Birkaç ay önce başkentte Erhardt Dükü’nün yeni bir oğlu olduğuna dair söylentiler dolaşmaya başladı.
Yirmi sekiz yaşında yetişkin bir oğul olduğu söyleniyordu. Dük Erhardt onun kendi kanından olduğunu, yirmi sekiz yıl önce şatosunda çalışan bir hizmetçiden doğduğunu iddia etti ama başkentte çok az kişi ona inandı.
Püff.
Jean purosundan duman üfledi. Kendisine yönelen meraklı bakışları saymayı bırakmıştı. Dükalığa berbat bir hikâyeyle geldim, diye düşündü, bu kadar dikkat çekmişse ne olmuş yani? Zaten kendisinin de inanacağı bir hikâye değildi bu. Birkaç tekstil fabrikası ve bir elmas madeni sahibi olan yirmi sekiz yaşında bir adam, üstelik dağılmakta olan bir dükün gizli çocuğu. Bu bir maskaralıktı ama içinde maskaralık yoktu.
“İçeri girelim o zaman.”
Oturduğu yerden kalktı. Bahçedeki masanın etrafında oturan soylular ayağa kalktı ve bir nezaket gösterisi olarak kısa bir süre sonra yine oturdular.
Jean purosunu söndürdükten sonra kıyafetlerini düzeltti. Konağın içinde avizelerin ışığı pencerelerde titriyordu. Ağzının kenarını birkaç kez şapırdattıktan sonra yavaşça içeri doğru ilerledi. İki hizmetçi kapının iki yanında durdu ve kapıyı onun için açık tuttu. Jean kısa bir süre gülümsedi.
İlk adımını attığı andan itibaren gözlerin üzerinde olduğunu hissedebiliyordu. Etrafına bakındı, yüzündeki gülümsemeyi silme zahmetine girmedi. Bakışlara alışkındı. Bu yeni bir şey değildi. Bunu daha önce de balolarda defalarca yaşamıştı. İlk başta küçümsemişlerdi ama şimdi gözlerinde özlem ve arzunun garip bir karışımı vardı ve bu da başa çıkmasını biraz daha kolaylaştırıyordu. Sağa doğru adım attı. Aradığı adamı az önce görmüştü.
“Arşidük Aşağı Robert.”
Yavaşça yaklaştı, kollarını kavuşturdu ve selamlamak için vücudunun üst kısmını eğdi ve diğer adam başını kaldırıp baktı. Ama adamın fikrinden hiçbir iz yoktu. Bu beklenen bir şeydi.
Birkaç dakika böyle devam ettikten sonra yanındaki adamlardan biri seslendi: “Grandük.”
Önündeki adam ancak o zaman başını kaldırdı. Ancak o zaman önündeki kalabalık dağıldı. İçerideki yaşlı adam başını çevirdi. Sanki daha önce Jean’in varlığından haberi yokmuş gibiydi.
“Ben Jean Erhardt.”
Jean kibarca eğildi. Dudaklarını kısa bir süreliğine rakibinin nasırlı eline bastırdı.
“Ah. Dük Erhardt’ın geri kazanılmış oğlu. Sizinle tanıştığıma memnun oldum.”
Arşidük’ün selamlaması kısaydı ve içeriğine rağmen en ufak bir memnuniyet belirtisi içermiyordu. Sadece araştıran bir bakış vardı. Jean gülümsedi ve bekledi. Arşidük ona sırtını dönmüştü ama yakında biri kulağına Jean’in elindeki altınlardan bahsedecekti. O zamana kadar şampanyasını yudumlayarak arazide dolaşmayı planlıyordu.
“Amca.”
Tam şampanyasını yudumluyordu ki arkasından bir ses duydu. Jean arkasından gelen sesle hafifçe döndü. Arşidük’ün yolunu kesen adamlar acımasızca geri çekildiler. Çok agresif bir taviz değildi ama sağlam bir duruş da değildi. Bu, yüksek statüde olan ama öyle muamele görmeyen kişilerle uğraşırken, soyluların takındığı bir tavırdı.
“Maximilian.”
Jean, kalabalığı yararak ilerleyen sesin kaynağına baktı ve döndü. Belki bir anlık bakışından, belki de önündeki çok sayıda insandan, ama tek seçebildiği çarpıcı renkte bir cüppe ve kızıl saçlardı. Onun yerine kelimeyi çabucak yuttu. Arşidük Robert’in şu anki İmparator’un kardeşi olduğu düşünülürse, ona böyle seslenen adamın kimliğini anlamak zor değildi.
Ama…….
