu uyardığını duydu. “Dage, Liu Shirong’u bulduk.”
Gu Shen bir veda hareketi olarak ellerini kavuşturdu. Jing Lin başını salladı ve Gu Shen’in arkasını dönüp uzaklaşmasını izledi.
“Bu adamı kandırmak kolay değil.” Cang Ji, “Bir insan bu kadar keskin olabilir mi?” dedi. “Eli bıçağı neredeyse hiç bırakmadı. Jing Lin. Seni yemlemeye çalışıyordu.”
Jing Lin hâlâ Gu Shen’in sırtına bakıyordu ve şöyle dedi: “Dava karmaşık ve karışık. Hâlâ ön saflarda ipucu araması için ona ihtiyacımız var. Kolun içinde daha önce ne diyordun?”
“Bakır çanı çalan hırsız Dong Lin. Beklendiği gibi, o da bu davaya dahil oldu.” Cang Ji kollarını kavuşturdu, “Chen ailesini neden öldürdü? Aile o kadar fakir ki yemek için dilenmek zorundalardı. Ona para verebileceklerinden şüpheliyim.”
“Belki de biri ondan bunu yapmasını istemiştir.” dedi Jing Lin, “Para dünyayı döndürür. Kumarhanenin onu cinayet için tutması imkânsız değil.”
“Ama küçük kızı o mu aldı?” Cang Ji karşı çıktı, “Neden onu susturmadı?”
Jing Lin sessizce düşündü ve sonunda şöyle dedi: “Hikâyenin sadece bir tarafından bakarak resmin tamamını görmek zor. İşin içinde başka biri daha var.”
……
Qian Weishi avuçlarını silmeye devam ederken elleri titriyordu. Leğendeki su her zamanki gibi berraktı ama sanki üzerinde asla temizlenemeyecek bir pislik vardı. Derisi kızarana kadar avuçlarını daha da sert ovdu.
Kapı aniden çalındı. Qian Weishi aniden ayağa kalktı ve leğeni yere devirdi. Endişe içinde çabucak toparlandı ve kapıya usulca “Kim o?” diye sordu.
“Qian Fuzi, sizi rahatsız ettiğim için özür dilerim.” Gu Shen kapının aralığından belindeki etiketi salladı.
Yumruklarını temkinli bir şekilde sıkan Qian Weishi kendini kapıya dayadı ve aralıktan dışarı baktı, “Bildiğim her şeyi zaten Sayın Yargıç’a anlattım. Sayın Yargıç için başka ne yapabilirim?”
Gu Shen sadece gülümsedi ve kaba bir sesle, “Fuzi’den tekrar duymam gereken bazı şeyler var!” dedi.
Qian Weishi, Gu Shen’in bakışları altında yutkundu. Mandalı kaldırdı ve kapıyı açtı. Gu Shen kapıdan içeri adımını attı ve gözlerini avluda gezdirdi, “Sabah fark etmemiştim. Fuzi’nin avlu duvarı o kadar yüksek değil. Hırsızların dikkatini çekmek kolaydır.”
Qian Weishi’nin avlusu Chen’lerin avlusuna çok yakındı. Gerçekte, avluları ayıran duvar o kadar da yüksek değildi. Boyu uygun olan bir kişinin, komşularının avlusunu net bir şekilde görebilmesi için parmak uçlarında hafifçe durması yeterliydi. Chen’lerin evi sokağın iç tarafında yer alıyordu. Daha aşağıda torunuyla birlikte yaşlı bir dul kadın oturuyordu; Qian Weishi’nin evi ise Chen’lerin evinin diğer tarafında, sokağın dış tarafındaydı.
Qian Weishi, Gu Shen’i takip etti, “Hayatlar kaybedildi. Gerçekten de yüksekliği arttırmaya ihtiyaç var.”
Gu Shen ekledi, “Ellerini yıkadın mı? Daha yemeğini yemedin mi?”
Qian Weishi kendini zorlayarak ona baktı, “Az önce Sayın Yargıçla birlikte cesede baktık. Korkarım bu birkaç gün hiçbir şey yiyemeyeceğim.”
“Çok sayıda davaya baktım ve böyle bir vahşetle ilk kez karşılaşıyorum. Cinayet ve parçalama, ne kadar şok edici.”
Qian Weishi, Gu Shen’e oturmasını işaret etti. Gu Shen kayıtsız şartsız oturdu ve şöyle dedi: “Sadede gelelim. Yamen’e verdiğiniz ifadeyi benimle birlikte tekrar gözden geçirin.”
Qian Weishi sırtı dik, temkinli bir şekilde oturdu. Konuşurken ses tonu sevecendi. Bu öğretmen neredeyse kırk yaşındaydı, ancak hala pürüzsüz tenliydi, bu da hayatında neredeyse hiç zorlukla karşılaşmadığını gösteriyordu. Zayıf biriydi. Gu Shen’le kıyaslandığında, bir tavuğa kafes takamayacak kadar zayıf bir kadın gibiydi.