Jean sadece gözlerini indirdi. Etrafındaki atmosferin bir anda azaldığını hissedebiliyordu. Ani ziyaretçiyi karşılayacak kimse yoktu. Kimse onu aceleyle karşılamadı. Belki de Arşidük Robert’e pervaneler gibi yapışan insanların ‘Büyük Dük’ün Yandaşı’ olarak adlandırıldığı düşünüldüğünde bu beklenen bir şeydi.
Belki de Veliaht Prenstir.
Jean zihninde istenmeyen ziyaretçinin kimliğini tahmin etmeye çalıştı. Ayak sesleri alışılmadık derecede gürültülüydü ve hafızasını yokladı ama bu ismi dikkat etmesi gereken biri olarak duyduğunu hatırlamıyordu. Hafızasını yoklarken ayak sesleri kesildi.
“Dük Erhardt.”
Tam önündeydi.
Jean başını kaldırdı. Robert Joachim, ona doğru bakıyordu, yüzünde bir hoşnutsuzluk ifadesi vardı. Jean’a değil, diğerinin tarafına.
“Veliaht Prens Maximilian Joachim.”
Jean irkilerek başını çevirdi ve bir an şaşkın şaşkın durduktan sonra bakışlarını indirdi. Sonra da belini büktü. Bu refleksif bir tepkiydi.
“Jean Erhardt, Majesteleri.”
Cevap gelmedi. Jean bir süre o pozisyonda kaldı. Tek görebildiği rakibinin ayakkabısının burnuydu. Az önce canlanan etrafındaki oda şimdi buz gibi sessizdi.
“Joachim, Maximilian.”
El uzun bir süre sonra aşağı indi. Jean vücudunun üst kısmını hafifçe kaldırdı, elin arkasını öptü ve yukarı baktı. Gözleri buluştu ve biraz daha yaklaştı. Bakışlarını kaçıramayacak kadar yakındaydı. Kül rengi gözlerini net bir şekilde görebiliyordu. Aynı zamanda elini güçlü bir şekilde kavradığını da hissedebiliyordu. Jean hafifçe kaşlarını çattı, sonra rahatladı. Veliaht Prens bir an için belli belirsiz gülümsedi. Elini çekmeye çalıştı ama eli sadece daha sıkı kavrandı.
“Ekselansları.”
Arşidük Robert, uyarı tonuyla rakibinin adını söylediğinde çatışma sona erdi.
“Oh, hayır.” Maximilian iç geçirdi. Küstah bir ses tonuydu. “Özür dilerim. Güzel şeylerden etkilenmek benim zavallı doğamda var.”
Veliaht Prens mırıltılı bir sesle Jean’in elini bıraktı. Jean zayıfça gülümsedi. Yüzünde hoşnutsuzluk ifadesi belirdi. Duygularını saklamaya çalışarak gözlerini kaçırdı ama son sözü diğer adam söyledi.
“Cesaretiniz ve becerikliliğinizle bana Dük Erhardt’ı hatırlatıyorsunuz.”
Yeterince masum bir soruydu ama Dük Jean Erhardt’ın, Erhardt ailesi tarafından soylu unvanı verilmiş bir burjuva olduğuna dair söylentilerin dolaştığı bir pazar yerinde sorulacak türden bir soru değildi. Dahası, Erhard Dükü ve Jean görünüş ve beceriklilik açısından birbirlerinden daha farklı olamazlardı. Jean uzun boylu, sarışın ve mavi gözlüydü. Dük Erhardt ise yaşına göre kısa boylu, kumral saçlı ve koyu yeşil gözlüydü. Saygıdeğer bir dük ailesini yok etmiş ve bu yeterince kötü değilmiş gibi soyunu burjuvaziye satmış, beceriksiz bir adamdı.
Bunu saklamaya çalışsa da herkesin rahatlıkla anlattığı bir hikâyeydi bu. Altta yatan kinayeyi okumak zor değildi. Eğlenmek için kullanılacak bir alay ya da hakaret…
Etraflarından ara sıra yutkunma sesleri geliyordu. Jean usulca güldü. Belki de hiçbiri, özellikle de Erhardt’ların evine yeni taşınmış olan o, rahatça gülmüyordu.
“Evet, Majesteleri. Neyse ki babama çok benziyorum.”
Asilzadelerin bu kadar komik olabilmesi ne tuhaf.
“Anlıyorum. Ne yazık. Böyle cesur adamların kanının düklüğe yol açması utanç verici.”
Karşımdaki bu adam da farklı değil. Jean huzur içinde kendi kendine düşündü.
Diğer adam konuştu, “Eğer Mi-Dong* olsaydı, onu sever ve el üstünde tutardım.”
(Bakire, gibi bir anlamı var ama aslında yetişkin bir erkek ile ergen bir erkek arasındaki erotik ilişkiye verilen isimdir.Kısaca sübyan erkek fahişe diyor)
Artık etraflarında yutkunma sesi duyulmuyordu. Jean bir an için başını kaldırıp rakibine bakmaktan kendini alamadı ve bunun sebebi sadece sözlerinin kabalığı değildi.
Rakibini taradı. Adamın yüzü solgundu, neredeyse fazla solgundu ama teninde bir parıltı, ince kızıl saçlar, bir heykeltıraş tarafından yontulmuş gibi görünen bir yüz ve hayat dolu gözler vardı. Yüzünde herhangi bir kötü niyet veya kötülük bulmak zordu ama aynı zamanda onda herhangi bir iyilik veya nezaket bulmak da zordu.
……Belki de başkalarını aşağılamaktan hoşlanan sıradan bir emperyalisttir.
Jean düşüncelerini hafif bir küçümseme duygusuyla tamamladı. Yüksek mevkilerde bulunan ve herhangi bir yaptırım olmaksızın yetiştirilen kişilerin neyin uygun olup neyin olmadığını ayırt edememesi alışılmadık bir durum değildi.
Bu onların masumiyete bürünmüş ciddiyetsizliklerini ve küstahlıklarını aktarmanın bir yoluydu, bu yüzden şimdilik bakışlarla başa çıkabilirdi.
Herkes ona patlamak üzere olan bir bombaymış gibi bakıyordu ve ilgi odağı olmak iyi bir şey değildi. Konuşmak için ağzını açtı ama ne söyleyeceğinden emin olmadığı için kelimeler kolay çıkmadı.
“Hak edilmemiş iltifatınız için…….”
İlk kelimeler planladığı gibi çıktı.
“……Teşekkür ederim.”
Ama sözlerini bitirirken dudaklarının hafifçe seğirmesine engel olamadı. Başını kaldırıp veliaht prensi gördü ve diğer adam gülümsedi. Sanki karşılık veriyorcasına.
Jean nefesinin altında bir küfür mırıldandı.
.
.
.
Jean Erhardt
Dükalık şımartması, himayesi ve eğitimi almıştır
Eğitimli ve kapitalist bir burjuva
İmparatorluk ailesini ortadan kaldıracak bir devrim hayal ediyor
Kimliği belirsiz hayırseverini arıyor.
Veliaht Prensi Maximilian Joachim
Joachim’in çökmekte olan imparatorluğunun veliaht prensi.
Ahlaksız ve yozlaşmış bir hayat yaşadığı bilinmektedir.
Bir şekilde Jean’in eskiden bir eskort olduğunu biliyor.
Tanıtım
Bir zamanlar gelişen bir egemenlik olan Joachim İmparatorluğu artık gerileme yolundaydı.
Çocukluğunda bir dükün evinde eskortluk yapan Jean Erhardt, başarılı bir kapitalist olarak oraya geri döndü. Bir zamanlar yanında çalıştığı Erhardt ailesinin evlatlık oğlu haline gelen Jean, ülkede bir devrim başlatmak istiyordu. Aynı zamanda, “Küçük İnci” olarak bilinen, eskortluk yaptığı dönemde kendisine destek olan ve bakımını üstlenen, ancak kim olduğu bilinmeyen gizemli hayırseverini arıyordu.
Bir gün Jean, bir ziyafette Joachim Veliaht Prensi Maximilian Joachim ile karşılaştı. Nedense bu tembel ve önüne gelenle yatıp kalkan Veliaht Prens Jean’in bir zamanlar eskortluk yaptığını biliyordu……
.
.
.
Selamlar. Huzurlarınızda Perle.
Kraliyet ailesi ve soylular çemberinde, sırların, koploların, siyasi darbenin silsilesinde geçmişten yeşeren dokunaklı bir aşk bizleri bekliyor.
Konusu beni çok etkiledi. Hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığını anlayacağımız kesinlikle gözyaşı dökeceğimiz bir kitap. Çünkü bu kitap Angst arkadaşlar. Lütfen ona göre okuyun. Belki de çevirdiğim tek ANGST olrak kalacak.
Kore’de Angst deyince akla gelen ilk kitaplardan ve puanı yıllardır hiç düşmemiş. Bunu hak ediyor inanın bana ama kalbinizi yerinden de söküyor.
4.Cilt yaklaşık 40 bölüm sürecek. Koreceden çeviriyorum.