“O gece okuldan erken döndükten ve biraz şarap içtikten sonra her zamankinden daha derin uyudum. Gecenin ilk yarısında tek duyduğum rüzgârın çıkardığı gürültü oldu. Hava o kadar soğuktu ki zar zor uyuyabildim. Pencerenin kapatılmadığını fark edince şok oldum, kıyafetlerimi giydim ve kalktım. Pencereyi kapatırken Chen’lerin avlusundan gelen bir gürültü duydum. Chen Ren’in eve döndüğünü sandım.” Qian Weishi’nin kaşları bilinçsizce çatıldı, “Chen Ren kumar oynamayı severdi. Kumar oynamak için ailesinin emekli maaşını bile alırdı. Uzun süre evden uzak kalırdı ve geri döndüğünde de bunu hep para için yapardı. Bu kişinin ebeveynlerini ve karısını fiziksel ve sözlü olarak taciz etme alışkanlığı vardı. Bu yüzden her döndüğünde gürültü çıkarırdı. Sarhoştum ve sürekli küfür etmesinden rahatsız oldum, bu yüzden kulaklarımı tıkadım.” Yüzünü kapattı ve hıçkırıklara boğuldu, “O gecenin ilerleyen saatlerinde hayatlarını kaybedeceklerini nereden bilebilirdim? Zavallı Caoyu. Biri onu gerçekten kaçırdı. O sadece yedi yaşında. Katilin ne yapmaya niyetli olduğunu kim bilebilir?”
Gu Shen hiçbir şey söylemedi.
Qian Weishi hafif bir düzeltme yaptı. Başını kaldırdığında gözleri kıpkırmızıydı, “Chen Ren bir alçak! O ailenin baş belası. Bu adam korkunç suçlar işledi ve ölümü için ağıt yakmaya değmez. Ancak hâlâ başkalarını da yanında götürüyor olması üzücü. Bu beni gerçekten üzüyor.”
“Garsondan Chen Ren’in kumarhaneye çok borcu olduğunu duydum.”
“On altı altın inci.” Qian Weishi gözlerini sildi, “Caoyu’yu satsa bile geri ödeyemezdi!”
Chen Caoyu, Chen ailesinin küçük kızıydı.
“Bu dava çok kötü. Çözülmeden önce Fuzi dikkatli olmalı. Bu birkaç gün ders vermek için evden ayrılma. Yamen her an senin için gelebilir.” Gu Shen ayağa kalktı. Ayrılırken aniden arkasını döndü ve Qian Weishi’ye bir mendil uzattı, “Fuzi, boynunun arkasındaki teri sil.”
Qian Weishi’nin şaşkınlığı neredeyse anında korkuya dönüştü. Tepki vermesi bir anını aldı. Mendili aldıktan sonra aceleyle başını salladı, “Teşekkür ederim. Teşekkür ederim.”
Gu Shen ona veda etmek için ellerini kavuşturdu ve gitmek üzere kapıdan çıktı. O gider gitmez Qian Weishi sakinleşti. Elindeki mendile bir süre bakarken kaşları iyice çatılmıştı. Sonunda bir terslik olduğunu fark etmişti.
Ne zamandan beri küstah bir Gu Shen kapıları çalarken başkalarına “dayatmaktan” bahsediyordu? Valilik yameni onun ifadesini net bir şekilde kaydetmişti. Gu Shen isterse istediği zaman bakabilirdi, neden bir kez daha aşağı inmek zorunda kalsındı ki?
Aslında bu davada bir şüpheliydi, ama Gu Shen’in onu aramak ve evden çıkmamasını söylemek için özel bir yolculuk yapması mı gerekiyordu?
Qian Weishi soğuk terler döktü. Tüyleri diken diken oldu.
Eğer gelen kişi Gu Shen değilse, o zaman kimdi?!
“Gu Shen” ara sokaktan dışarı adımını attığında, sokak satıcılarının yanından geçti. Sanki bir kozadan çıkıyormuş gibi bir anda boyu uzadı ve bir çift şehvetli şeftali çiçeği gözünü ortaya çıkardı.
Jing Lin boğazını sıktı ve bu sırada yakasını bağladı.
Cang Ji küçük taş figürle dedikodusunu yaptı: “Şuna bak. Başkalarını kandırmakta çok yetenekli. Belli ki benden daha etkileyici.”
Küçük taş figür ona komik bir yüz ifadesi takındı ve şaşırtıcı bir şekilde biraz kendini beğenmiş görünüyordu.
.
.
.
Allah’ım yicem, şaka maka ortam kızışmaya başladı, ukemiz bir afeti devran 🤤